EMRE KARACA – ANALİZ

Dünya genelinde yansımaları büyük olan ABD Başkanlık Seçimini büyük bir merakla takip eden ülkelerin başında İsrail geliyor. Ülkenin inatçı Başbakanı Binyamin Netanyahu kısa bir zaman diliminde (9 Nisan 2019 ile 2 Mart 2020 aralığında) yaşadığı üç farklı genel seçime ve birçok entrikaya rağmen koltuğunu -şimdilik- muhafaza etmeyi başardı. Ülke içi muhalefet tarafından ABD’deki Cumhuriyetçi blokla fazla angaje olduğu iddiasıyla suçlanan Başbakan Netanyahu’nun, ABD seçimlerini çok büyük bir dikkatle takip ettiğini söylemek pek de spekülatif bir tahmin olmayacaktır.

Her ne kadar resmî olarak açıklanmasa da seçimi Demokrat Parti adayı Joe Biden’ın kazandığının fiilen netleştiği dünya kamuoyunda kabul edilmiş durumda. Biden’ın eşi benzeri görülmemiş Trumpizm döneminin ardından nasıl bir dış politika ajandasına sahip olacağı gündemin yeni maddesi olarak karşımıza çıkıyor. Biden dönemine dair projeksiyon yapan analizlerin mutabık kaldıkları nokta, dış politikada keskin bir dönüşümün gelmekte olduğu yönünde. Bu muhtemel değişimle en çok ilgilenen ülke liderlerinin başında ise Binyamin Netanyahu geliyor.

ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi parti kanatlarının temel olarak İsrail dostu bir çizgide oldukları söylenebilir. Her ne kadar Demokrat Parti’nin ilerici kanadında, ihtilaflı konularda İsrail’in mevcut politik duruşuna epey mesafeli olan bir damar olsa da, iş icraata gelince Joe Biden ve ekibi daha dengeli bir yaklaşıma sahip olacaktır

NORMALLEŞME NEREYE VARACAK

Yeni dönemde merakla beklenen konuların başında Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme sürecinin nasıl devam edeceği sorusu var. Bu stratejinin sonucunda şu ana kadar Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn ile normalleşme anlaşmaları imzalandı. Biden yönetiminin atılan bu adımlara yaklaşımı pozitif. Biden, BAE’yle ilişkilerde atılan normalleşme adımlarını “cesur ve ihtiyaç duyulan bir devlet adamlığı hamlesi” olarak nitelendirmişti. Bu konuda en gerçekçi varsayımın, İsrail devletinin Trump döneminde elde ettiği bölgesel meşruiyete Biden kanadının da destek vereceği ve somutlaşan bu momentumu (Suudi Arabistan, Umman gibi) körfez ülkelerinde de devam ettirmek isteyeceği öngörülebilir.

Biden’ın ABD elçiliğini yeniden Tel Aviv’e taşıması ise pek muhtemel gözükmüyor. Biden, 1995 yılındaki bir senato oturumunda ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınması teklifine şifahen destek vermişti. Buna karşılık olarak yeni Washington yönetiminin, Trump döneminde kapatılan ve Filistinlilere de hizmet veren Kudüs Başkonsolosluğunu yeniden açabileceği belirtiliyor. Yine aynı şekilde iki senedir kapalı olan Washington’daki Filistin misyonunun yeniden açılması da diplomatik tıkanmayı aşma noktasında katkı sağlayacaktır. Biden kanadının atacağı en somut adımlardan biri de Filistin yönetimine yapılan ekonomik yardımları (Trump bunları da geri çekmişti) geri getirmek olacaktır. İsrail’de bazı uzmanlar Biden’ın seçilmesinin İsrail için orta ve uzun vadede daha olumlu olacağını düşünüyor.

Bu fikrin altında, Biden döneminde ABD-İsrail ittifakının uluslararası prestijinin daha yüksek olacağı ve olası Netanyahu sonrası iç politik iklimde bu ortaklığın daha kalıcı kazanımlara evrileceği düşüncesi yatıyor. Netanyahu’nun yeni yılın başlarında devam edecek olan mahkeme süreci ve İsrail iç siyasetindeki hükümet krizinin kırılgan bir koalisyonla tedrici bir çözüme ermiş olması da siyasi arenada orta vadede farklı yüzlerin sahne alma olasılığını gündemde tutuyor.

Biden yönetiminin yasadışı yerleşimlerde yapılan inşaatlara karşı baskıyı arttıracağı yönünde genel bir beklenti bulunuyor. Ancak Obama döneminde tedrici olarak fayda sağlayan bu söylem siyasetinin kalıcı çözüme tahvil edilmesi zor görünüyor.

Biden’ın geçmiş karnesine bakıldığında iki devletli çözüm önerisine destekleyici bir tutuma sahip olduğu görülüyor. Nitekim hem Biden hem de yardımcısı Kamala Harris, iki devletli çözümün destekleyicisi olduklarını kampanyaları sırasında da yenilemişti.

