Gündem

Darbeci hain Akın Öztürk, ilk kez hakim karşısına çıktı

Abone Ol

Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlerle ilgili, sözde “Yurtta Sulh Konseyi” üyelerinin de aralarında bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davanın görülmesine başlandı.

Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesindeki davada, sanık savunmaları başladı. İlk savunmayı eski Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesi Akın Öztürk yaptı.

Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, sanıkların kimlik tespitlerinin ardından, iddianamenin özetini okudu. İddianamenin özetinin okunması yaklaşık 1,5 saat sürdü.

Hakim Dik ile bazı sanık avukatlarının duruşmanın usulüne ilişkin konuştukları sırada, sivil şehit Mucip Arıgan’ın annesi Saliha Arıgan, “Bunlara bu kadar hak vermeyin, ayıptır.” diyerek bağırdı. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Dik, “Sen bana usulü öğretemezsin, çık dışarı” diyerek tepki gösterdi. Bazı mağdur ve müşteki yakınlarının araya girmesi üzerine Hakim Dik, Arıkan’ın sessiz kalması şartıyla duruşmayı izlemesine izin verdi.

İlk savunmayı Öztürk yaptı

Duruşmada daha sonra sanık eski Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesi Akın Öztürk savunmasını yaptı. Öztürk, 1970 yılında askerlik yemini yaparak mavi üniforma giydiğini belirterek, “Bugüne kadar bayrak, vatan, cumhuriyet uğruna seve seve canımı vereceğime dair ettiğim yemine sadık kalarak, bana verilen görevleri üniformama halel getirmeyecek şekilde bugüne kadar yaptım. Ettiğim yemine ölsem dahi hala sadığım, geçen zamanda duygu ve düşüncelerimde hiçbir değişiklik olmamıştır.” dedi.

Hain suçlamasıyla yargılanmanın kendisine verilecek en büyük ceza olduğunu savunan Öztürk, “Yüce milletim, beni yetiştiren komutanlarım ve silah arkadaşlarım iyi bilsin ki bu hain darbe girişimiyle hiçbir ilgim, katkım, hatta haberim yoktur.” diye konuştu.

Bu sırada şehit annesi Arıgan, Öztürk’e tepki gösterdi. Bunun üzerine de Mahkeme Başkanı Dik, kadının salondan çıkarılması talimatı verdi. Arıgan, güvenlik güçlerince salondan çıkartıldı.

Öztürk, orgeneral rütbesine ve belli bir yaşa gelmiş asker olarak silah arkadaşlarına, devletin kurumlarına silah doğrultacak bir kişi olmadığını savunarak, darbe teşebbüsüyle alakası olmadığını yineledi ve şehit ailelerinin acılarını paylaştığını, aynı acıyı hissettiğini söyledi. Öztürk’ün bu sözleri üzerine de salonda bulunan müşteki ve mağdurlar tepki gösterdi.

Sanık Öztürk, 46 yıllık pilotluk hayatında defalarca ölümle burun buruna geldiğini, hain olarak yargılanmaktansa bu olaylar esnasında şehit olmak istediğini anlattı.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün Türkiye ve vatandaşlara büyük bir travma yaşattığını kaydeden Öztürk, darbe teşebbüsüne katılan, katkısı olan, gerçekleşmesi için maddi ve manevi çaba gösterenlerin eylemlerinin derecesine göre cezalandırılması gerektiğini ancak evrensel hukuk kuralları uygulanarak, suçlu ve suçsuzun kesin kriterlerle ispatlanmasının istek ve arzusu olduğunu kaydetti.

Fiil, fail ve delil üçlemesinin hangi sırayla uygulanacağı konusunda endişeler taşıdığını ifade eden Öztürk, “Delilden sanığa ulaşılmasını tercih ediyorum. Aksi uygulama, sanıktan delile ulaşılması tercih edilirse, henüz neyin ne olduğu belli olmadan hakkımda basın ve yayın organlarında kamuoyu oluşturma, linç kampanyasına yönelik haberler delil olarak değerlendirilirse masumiyet karinesi ihlal edilmiş olur.” dedi.

