Röportaj/Demet İlce
YKS’ye 2023 yılında rekor başvuru yapıldı. Milyonlarca öğrenci 27 Temmuz-8 Ağustos tarihleri arasında başvurularda bulundu. 14-18 Ağustos tarihleri arasında açıklanması beklenen tercih sonuçları öncesinde, Beykent Üniversitesi Öğrenci Dekanı Serhat Butur, öğrencilere önemli tavsiyelerde bulundu. Butur, gelecek 10 yılın mesleklerini sıraladı.
“GELECEK YIL 4 MİLYON KİŞİNİN BAŞVURMASI BEKLENİYOR”
Hayalindeki bölümü tercih eden ya da geleceklerini garanti gördükleri bölümü tercih eden üniversite öğrenci adayları için ne gibi önerileriniz var? Bu 2 ya da 4 yıllık eğitim süreçlerini nasıl değerlendirsinler?
“Çok heyecanlı bir dönem atlattık hep beraber. Aslında milyonlarca öğrenciyle beraber tercih danışmanlıkları yapıldı, tercihler yapıldı, kafalar karıştı. Birçok videolar izlendi. Mesleklerle ilgili videoların izlendiği dönemleri yaşadık. Masanın öbür tarafında olan kişiler, anne ve babalar daha çok heyecan yaşadı. Çünkü çocukları için en güzel mesleği bulmaya çalışıyorlar. Onlara eşlik ediyorlar. Mentorluk etmeye çalıştılar.
Bu sene bir rekor kırıldı. 3 buçuk milyon öğrenci başvuru yaptı. 2 milyon 900 bin civarında da sınava giren oldu. Bu aslında kafa karışıklığını gösteriyor. Bu sayının gelecek yıl 4 milyona çıkacağı tahmin ediliyor.
Sayılar her geçen yıl artıyor ve bu sayıların artışı gençlerde seçtikleri bölümlerde mutlu oldukları ya da mutlu olmadıkları kavramların da ortaya çıkardı. Üniversite sınavına giren öğrencilerin yaklaşık 1 milyona yakını ya bir üniversitede okuyor, ya da üniversiteden mezun olmuş öğrencilerden oluşuyor. Bu da adayların; tercihlerini yaparlarken, mesleklerini seçerlerken, mutlu ya da mutlu olacaklarını zannettikleri bölümlere kayıtlarını yaptırdıktan olduktan sonra kendilerini keşfetmeye devam ettikleri anlamına geliyor. Çok hızlı ilerleyen bir çağdayız ve meslek gruplarının değiştiği, geleceğin mesleklerini yeniden şekillendiği bir çağdayız.”
“YAPACAKLARI EN İYİ ŞEY İŞİN MUTFAĞINI GÖRMEK”
Öğrencilere üniversite hayatlarını nasıl geçirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunan Batur şunları aktardı:
“Pandemi sonrasında ve arkasından gelişen olaylarla, dijitalleşen bir dünyaya evrildiğimiz için öğrencilerde de kafa karışıklığı yaşanıyor. Ne yazık ki bazı üniversiteler ya da eğitim sektöründeki bazı kısımlarda, öğrencilerin hem mesleklerle hem de akademiyle ilgili kafa karışıklığı yaşadığı görülüyor. Öğrenciler eğitim hayatlarına başladığı zaman öncelikle üniversiteye oryantasyon dediğimiz dönemle başlarlar. Bu oryantasyonda hocalarıyla ve öğrenci gruplarıyla görüşürler.
Burada “Üniversite nedir? Akademik çevre nedir? Dekan nedir? Öğretim üyesi nedir?” sorularının cevabını öğrenirler. Meslek hayatıyla ilgili fikirler aslında ikinci sınıftan itibaren oluşur.
Öğrencilerin üniversiteye başladıklarında yapacakları en iyi şey öğrenci kulüplerinde ve projelerin içinde olmak, işin mutfağını görmektir. İşte bu dönemde mutlu olup olmadıklarını anlayacaklar. Memnun olmayacakları kısımlar da olabilir.”
