Özlem Coşan / Özel Haber

ESKİ Milletvekili Ufuk Uras, muhalefetin iktidar iddiası, mevcut siyasi tablo ve sistem tartışmalarına ilişkin önemli açıklamalar yaptı. Uras, Millet İttifakı’nın başarısız olduğu noktaların fotoğrafını çekti.

BURADA BİR GARİPLİK YOK MU?

"Türk solu bugün yaşanmakta olan sorunları demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet ve emekten yana bir seçenek oluşturarak aşma yönünde başarılı olamıyor" diyorsunuz. Mevcut muhalefeti nerede görüyorsunuz? Başka bir muhalefet tasavvuru mümkün mü?

Başka bir muhalefet tasarlamadan iktidar seçeneği olamazsınız. Biz hep Adalet ve Kalkınma Partisi karşısına bir alternatifin ancak daha çok özgürlük ve demokrasiyi savunan bir yerden yani geçmişin restorasyonu ve geriye dönmek üzerinden değil, geleceğe yönelik inşa üzerinden olabileceğini düşündük. İstesenizde istemesenizde pirinçten pilav olur ama pilavdan tekrar pirinç olmaz, en fazla lapa olur. Türev siyaseti, reaksiyoner siyaset değil kurucu bir siyaset olması gerektiği üzerinde hep durduk. Mesela CHP geleneğine bakın, 28 Şubat sürecini eleştirdiğimizde yani otoriter laiklik karşısında demokratik laikliği savunduğumuzda CHP’den bize demediklerini bırakmadılar. Şimdi yeni yeni bizim söylediklerimizi söylemeye başladılar Biz hep demokratik bir laikliği benimsedik. Mütedeyyinlerle sekülerlerin ortak değerlerde buluşmasını bu toplumun esenliği açısından anlamlı bulduk şimdi de anlamlı buluyoruz. Söylemlerde buraya gelinmesi doğrudur ama yeterli değildir. Şu anda anketlere baktığımızda aslında itiraf etmek gerekir ki, iktidar ile muhalefet arasında bir başabaş durumu var. Böyle çok büyük farklar olmayacak. Şu da ilginç: Yerel yönetimler ile beraber 25 yıllık bir iktidar var ve başta Ana muhalefet partisi olmak üzere oylar büyümüyor. Yani iktidarın yaptığı yanlışlar otomatik olarak size yaramıyor Burada bir gariplik yok mu?

ORTAK AKLA İHTİYAÇ VAR

İktidardan olası kopmalar muhalefete gitmiyor diyorsunuz.

Evet gitmiyor. Bu kararsız seçmenler AK Parti’ye oy vermiş ancak şimdi mesafeli ve ama partisine oy verip vermeme konusunda kararsızlık yaşıyor, yoksa AK Parti’den çıkayım şuraya gideyim demiyor. Deva ve Gelecek partisi veya Saadet partisi kendi farklılıklarını ortaya koyuyorlar ama çok büyük bir oy potansiyelini şimdilik elde etmiş gibi görünmüyorlar. Bu durum Muharrem İnce'nin partisi için de geçerli. Butik parti diyebileceğimiz küçük ya da orta ölçekli partiler bu 50+1 sisteminde daha da zorlanıyorlar. En küçük partinin bile dengeyi değiştirebileceğine yönelik taktik avantaj kazanmalarına rağmen, partilerin iktidar ve muhalefette oluşturdukları konsolidasyonu bozabilmeleri çok zor. Yani AK Parti’de de CHP de de merkezkaç güçler o yüzden büyüyemiyor. Bu çerçeveden baktığımızda elbette fikrî bir yenilenme ihtiyacı ve bunun için de ortak akla ihtiyaç var. Kendi içinde demokratikleşmenin sağlanmasına ihtiyaç var. Siyaset esnafı diyebileceğimiz kesimlerin dışında gençler gibi sosyal dinamiklerin siyasete dahil olması gereksinimi var. Biz bunları hep anlattık ve bizim başımıza en büyük felaket 2010 referandumunda geldi. Referandumda evet dedik diye bugün ne problem olsa sorumlusu nedense biz oluyoruz. Meğer ne kadar etkiliymişiz. 2010 referandumunda anayasa maddeleri değişirse bu AK Parti’ye yarar tezi savunuldu ve bu yanlıştı. Zira 'Kenan Evren'in faşist anayasasına dayanarak AK Parti'ye karşı daha iyi mücadele edilebilir' tezi kadar abuk subuk saçma bir tez olamaz. AK Parti'ye karşı olabilirsiniz, Erdoğan'a karşı olabilirsiniz ama bunun yolu Kenan Evren'in 12 Eylül anayasasını savunmaktan geçmez.