İddianamede üzerine atılı suçlamaları kabul etmeyen Akın Öztürk, 4 Temmuz 2016’da babasının rahatsızlığı nedeniyle İzmir’e gittiğini, 9 Temmuz’da yeğeni Tuğrul Öztürk’e kız istemek için Tekirdağ Çerkezköy’e geçtiklerini, 10 Temmuz’da tekrar İzmir’e döndüğünü, 15 Temmuz’a kadar Hava Kuvvetleri Komutanlığının Özdere eğitim kampında kaldığını söyledi.

15 Temmuz’da Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın Ankara’ya geleceği bilgisini alınca, Çolak’ın geldiği uçakla Ankara’ya geçmeye karar verdiğini, bu kararında eşinin rahatsızlığının da etkili olduğunu belirten Öztürk, 15 Temmuz 2016 tarihinde öğle saatlerinde Ankara’ya geldiğini, torunlarını görmek için Akıncı 4. Ana Jet Üssü lojmanlarında ikamet eden kızının evine geçtiğini, eşinin rahatsızlığı nedeniyle o geceyi orada geçirme kararı aldıklarını ve korumalarını, şoförünü Ankara’ya gönderdiğini anlattı.

Öztürk, “Darbeyle ilgim olsa, bilgim olsa eşim, kızım ve torunlarımı bu işe karıştırır mıyım? Ayrıca o gece bana lazım olmayacak mıydı aracım, korumam, şoförüm, bunları 50 kilometre öteye neden göndereyim?” diye konuştu.

İddianamede yer alan gizli tanık Kuzgun’un “Akın Öztürk, Ankara-Çukurambar’da ve başka bir adreste darbe toplatılarına katıldı.” şeklindeki ifadesinin tamamen yalan ve gerçek dışı olduğunu savunan Akın Öztürk, “Benim 3 Temmuz’da kampa katılıp, 15 Temmuz’da kamptan ayrılmam dikkate alındığında gizli tanığın beyanlarının gerçek olmadığı aşikardır.” dedi.

Korumasının Akıncı Üs bölgesinden ayrılmasının ardından kendisini telefonla arayan koruma astsubayı İsmail Keskin’in, “Genelkurmay’a saldırı oldu” dediğini aktaran Öztürk, korumalarını tekrar çağırdığını, konuyu sorduğunu anlattı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı harekat merkezlerini arattığını, üçüncü aramada telefona çıkan binbaşının koruma astsubayı Keskin’e, “Partigöç isimli generalin bilgi verebileceğini” söylediğini, bunun üzerine bu binbaşıdan aldıkları telefonla, Keskin aracılığıyla Partigöç’ü aradıklarını kaydetti.

Kızının evinde olduğu sürede Orgeneral Abidin Ünal’ın kendisini arayarak, “Abi Ankara’da uçaklar uçuyormuş, havadaymış. Sen Ankara’dasın Üsse geçip bir bakar mısın? Bana bilgi verir misin?” ricasında bulunduğunu, Akıncı Üssü’nün Karargah bölgesine gittiğini ve komutan odasına girdiğini anlatan Öztürk, şöyle devam etti:

