Muhiddin-i Arabi Hazretleri’nin ektiği mümbit Anadolu toprağı yüzlerce yıldır Allah dostları yetiştirmeye devam ediyor.
Ne yazık ki her mümbit bahçeye yaban otlarının dadandığı gibi Anadolu’nun irfan bahçeleri de yaban otlarının istilasından nasibini alıyor.
Yaban otlarının bahçeyi kaplamasına rağmen gönlü ve kalbi temiz insanımızın, bu bahçede hakiki bir mürşid-i kamil arayışı ise hiç bitmiyor.
Bu arayış sırasında saf insanımızın yoluna ismini anmak istemediğim son şarlatan gibi niceleri çıkıyor. Şeytani tuzakları göremeyenler de maddi ve manevi istismarın kurbanı oluyor.
Şarlatanlar bir yandan nefislerini tatmin ederken Müslüman düşmanlarına da malzeme veriyorlar.
Sahneye sürdükleri son istismarcının da önce Müslüman düşmanı odaklarca ‘filanca tarikatın lideri, şeyhi’ gibi payelerle köpürtülüp ardından -tüm Müslümanları zan altında bırakan bir senaryo ile ortaya sürülmesi yine defalarca oynanmış bir tiyatronun parçası.
Bu tezgahlar hiç bitmeyecek. Nasılsa senaryo bol, oyuncu bol, seyirci de hazır.
Yarın başka isimler göreceğiz. Peki bu şarlatanlığa son verecek bir çare yok mu?
Cevabı bulmak için önce Anadolu’nun irfan geleneğini doğru anlamak ve bilmek gerekiyor.
Malum, resmi tarih kitaplarında bize Tekke ve Zaviyelerin ‘bozulmuş tarikat, medrese sistemi ve sahte şeyhler’ nedeniyle yasaklandığı hezeyanı öğretildi.
Ancak hiç kimse kapatılan tekke ve zaviyelerin bina ve arsalarının satılarak parasının sonraki dönemlerde Ankara’nın müsrif iktidarını beslemek için kullanıldığını anlatmadı.
1925’ten itibaren ilim- irfan meclisleri ve medreselerdeki tarihi eserlere ya el konulduğunu, ya satıldığını, ya da müzeye götürüldüğünü de kimse öğretmedi.
Peki kapatılan tekke ve zaviyelerde öğrenci yetiştiren, Anadolu’nun Türk ve İslam beldesi olarak kalmasını sağlayan, Kurtuluş Savaşı’na talebeleriyle birlikte iştirak eden, yüzlerce yıldır hiç kesintiye uğramadan seyr-i sülüklerini devam ettiren ‘mürşid-i kamil’in hepsi mi bozulmuştu?
Tekke ve zaviyelerin ‘bina, müştemilat, değerli mal mülk’lerine çökerken para edenleri işe yaramazlarından ayırt edebilenler, niçin hakiki ilim ve irfan sahiplerini tespit edip, bozulmuş olanlardan ayırarak hizmetlerine devam etmesini sağlamadılar?
Cevabı çok basit.
Bugün bir şarlatan üzerinden Anadolu’nun tüm ilim irfan geleneğini çöpe atmak için ağızlarından salyalar akıtarak saldıranların derdi neyse, geçmişte halis çabaları baltalayanların derdi de aynıydı: Anadolu insanının İslam’dan Müslümanlardan kalben, fikren, zihnen uzaklaşmasını istiyorlardı.
Hala da bunun için çalışıyorlar.
Bakın tekke ve zaviyeler kapatılınca hizmetine müsaade edilmeyen ve Anadolu’da yaşadıkları şehirlerin dışında ismi duyulmamış, yüzlerce mürşid-i kamilden birinin vasıflarını sayayım size…
12 yaşında aldığı ilkokulu bitirme diplomasında Kur’an-ı Kerim Tecvid, İlmihal, Kısas-ı Enbiya Muhtasar Tarih-i Osmani, Muhtasar Coğrafya, Kavaid-i Türkiye, İmla, Hat ve Hisab yani Matematik derslerini tamamladığı yazıyor. Eş zamanlı olarak hafızlığını da bitiriyor. İcazet yani bir nevi üniversite diploması aldığı 30 yaşına kadar medresede ilim tahsil ediyor.
Arapça, Hadis, Fıkıh dersleriyle birlikte gök bilimleri konusunda dersler verecek kadar astronomi, matematik, hukuk öğreniyor. Arapça’nın yanı sıra Farsça ve Fransızca’yı tamamlıyor, medrese sonrası iki yıl temel tıp eğitimi görürken İngilizce’yi de öğreniyor.
Bir yandan bir hattat kadar güzel yazı yazabiliyor, binlerce insana bağı, bahçeyi meyve yetiştirmeyi öğretecek kadar ziraat biliyor.
Müridlerini dergahına kabul etmeden önce en az kendisi kadar ilim okuyup gelmelerini şart koşuyor. Hatta önce nefslerini yenmeleri için ilim uğrunda saatler süren yolculuklara mecbur ediyor. İlim öğrenme kısmını tamamlayan içeri alınmadan önce dergahın kapısında aylarca odun kırıyor, odun istifliyor.
Dergahına asla yardım kabul etmiyor. Arıcılık, hayvancılık, marangozluk, ayakkabı tamiri, çiftçilik ve meyve yetiştiriciliği ile uğraşıyor, kazandıklarının önemli bir kısmını fakire fukaraya dağıtıyor, bir kısmını iaşe için ayırıyor. Yani dergahın giderlerini tarladan, bahçeden ve birikimleriyle evladına açtığı manifaturacı dükkanından karşılıyor.
Bu mürşid-i kamil Kurtuluş Savaşı sırasında özel olarak Ankara’ya çağrılarak dua isteniyor.
Hiçbir zaman dergahının propagandasını, reklamını yapmıyor, diğerlerinden üstün görmüyor, şehir şehir dolaşıp mürid buluşmaları düzenlemiyor, hatta zamanın devlet erkan-ı dahi gidiyor.
İşte bu zatın dergahı da Tekke ve Zaviyeler Yasağı’ndan nasibini alıyor.
Peşine jandarmalar takılıyor. Yıllarını sığındığı bağ evinde geçiriyor.
Ve halini soranlara sadece “Mevla Görelim Neyler, Neylerse Güzel Eyler” diyor.
Bugün de durum farklı değil… Tekke ve Zaviyeler Resmen Kapalı…
Sadece iktidarda müspet bir siyasi görüş olduğu için kimse karışmıyor.
Ancak bu yasaktan güç alan ve bu topraklar için kanını döken beyaz sarıklılara ihanet edenler, sokakta iki sarıklı, cübbeli, şalvarlı insan görünce cin çarpmışa dönüyor.
Tekke ve zaviyelerin kapalı kalmasını savunanlar, orta yere çürük elmalar atarak göz boyamaya çalışıyor. Hakiki irfan ehli sessizce köşesine çekilmiş zikrine, ilim ve irfan eğitimine devam ediyor.
Şunu biliyoruz: Zalim zalimliğini yapacak, şarlatan bulacak; tiyatro oynatacak.
Peki bu şarlatanlığı biz öylece seyretmeye devam mı edeceğiz?
81 ilin hangi köşesine gitseniz gizli kapaklı; dernek, vakıf adıyla faaliyet gösteren bir dergah bulursunuz.
Birbirimizi kandırdığımız tekke ve zaviye yasağı saçmalığına son vermenin vakti hala gelmedi mi?
Çürük elmaları ayıklayacak mekanizmayı kuramazsak, ne yazık ki sağlam elma da kalmayacak.
Bizden söylemesi…