“AYRIŞMA İŞE YARAMAZ”

Konvansiyonel muhalefet biçiminin "woke generation"denen yeni nesle yeterli gelmediği söyleniyor. Sosyal medya muhalefetini düşünürsek bu anlamda yeni kamusal alanlar, daha küçük kamusallıklar oluşmaya başladı diyebilir miyiz?

Aslında en dönüştürücü siyaset, verili olan ve konvansiyonel alanın dışına çıkan siyasettir. Bu durum hem iktidar hem muhalefet için geçerli. Dijital devrimle beraber büyük ölçüde yeni bir politik kültür oluştu. Ortadoğu’yu kasıp kavuran Arap baharı başta bir şeref mücadelesi olduğu için buna olumlu bakmıştık. Daha sonra olay küresel güçlerin güdümüne girdi hatırlarsınız. İşte orada bile gençler bütün bu küreselleşme karşıtı hareketlerde de görüldüğü gibi bir lider üretmediler. Ama burada bir açmaz var. Bu gençler uzun vadede kendilerini üretemiyorlar. Mesela Sovyetik rejimlerin yıkılmasından sonra oluşan formlar daha sonra partilere dönüştüler. Esas olan dönüştürücü bir siyaseti ön plana çıkarmak. Ülkemizdeki temel ayrışma ise Cumhurbaşkanlığı sistemi ile parlamenter sistem üzerinden gerçekleşiyor. Partiler buna göre ayrışıyor. Siyaset bilimi açısından başkanlık sistemi ile parlamenter sistem arasında bir hiyerarşik durum yok; biri diğerinden daha iyidir diyemeyiz. Yeter ki şeff af, denetlenebilir olsun, merkezkaç güçlerin, yerel yönetimlerin yetkileri artırılsın. Tek başına parlamentarizm ya da başkanlık sistemi üzerindeki ayrışma seçmen tercihlerini belirler demek çok doğru olmaz. Yurttaşlar kendi günübirlik yaşamlarına odaklanıyorlarlar; tartışmalar onlara değiyor mu buna bakıyorlar.

BANA “AK PARTİLİ MİSİN” DENİLDİ

Burada bir inandırıcılık krizimiz var, bunu kabul etmek gerek. 2010 referandumu konusunu o yüzden örnek verdim. Orada mesele o reformları AK Parti'nin yapmasıydı yoksa CHP yapsaydı buna kimse itiraz etmeyecekti. Reformları kimin yaptığına bakarak tutum alınmaz ki! Biz AK partinin kapatılmasına karşı çıktık, vay sen AK partili misin denildi. Oysa ben partilerin kapatılmasına karşıyım. Ama yasakların kendisine karşı çıkınca bunlara tekabül eden Demirelleri, Baykalları, Erbakanları siyaseten illa savunmamız mı gerekiyor? Empati duymanız için sempati duymanız gerekmiyor, bunu demek istiyorum. Empatizan olmanız için sempatizan olmanız gerekmez. ABC'yi anlatmaktan Z'ye gelemiyoruz. Ya hep ya hiç siyaseti bu. Oysa hayat böyle gitmiyor. O pozitivistler yanılıyorlar. O yüzden Kant'ın ilkeleri savunan siyaseti ile Bentham'ın faydacı ve sonuca bakarım siyaseti arasında bir karşıtlık olduğunu görüyorum. Siz, diyelim ki, 12 Mart'ta Ecevit'in darbeye karşı tavrını olumlu bulduğunuzda hayat boyu Ecevit'in her tavrını olumlu bulacaksınız diye bir şey yok. Dolayısıyla burada sabit özneler de yok.