“Komutan odasına girdiğinde misafir koltuğunda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın oturduğunu gördüm. İçeride Kubilay Selçuk, Mehmet Dişli, Ömer Faruk Harmancık ve Hakan Evrim vardı. Komutan bana Kubilay Selçuk, Mehmet Dişli, Ömer Faruk Harmancık ve Hakan Evrim’i göstererek, ‘Bunlar bu işi yaptılar. Bunlarla konuş, bunları ikna et.’ demesiyle konuya vakıf oldum. Abidin Paşa beni aradığı zaman ilk defa televizyonda ‘Ankara üzerinden uçaklar uçuyor’ yazısını gördüm. Akabinde Hulusi Akar bana ‘Git şunlarla bir konuş, ikna et, bu iş burada bitirsinler, daha fazla uzatmasınlar.’ dedi. Ben de bunun üzerine darbe yapanların yerinin 143. Filo olduğunu öğrendim. 143. Filoya gittim. Darbecileri engelleyebilmek, Komutanın ifadeleriyle yaptıklarının yanlış olduğunu, bu işten vazgeçmeleri gerektiğini tekrarladım. Harmancık’ın ‘kararlıyız’ ifadesiyle ve etrafımdaki silahlı unsurların bana bakışları, tanımadığım karacıların bakışlarıyla…

Bu personelin beni tanımaması ve davranışlarının uygun olmaması üzerine, emir astsubayım İsmail Keskin’e üniformamı getirmesini söyledim, yolların kesik olduğunun söylenmesi üzerine de üs bölgesinden bana bir üniforma ayarlamasını istedim. Bana kısa gelen bir pantolon ile üzerime tam oturmayan bir kıyafet giydim, gülünç durumdaydım. Üzerime tam uymayan bir üniformanın içinde bir darbe liderliği, konsey başkanlığı yapmanın ne kadar komik olacağını takdirlerinize sunuyorum. Daha sonra Hulusi Akar’ın yanına tekrar girdim, Komutana ‘arkadaşların ikna olmadığını’ söyledim. Sabah kadar 3-4 kez belki 5 defa üsse giderek, yaptıkları işten vazgeçirmeye çalıştım. Silahlı kişilerin tavırlarından dolayı çoğunlukla yatıştırıcı, yapıcı bir dille darbecileri ikna etmeye çalıştım. Gecenin ilerleyen saatlerinde ikna olmaya başlayınca durumu Komutana tekrar arz ettim.”

Sanık Akın Öztürk, Genelkurmay Başkanı Akar’ın Başbakan Binali Yıldırım ile telefonla görüştüğünü, ardından Mehmet Dişli ile helikopterle Başbakanlığa geçtiğini, kendisini de “darbecileri iyice ikna etmesi için” üste bıraktığını söyledi.

Bu sırada 8-10 kez Mehmet Dişli’yi telefonla aradığını, Dişli’nin 2-3 kez telefonu açtığını anlatan Öztürk, şöyle devam etti:

“Ben ona ‘Hani beni buradan aldıracaktınız, helikopter gelmedi’ dedim. Bana ‘Komutana ilettim.’ dedi. Ancak beni almak için herhangi bir helikopter gelmeyince ben de orada bulunan helikopterle Başbakanlığa gitmek için bindim. Ancak havalanıp 4-5 metre yükseldikten sonra helikopterin vurulması sonucu, yaralandım, helikopter kalkamadı. Bu inişten sonra Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler’in Akıncı Üssü’nde rehin tutulduğunu öğrendim. Karargaha gidip, rehin tutulduğu odada elindeki ve ayağındaki bağları kestim ve kendisini kurtardım. Abidin Ünal’ı buldum ve birlikte diğer generalleri kurtarıp, diğerlerini askeri savcıya teslim edip Hava Kuvvetleri Komutanlığına intikal ettim.

Ben Karargah’ta basın bildirisi hazırladıktan sonra Sayın Milli Savunma Bakanımız Fikri Işık ile görüşüp, yaşadıklarımı, akşamdan beri Sayın Genelkurmay Başkanının yanında olduğumu arz ettim. Basında iddia edildiği gibi Mehmet Partigöç ile şahsen konuşmadım. ‘Yurtta Sulh Konseyi’ isimli oluşuma dahil olmadığım gibi bu oluşumun ismini ilk defa emniyet aşamasında polislerden duydum. Varlığı ispat edilemeyen bir konseyin üyesi nasıl olabilirim? Onu şiddetler reddediyorum. Genelkurmay Başkanının darbenin başına geçirilmesi konusunda oluşturulan ekibe katılmadığım gibi komutanın ikna edilmesi için herhangi bir çabam olmamıştır. Bu husus Genelkurmay Başkanının kendisine sorulabilir. Huzurda bulunan sanıkların hiçbirisi benim olaya karıştığımı, katkıda bulunduğumu, emir ve talimat verdiğimi söyleyemez.”