“BÖLÜMLERİNİ SEVMEYENLER İÇİN İKİNCİ BAHAR VARDIR”
Üniversite bölümlerinden memnun olmayan öğrenciler için ise Batur, her zaman bir ikinci bahar olduğunu, yatay geçiş, yan dal veya çap gibi fırsatlara sahip olduklarını şu sözlerle belirtti:
“Şimdiki nesil, daha hızlı mezun olup daha çabuk para kazanabilecekleri ya da getirisinin yüksek olduğu bölümleri veya meslekleri tercih ediyor.
Tercihlerini yapan adayların mutsuz olmayı kafalarından çıkarmaları gerekiyor. Mutsuz olduklarını düşündüklerinde karşılarına ikinci bir şans çıkıyor. Bu da bizim ikinci bahar dediğimiz, yatay geçiştir. Bölümlerinden memnun olmayan, hayal kırıklığına uğrayan öğrenciler, ÖSYM puanıyla ya da başarı not ortalamasıyla başka bir bölüme geçiş yapabiliyor. Kendilerini keşfetmeye devam ediyorlar.
Öğrenciler, üniversitede başladıktan sonra bölümlerinin kendisine yetersiz geldiğini düşünüyorsa, çap ya da yan dal dediğimiz alanlar da mevcut. Bu şekilde hayallerini farklı bölümlerle de gerçekleştirebiliyor. Örneğin, bilgisayar mühendisliğiyle endüstri mühendisliğinin çapını yapabilirler. Bu şekilde veri bilimi oluşturabilirler kendilerine. Böylece daha rahat iş bulabilirler. Eksik hissettikleri, gelecekle ilgili kaygı duydukları zaman, iki bölüm birden okuyarak da geleceğe çok daha rahat hazırlanabilirler.
Üniversitelerde çap ve yan dal, olmazsa olmaz. Devlet ve vakıf üniversitelerinin en büyük pazarlama taktiği, mezunlarının işe girme oranlarıdır. Yani bu üniversiteler memnun öğrenci yaratmaya çalışırlar.
Öğrenciler okurken kitaba bağlı kalmamalı. Biz öğrencileri işin uzmanı kişilerle tanıştırmaya çalışıyoruz. Çünkü kitabın dışına çıktıktan sonra ya da kitabın içinde okuduklarını gerçek hayattaki karşılığını buldukları zaman, öğrenciler kendilerine uygun olmadığını düşündükleri bölümlerin aslında gerçekten onlara bir alan oluşturduğunu görebilecekler. Bu şekilde mutluluğa doğru bir yolculuk başlayacak.
Her üniversitenin kendi kariyer merkezi bulunuyor. Onlarla beraber kol kola yürürlerse daha hızlı adım atabilecekler. Öğrenci kulüpleriyle şirketler içerisine girebilecekler. CEO’larla beraber aynı masada çay içiyor olabilecekler.
Öğrencinin hata yapma payı sonsuzdur. O yüzden şirketler her zaman kapılarını açarlar. Büyük yöneticiler onların yanlış konuşmalarını her zaman tolere edebilirler.
Öğrencilerin 10 yıllık planlarını gerçekleştirmeleri lazım. 4 yıl lisans, 2 yıl yüksek lisans, sonra ise doktora gibi. Çünkü profesyonel iş hayatı akademik eğitim alan kişileri istiyor. Mutlu olabilmeleri için öğrencilerin çalışmaları gerekecek. Bunlar hem işin mutfağında hem akademik kısmında emek vermekle olacak şeyler. İşlerinden zevk aldıkları sürece bu anlattıklarımız çok kolay ilerleyecek.”
“BARAJIN KALMASI BİREYSEL BAŞARI GETİRDİ AMA EĞİTİM KALİTESİNİ DÜŞÜRDÜ”
Barajın kaldırılmasıyla beraber üniversitelerde artan öğrenci sayısının öğrencinin kişisel gelişimine ve üniversitelerin eğitim kalitesine nasıl bir yansıması olduğunu düşünüyorsunuz?