TRUMP DÖNEMİNİN MİRASI

Trump kendinden önceki tüm ABD yönetimlerinin adeta içtihat teşkil eden politikasını bir kenara koyarak, geçen yıl Mart ayında işgal altındaki GolanTepeleri’ni “İsrail toprağı” olarak gören kararı imzalamıştı. Trump yönetimi, yine benzer bir şekilde işgal altındaki Batı Şeria’da yer alan Yahudi yerleşim birimlerini “yasa dışı görmeme” kararını da Kasım 2019’da almıştı.

Ancak bu tek taraf ı ve dayatmacı politikalar, uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi dünya kamuoyunda da tepki gördü.

Biden yönetiminin yasadışı yerleşimlerde yapılan inşaatlara karşı baskıyı arttıracağı yönünde genel bir beklenti bulunuyor. Ancak Obama döneminde tedrici olarak fayda sağlayan bu söylem siyasetinin kalıcı çözüme tahvil edilmesi zor görünüyor.

Son olarak İsrail’de, Biden’ın henüz resmi olarak görevine başlamaması fırsat bilinerek Doğu Kudüs’te bulunan RamatShlomo Yahudi yerleşim biriminde 108 yeni konut inşa edilmesi planı onaylandı. Bu hamle, Biden yönetiminin getireceği yerleşim faaliyetlerini kısıtlama politikasına karşı bir ön alma girişimi olarak yorumlanıyor. Biden cephesi, masaya dönmeyi ve nükleer anlaşmayı yeniden devreye sokmayı vaat ediyor. Bu muhtemel hamlenin İsrail’de mevcut yönetimin kaşlarını yeniden kaldıracağını öngörmek yanlış olmaz. İki ülke ilişkilerinde uyuşmazlığın ayyuka çıkacağı konu İran ve olası yaptırımlar olacaktır

ODADAKİ FİL İRAN

ABD’de yaygın kullanılan bir deyim olan “theelephant in theroom”, yani odada olmasına rağmen görmezden gelinen büyük sorun ABD-İsrail ilişkilerinde uygun bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. İki ülke arasındaki tüm diyaloglarda İran realitesi, aleni ya da zımni olarak tarafların politikalarına tesir ediyor. Obama döneminde hazırlanan ve diplomatik bir zafer olarak lanse edilen İran Nükleer Anlaşması, İran’la gerilimi daha barışçıl bir zemine taşımayı amaçlamış ve müzakere sanatının sorun çözücü misyonunu yeniden gösteren bir model olarak sunulmuştu. Ancak Trump yönetimi 2018 yılında anlaşmadan çekildiğini açıkladı, İran’a karşı ekonomik yaptırımları tatbik etmeye devam etti ve son olarak Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye suikast düzenleyerek diplomatik çözüm odaklı olmayan aksiyonlar silsilesine imza attı. ABD’nin ekonomik yaptırımları İran ekonomisine büyük zarar verse de ana hedef olan, İran’ın nükleer programı dahilinde uranyum stoku zenginleştirmesinin önüne geçemedi.

Netanyahu yeni fotoğrafın neresinde

İsrail tarihinin en uzun süreli başbakanlık yapan ismi olan Netanyahu Demokrat başkanlar Bill Clinton ve Barack Obama ile de çalışmıştı. O dönemlere nazaran bugün fark ise, Netanyahu’nun mevcut siyasi pozisyonunun daha zayıf ve kırılgan olması. Haftalardır ülke çapında devam eden protestolar ve güven veren bir koalisyonun işbaşında olmaması Netanyahu yönetimini zora sokuyor. Netanyahu’nun resmi Twitter hesabının arka planında Trump’la birlikte çekilmiş bir fotoğraf bulunuyor. Netanyahu’nun önümüzdeki dört yılın sonunda bu mutlu fotoğraf karesini Biden’lı versiyonuyla değiştirmesi ise pek mümkün gözükmüyor. Daha geleneksel kodlara sahip olan Biden’ın İsrail’le ilişkilerde Trump döneminin bazı kazanımlarını içselleştirip, Filistin cephesiyle de daha sıcak bir diyalog sürecine girmesi en öngörülebilir senaryo olarak karşımıza çıkıyor.

Yapısal bir değişim iyimserlik olur

ABD ile İsrail arasındaki müttefiklik ilişkisi siyasal aktörlerin de ötesinde yapısal bir derinlik taşıyor. Netice itibariyle ABD siyasetinde aktörlerin yaklaşımı değişse de İsrail’i önceleyen politikaların mevcudiyeti değişmiyor. Trump döneminde atılan tek taraflı, bir tarafı yok sayan uygulamaların Biden döneminde atılmayacağını tahmin etmek kolay olsa da işbirliğine dayalı yeni politik ajandanın yapısal bir değişime yol açacağını söylemek de fazla iyimser bir öngörü olacaktır.

Editör: Haber Merkezi