Sanık Öztürk, konumu itibarıyla sembolik bir görevde bulunduğunu, emir-komuta yetkisi olmayan, Şubat 2016’da emeklilik dilekçesini ilgili makamlara veren, yasal hakkı olan konutunda oturmak için konut talebinde bulunan, 3 koruması, 1 şoförü dışında mahiyeti bulunmayan, YAŞ üyesi olarak görev yapan bir komutan olduğunu vurgulayarak, “Kuvvet Komutanlığından sonra Genelkurmay İkinci Başkanlığına, Genelkurmay Başkanının ikna edilememesi halinde Genelkurmay Başkanlığına getirileceğim ifadesi var. Beni kim nasıl ikna edebilmiş, bunu birisi söyleyebilir mi? Genelkurmay İkinci Başkanlığı benim için tenzili rütbe ama Genelkurmay Başkanlığı yapacakmışım. Beni kim ikna etmiş, ben razı olmuş muyum? Bu da belli değil.” diye konuştu.

Şüpheli Mehmet Akça’nın “Komutan Akın Paşa, darbeyi Sulh Konseyi yaptı, başında Akın Paşa var” şeklindeki ifadelerinin de doğru olmadığını savunan Öztürk, Mehmet Akça’yı tanımadığını, bu kanaate hangi verilerden sahip olduğunun bu kişiye sorulmasını talep etti.

Öztürk, savunmasında şunları kaydetti:

“Darbe girişimi yaptığı iddia edilen cemaat, tarikat, terör örgütleri gibi oluşumların asıl amaçlarının Cumhuriyetimizi hedef aldığını açık açık söylemişimdir. Ne amaçla kurulurlarsa kurulsunlar bunların sonuçta Cumhuriyetimizin altına konmuş birer bomba haline geldiğini bütün Hava Kuvvetleri personeline defalarca söylemişimdir. Yarım asra yakın askeri bilgi ve tecrübelerimi, komutanlarımın bana verdiği emekleri, Mustafa Kemal Atatürk’e ‘deccal’ diyebilecek kadar hainliğe ulaşacak 3-4 imamın kullanımına verecek birisi değilim. Devletimizin bekası için tek çarenin milletin birlik ve beraberliğine her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğunu, bunun için de milletimizin yegane ortak paydası olan al beyaz bayrağımızın altında tek vücut olmamız gerektiğini her fırsatta ifade ettim. Personelimi bu konuda yaptığım konuşmalarda, her zeminde kendi sözüm olan ‘Aşkımız bayrak, sevdamız Türkiye, rehberimiz Mustafa Kemal Atatürk’tür’ ifadelerini belki binlerce kez söylemişimdir.

Ancak kalpler toplu atarsa başarıya ulaşırız, millet olarak. Mehmet Akif’in dediği gibi ‘toplu atarsa kalpler, onları top bile susturamaz’ inancını hep taşırım. Ben 1960 darbesini, 1971 muhtırasını, 1980 darbesini, 28 Şubat olaylarını yaşamış, milletin üzerindeki olumsuz etkilerini gören bir asker olarak, bu darbe girişimini haklı görecek veya destekleyecek bir kişiliğe, yapıya sahip değilim. Bu yaftayı üzerime çiviyle çaksalar da tutturamazlar. Ancak birisi beni buraya monte etmiş, ne niyetle, ne sebeple bilemem. Onu ben yargıdan istirham ediyorum, ortaya çıkarsınlar.”

Sanık Akın Öztürk, eşi ve kendi mal varlığı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını, tahliyesini ve beraatini talep etti.