“Üniversite sınavının olmaması konusu eskiden beri tartışılıyor. Barajların kaldırılmasını da buna atılan bir durum olarak görüyoruz. Üniversite, aydın insanların oluştuğu bir toplumdur. Barajın kalkmış olması eğitimde eşitlik fırsatını yarattığı gibi, herkesin eğitim alabileceği kavramını da ortaya çıkardı. Fakat üniversitelerin puanları her yıl daha da aşağı çekiliyor. Sınırlar kaldırıldığı için öğrencilerdeki rekabet acaba, “Daha az çalışsam nasıl olsa bir yere yerleşirim” kısmıyla mı ilerliyor, yoksa öğrencileri daha iyi yerlere yerleşebilmek için daha sıkı çalışmaya mı itiyor?
Öğrencilerin dershanelerde ya da okullarda artık soru çözmede daha rahatladığı, daha az çalıştığı bir ortamın yaratıldı. Barajın kalkmış olması, yaklaşık bir buçuk milyon öğrencinin tercih yapmasını sağladı. Bu da Türkiye’deki üniversitelerin kontenjanlarında doluluğa neden oldu.
Öğrencilerin sınav heyecanıyla ya da sınav sırasındaki performans düşüklüğü nedeniyle yeterli puan alamadıkları tespit ediliyor. Barajların altında da kalabildikleri söyleniyor.
Öğrencilerin üniversite okurken optik sınavlar dışında, klasik sınavlarla ya da işin mutfağına girerek de yaptıkları çalışmalarda başarılı oldukları tespit edildi. Barajın kalkması bireysel başarıları getirebilirken, işin yüzdesel kısmında üniversitelerdeki eğitim kalitesinin de bir oranda aşağı çektiğini düşünebiliriz.
Eğer üniversite sınavı kaldırılacaksa, üniversiteler aydın insanlar yetiştirebilecekleri bir sınav yapabilirler. Her yıl tartışılan bir diğer konu ise ÖSYM’nin yapmış olduğu sınavın, bireysel yetenekleri ve bilgiyi ölçmekten öte, yüzdesi daha zayıf bir öğrenci kitlesi yarattığı ile ilgilidir.
Bu sınavlar ne yazık ki bireysel yeteneğini ölçmeyi sağlamıyor. Barajın kaldırılması, zayıf, başarısız, odaklanma, kaygı problemi yaşayan öğrencilere de bir üniversite kapısı açıyor.”
Artık bir lise mezunu bile aldığı sertifikayla iş bulabiliyor. Bu durum üniversiteleri pasif hale mi getirdi sizce? Günümüzde herkes üniversite okumak zorunda mı?
“Bilgisayar mühendisleri ya da yazılım mühendisleri var. Fakat bir lise öğrencisinin çok değerli bir kurumda iki kodlama dilinde, iki yazılım dilinde sertifikasını alıp, çok daha iyi yerde işe başladığıyla ilgili efsaneler de dolaşıyor. Bazılarının işi rast gidiyor, bazıları ise ilk aşamada takılıyor. İş ilanlarına baktığımızda ilk kriter olarak üniversite mezuniyet şartını görüyoruz.
Aldığı sertifikayla iş bulabilen lise mezununun yüzdesi çok düşüktür. “Üniversite öğrencisi neden iş bulamıyor?” sorusunu tartışmak lazım. Üniversite öğrencisi elinde kitabı derse girmiş, dersten çıkmış, arkadaşıyla kafeteryada oturmuş sonra evine gitmiş ama sınavlardan 100’le geçmişse, bu bizim için hiçbir şeydir. Birçok firma bunlarla ilgili araştırmalar yapıyor. Firmalar, iletişimi kuvvetli olan, karar verebilecek, problem çözebilecek, aynı zamanda adaptasyon ve uyum sürecini sağlayabilecek kişiler istiyor. Öğrencilerin bunu sağlayabilecekleri yer ise üniversitelerdir. Öğrenci kulüpleri, disiplinli çalışma, organizasyon içinde bulunma, ekip çalışmaları… Firmalar üniversitelerden gelen öğrencileri bu yetenekleri kazanmaları halinde işin gerçek mutfağında eğitmeye başlayacaklarını söylüyor. Şirketler uzun süreli, gönüllü üniversiteli stajyerler aramaya başladı.
