Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Al Jazeera English sitesine, “16 Nisan halk oylaması” ve “cumhurbaşkanlığı sistemi” hakkında röportaj verdi.
“Türkiye’nin neden cumhurbaşkanlığı sistemine ihtiyacı var? Neden hükümet şu anda uygulanan parlamenter sistemin Türkiye’yi yönetmek için yetersiz olduğunu düşünüyor?” sorusu üzerine Kalın, Türkiye’nin tam anlamıyla bir parlamenter sistemle değil, 1960 darbesinden sonra cunta tarafından dizayn edilen ve 1980’de yeniden ince ayarları yapılan karma bir sistemle yönetildiğini ifade etti.
Bu karma sistemin, statükoyu muhafaza ederek, askeri vesayet rejiminin korunmasını hedeflediğini belirten Kalın, mevcut sistemin zayıf koalisyon hükümetlerini ortaya çıkardığına, sivil siyasette bölünmelere yol açtığına dikkati çekti.
Geçmişte bu tür hükümetlerin verimli çalışamamasının birçok askeri darbeye zemin hazırladığını vurgulayan Kalın, 1980’de darbe gerçekleşmeden önce Meclisin 115 tur oylama yapmasına rağmen cumhurbaşkanını seçemediğini, 1997’de görevde olan koalisyon hükümetinin, kısmen Refah Partisi’nin koalisyon ortağı ordudan çekindiği için tehditlerle görevden el çektirildiğini anımsattı.
Kalın, bu anlamda cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye demokrasisinin kendisini dış müdahalelere karşı koruma kapasitesini artıracağına dikkati çekerek, zayıf koalisyon hükümetlerinin ekonomiyi yönetmekte başarısız olduklarını ve doğrudan yabancı yatırımları çekecek yatırım ortamını oluşturamadıklarını belirtti. 2002’den itibaren Türkiye’nin tek parti hükümetleri tarafından yönetildiği için yapısal reformların kolaylıkla hayata geçirilebildiğini ifade eden Kalın, teklif edilen değişikliklerle, uzun vadeli siyasi istikrarın güvence altına alınacağını ve buna bağlı olarak Türk ekonomisinin daha da güçleneceğini bildirdi.
“Kendi çıkarlarımızı koruruz”
Kalın, “Bir süredir Türkiye-AB ilişkileri gergin bir seyir izliyor ve her iki taraf birbirini üyelik müzakerelerinin ilerlememesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi, mülteciler ve vizesiz seyahat gibi konularla ilgili suçluyor. Son olarak Türk bakanların Hollanda ve Almanya’ya referandum kampanyası kapsamında ziyaretleriyle ilgili tartışma, gerginliği yeni bir seviyeye taşıdı. Gelecekte Türkiye-AB ilişkilerinden ne beklemeliyiz? Batı’da bazı isimlerin iddia ettiği gibi Türkiye AB’den uzaklaşıyor mu?” sorusuna, şu yanıtı verdi:
“Öncelikle Türkiye ve AB’nin yaşanan gerginliklerden eşit ölçüde sorumlu olduğu ifadesi gerçeği yansıtmıyor. Bugün birçok Avrupa ülkesi, aralarında PKK ve FETÖ’nün de bulunduğu, Türkiye’de masum insanları katleden terör örgütlerine kucak açıyor. Geçtiğimiz haftalarda bu ülkeler Türk diplomatları gözaltına alarak diplomatik kuralları ihlal etti ve açıkça ‘hayır’ kampanyasına destek olarak referanduma müdahil oldu. Buna karşın Türk yetkililer yalnızca yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla bir araya gelip, kendilerini teklif edilen değişikliklerle ilgili bilgilendirmek niyetinde. Bunu Avrupalı siyasetçiler Türkiye’de de yapıyor. Avrupa aşırı sağcılara göz kırpmaktan, teröristlere yataklık yapmaktan ve Türkiye’ye ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza karşı saldırgan tavırlar sergilemekten vazgeçerse mevcut durum düzelebilir. Bu kapsamda Türkiye’nin AB’den uzaklaştığı iddiası da yaşananları çarpıtmaktır. Eğer Avrupalıların iş birliği ve ortaklıktan anladıkları, ortaklarının onlar ne isterlerse onu yapmasıysa, o zaman bu kavramların ne anlama geldiğini yeniden düşünmeleri gerekir.”
Türkiye’nin bir NATO müttefiki ve AB’ye aday bir ülke olduğunu hatırlatan Kalın, “Ancak biz aynı zamanda egemen bir devletiz ve kendi hedeflerimiz uğrunda çalışıp, kendi çıkarlarımızı koruruz. Hiçbir ortaklık tek taraflı olamaz. Türkiye-AB ilişkileri de bu kuralın istisnası değildir.” değerlendirmesinde bulundu.