KAPİTALİZMİN KRİZİNİ GÖRÜYORUZ 

Dünya “Büyük İstifa” gerçeği ile karşılaştı. İş dünyasında yüksek ve orta kademelerde çok sayıda istifaya şahit olunuyor. Tedarik zinciri krizi ve istihdamın başını çektiği bu ekonomik süreç dünyayı nereye götürüyor? Biz kendi yerelimizde soruna ne gibi çareler üretebiliriz?

Marx’ın “para-meta-para” analizi vardır. Meta buharlaşınca siz paradan paraya artı değer de üretemiyorsunuz. Aslında klasik üretici güçlerin kapitalizmde gelişemeyeceği tezi de dijital devrimle beraber çökmüş oldu. Bu teknolojik dönüşüm esasen insanlığın mutluluğunu da sağlamadı. Kapitalizmin krizini küreselleşmeyle birlikte görüyoruz. Aslında bugünkü veri teknolojisi ile bizim 2-3 saat çalışmamız yeterli. Bu anlamda daha fazla istihdam sağlamak mümkün ancak piyasa dediğimiz şeyin ne merhameti ne de gelecek vizyonu oluyor. Nazım Hikmet bir şiirinde “Şarklıyız, isyanda haklıyız” der. Batı gibi doğu toplumlarının da bu anlamda bir açmazı var. Kritik bir söz ifade etmiştiniz “yeni bir kamusal alan” ihtiyacı. Bizim devlet ile yurttaş ilişkisinde o kamusal alanı yeniden tarif etmemiz lazım. Kamusal çıkarlar devletin bürokratik çıkarları değildir; müşterek alandır, yurttaşın çıkarıdır. 28 Şubat sürecinde kadınların başı bile kamusal alan olarak değerlendirildi, halbuki sivil alandır. Bizim ‘içselleştirilmiş kölelik’ denilen bu bize ait olmayan kavramlarla düşünme halinin dışına çıkmamız gerekiyor. Kelime olarak ‘yerli’ (native) dediğimiz kelimenin ‘milli’ (national) sözcüğü ile etimolojik ortaklığı tesadüfi değildir. Yerli olanla demokrasiyi daha çok içeren milliyetçilik arayışları bugün daha reaksiyoner anlayışların yerini almaya başlıyor. Bunun tam olarak gerçekleşmesi de ancak ‘yeni bir kamusal alan’ tarifiyle mümkün olabilir. Ekonomide ve hayatın her alanında demokratik hak ve özgürlükleri savunmak şeklinde bir kamusal alan tarifine ihtiyaç var. Bu başarılı olabilir mi, yaşayıp göreceğiz. Yoksa tek başına başkalarının günahları bizi aziz kılmıyor. 

Sistemden geri dönüş zor

Son günlerde Türkiye'ye yönelik rejim krizi vurgusu yapan yazılar uluslararası basında sıkça yer almaya başladı. Bu konuda siz neler söylersiniz? Niye erken seçim isteniyor? İktidarın değişebileceğini var sayıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından bakalım, Erdoğan'ın seçimleri kazanmak gibi bir kaygısı var mı? Var. İnsanların seçimleri kazanmak gibi bir kaygısının olması iyi bir şeydir. Mesela Çin'deki yöneticilerin seçimleri kazanmak gibi bir kaygısı yok çünkü garantidir. Bizim 'demokrasi açığı' dediğimiz problemler yine bizim gibi ülkelerde oluyor. Bir Suriye Baas rejiminde demokrasi açığı diye bir problem olamaz; çünkü orada demokrasi yok. Dolayısıyla o açığı kapatmak açısından yol haritamıza baktığımızda bugünden yarına parlamenter sisteme geçişin çok kolay olmadığını sayısal açıdan görüyoruz. O zaman burada bir geçiş süreci gerekecek. Başkanlık sistemi ile ilgili olarak esas kritik olan 2007 referandumu yani cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi meselesidir. İşte burada geriye dönüş o kadar kolay değil. Yani siyaseten siz çıkıp Cumhurbaşkanı’nı halk seçmesin dediğinizde halkın tercihlerine ilişkin bir güvensizlik ima etmiş olursunuz.

Editör: Haber Merkezi