‘Üniversiteden sonra insanlar işsiz kalıyor, üniversite okumaya gerek yoktur’ kavramı ise bir şekilde değersizleştirmeyle alakalı. Üniversitelerden bilim, ilaçlar, siyaset, mühendislik, yapay zeka, robotlar çıkar.
“10 ÖĞRENCİNİN 7’Sİ BEYİN GÜCÜNÜ KULLANARAK ÇOK PARA KAZANMAK İSTİYOR”
Hem maddi hem de manevi anlamda öğrencileri tatmin edecek, geleceğin meslekleri neler?
“Yapılan araştırmalara göre; 10 öğrenciden 7’si potansiyeli yüksek meslekleri yani kazanç getirecek meslekleri istiyor. Çok çalışarak değil, beyin gücünü kullanarak daha fazla para kazanmak istiyorlar.
Pandemi yapay zekayı adres gösterdi hepimize. Yapay zekayla beraber yeni pazarlama trendleri ortaya çıkmaya başladı. Reklam ve pazarlama alanına 10 milyar 900 milyon gibi bir bütçe ayrılmış ülkemizde. Yaklaşık 11 milyar TL ile yapay zeka modelleri yaratılmış. Veri madencileri ile beraber çalışmışlar. Bu dijital pazarlama sektöründe yapmışlar. Geleceğin meslekleri; yapay zeka, veri madencileri, dijital pazarlama alanında ve e-ticaret alanlarında ilerleyecek işler olarak gözüküyor. Her şey mühendislik değil. Pazarlama sektörüne iktisatçılarımız, işletmecilerimiz, uluslararası ticaretçilerimiz, global dünyaya ayak uydurabilecek kişiler yerleşecek.
Veri madencileri bankacılık sektörünün tamamını elinde tutuyor. Bir ATM’nin bile nereye konacağına veri madencisi karar verirken, insanların satın alma yeteneklerini nasıl kullandıklarını tahmin edebilmek yine yapay zeka ve veri madencilerinin işleri olmaya başlıyor. Gençler ise uzaktan da çalışabileceği, evlerinden daha rahat ortamda çalışabilecekleri bir iş arıyorlar. Salgınla başlayan dijitalleşme sektörüyle gençler kendilerine bir çıkış yolu buldu. Gençler, geleceğin mesleğinin ne olduğunu anlamaya başladılar.
İşin profesyonelleri ise gençlerin sürdürülebilirlik kavramı içerisinde olması gerektiğini söylüyor. Gençler buna pek fazla ilgi duymuyor.
Kıt kaynakların olduğu bir döneme gidiyoruz. Gençlerin ve profesyonellerin araştırma kısmında en büyük ortak noktaları, yenilenebilir enerji olarak görünüyor.
YÖK’ün üniversitelere verdiği kontenjanlara baktığımızda, teknoloji alanındaki ilerlemenin daha fazla olduğu görülüyor. Önümüzdeki 10 yılda yenilenebilir enerji hep konuşulacak. Yapılan tüm kongre ve çalışmalarda kıt kaynakların ne durumda olduğu, kaynakların kullanımlarıyla ilgili sıkıntıların neler olduğu, sürekli tekrarlanmasına rağmen bu konuda önlemlerin alınmadığı konuşuluyor.
Bu alanda ilerleyen kişilerin, gelecekte hem söz sahibi olabileceği, hem ön planda olabileceği, hem de daha fazla para kazanabileceklerini düşünüyorum.