İyiliğin memleketi kalptir. Kalbinden ayrılanın, huzuru yoktur. Güzel olan her şeyin bir bir sömürüldüğü, tüketim çağında dik bir duruş, yeniden mutluluk istiyorsak, iyilik evine geri dönmeliyiz. Masum olduğumuz, birbirimizin elini çıkarsız tuttuğumuz günleri özlemeyen var mı? En küçük yanlışta utanıp, kızardığımız anlara sarılamıyorsak bilin ki insanca yaşamdan çok uzaktayız. İyiliğin kalbi vicdan, gözleri adalet, elleri merhamet, ayakları vefa, kolları güven, yüzü mütevazi ! iyiliğin kanı, sır. Damarları haysiyet, Teni hoş görü, nefesi saygı. İyiliğin yüzü alın teri, bakışları kul hakkı. Kokusu teslimiyet. Evet, sevginin de tarifi değil mi bu! Hani bizi hırpalayan, yoran dostluğun da… Hiçbir şeye geç kalmadık. Kendimizi küçük bir sorguya çekip, içimizdeki iyiliğe şans vermeliyiz. Af adlı duygunun rengidir gün batımları. “İyiliğin ilmine sahip olamayana, bütün diğer ilimler zarar verir.” Diyen Montaigne’nin bu cesur ve haklı cümlesine düğümlenip, nefes almak hepimizi rahatlacaktır.
Orijinal adı, “Chaharshanbeh,19 Ordibehesht olan İran yapımı film, Vicdanın Sesi olarak da bilinir. 2015 yılında gösterime giren bu film, oğlunu küçük yaşta kaybeden bir babanın, on bin dolarlık bağış yapmak için, verdiği gazete ilanı sonrası olayları konu alır. Polisin müdahalede zorlandığı kalabalık, ihtiyaç sahiplerinin ürkütücü hikâyeleri ve parayı almak için direnen iki kadın. Vicdanın sesi ile iyiliğe sürüklenen adamın karşısına yeniden vicdan çıkar ve zorlanır. İyiliğin bizi getirdiği yer, mağduriyet ve kargaşa olmamalı. İyilikte de özenli olmalıyız. Ahlaksızlığın temelini teşkil eden menfaat, güçsüzü ezdiren sistemi savundurur. Manevi dünyamızın depolarını hızla boşalttık. Ego denilen zehir, sarmaşık misali yayılıyor topluma. Biz kimiz sorusunu sorun arada kendinize. Ama sorun. Bir iş adamı bir yandan engelliler için dernekler kuruyor, huzur evlerini ziyaret ediyor, cami-çeşme yaptırıyor diğer yandan iş yerinde garibanın hakkı yiyor. Üç kuruşa işçi çalıştırıyor, sigorta yapmıyor, çalışanı aşağılıyor, vergi kaçırıyor. Hem ahlaksız yap hem de temiz toplum için savaş. Hayır hasenat ile göz boya sonra da vicdan ile didiş. Para hırsı kalbi kör edince iyiliği kullanmaktan utanmaz insan. Bu zihniyet toplumun suç oranının yükselmesine hizmet eder. Hırsızlık, dolandırıcılık, zehir tüccarlığı, çocuğu taciz gibi hayvani güdüler girer devreye. İyiliğin altını eştiğinizde yalan, riya gösteriş, israf gibi insanlık dışı haller buluyorsanız bilin ki manevi değerlere karşı hassasiyetiniz kullanılmıştır. “Eğer iyiliğin nedeni varsa, sonunda bir ödül varsa o iyilik değildir.” demiş Tolstoy. Haklı da. Menfaatin cebinde iyilik olmaz ki. Aldatmayalım kendimizi. İyiliğin de bir duruşu olmalı. Fonda zaaf ve alışkanlıklar olmamalı. Merkezine inancını alan kişi, kulluk vazifesini ve iyilik için uğraşırken, diğer uçta birinin mağduriyeti için didiniyorsa, onu zor durumda bırakmaktan adeta zevk alıyorsa geçtiği boyut, zalimliktir. Bunlar gurur ve kibir abidesi,” ene ene” diyenler! Bunlar rezilce yaşayan insan müsveddeleri. İyiliğin elbisesini sökmeye çalışanlar, ölüm ile kaplanışı unutanlardır. İnsanın, insan kalma borcu vardır bu dünyaya. Vurdum duymazlık virüsüne dur demeliyiz. Bugünün penceresinde, Oğuz Atay’ın sesi: “Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İnsan yerine bir yığın kuklalar yaratıyoruz.”