Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi genç yazarları

11. yüzyılda Türklerin Sinop ve Antalya’yı fethetmesi ile ilk önce askerî alanda denizciliğe başlayan Türkler, sonrasında ticarette de söz sahibi olmuş ve Türk denizcilik kültürünü hiç olmadığı kadar geliştirmişlerdir.  

Bu kültür ilerleyen süreçte Konstantiniyye’den yola çıkıp Adalar Denizi’nden Cebelitarık’a kadar Akdeniz’i geride bırakarak Hint Denizi’ne kadar Afrika kıyılarından Atlas’ı aşıp fersah fersah deryalar dolaşıp Endonezya’ya kadar uzanmıştır ve günümüzde Endonezya’nın Müslüman olmasına da Osmanlı ticaret gemileri vesile olmuştur.

Bir dönem askerî alanda ise Akdeniz bile tamamen Türk gölü olmuş vaziyetteydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun izni olmadan ve vergi ödemeden bir balıkçı teknesi dahi kara sularından öteye geçemezdi. Akdeniz’in dışında Cebelitarık ötesinde yani Atlas’ın sularında ise İzlanda’ya kadar akınlar düzenliyordu.

HÜR UFUKLARDA DONANMIŞ İKİ YÜZ PARE GEMİ...

 Bunun sonuncunda artık karalarda olduğu gibi Türkler deryalarda da fetihler yapıyor, çağ açıp çağ kapatıyor ve hükmü Atlas Okyanusu’ndan, Hint Okyanusu’na kadar geçiyordu.

Türklerin cihanşümul olduklarının en büyük kanıtı ise Endonezya’dan İngiltere’ye, Fas’tan Japonya’ya Türk denizcilerinin mezarlarına rastlanmasıdır.

Nice yıldızlar bu uçsuz bucaksız deryalarda batmış, nice yıldızlar ise dalgaların salladığı derya denen bu beşikte parlamıştı. Peki ya bu derya sultanlığının buraya taşındığı süreç nasıl işlemişti?

TÜRKLERİN DENİZCİLİKTEKİ İLK ADIMLARI

Yıl 1081, Sultan Alparslan’ın yiğitlerinden biri olan Çaka Bey,  İzmir merkezli bir beylik kurdu. Kısa zamanda 40 parçalık bir donanma kurarak Adalar Denizi’ne hâkim oldu. Fakat Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Kılıçarslan’ın Çaka Bey’in hayatına son vermesi üzerine deryaların sancaktarlığı el değiştirmek zorunda kaldı. Neyse ki adını tarihe altın harflerle “İlk Türk Amirali” olarak kazımıştı çoktan. Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın kuruluşunun günümüzde 1081 olarak kabul edilmesinin sebebi bundan kaynaklanmaktadır. Çaka Bey öncesinde ise yönünü denize çeviren Selçukluların nehirler, göller ve lebiderya yerleşkeler için küçük çaplı donanmaları bulunmaktaydı. Çaka Bey’den yaklaşık iki asır sonra Aydınoğullarından Umur Bey deryalara yelken açıp adını duyurdu. Hatta bir dönem Umur Bey’in elindeki gemi sayısının 150’yi bulduğu söylenmektedir.

İlk Osmanlı tersanesi Karamürsel’de kuruldu. Sonrasında Osmanlı Karesioğullarını himayesine alması üzerine oradaki denizcilik atılımlarını kendi bünyesinde devam ettirdi ve Gelibolu fethedilince yeni Osmanlı tersanesi ve denizcilik merkezi Gelibolu oldu. İstanbul’un fethinden sonra ise Haliç Tersanesi’nin kurulması ile bu görevi Haliç devralacaktı.

Fatih Sultan Mehmet Han’a kadar çeşitli atılımlarla devam eden Osmanlı denizciliği Fatih döneminde İstanbul’un fethi gayesiyle daha da önemsenmeye başlandı. Büyük yatırımlar yapılacak ve mücadeleler verilecekti. Aslanlar kükreyecek, dağlar inleyecek, deryalar nelere şahit olacaktı. Deryalar ceset yutup kan kusacaktı.

Recep Talha Sancak 10-C

***

Cahit Sıtkı Tarancı ve şiirleri...

Cahit Sıtkı Tarancı lise hayatını Galatasaray Lisesi’nde, üniversiteyi ise Siyasal Bilimler ve Yüksek Ticaret okulunda tamamlamıştır. Lise son sınıfta şiirle tanışan Cahit Sıtkı ilk şiirlerini Servet-i Fünun ve Muhit dergilerinde ve Galatasaray Lisesinin Akademi ve Galatasaray adlı dergisinde yayımlamıştır. Dayısı, şiirlerini Abdullah Cevdet Bey’e göstermesini şiddetle tavsiye etmiştir. Sadece şiir alanında değil deneme, makale, mektup ve hikâye türünde de eserler yazmıştır. Çocukluk arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı şiirleri Ziya’ya Mektuplar adıyla yayımlamıştır. O dönemlerde yazmış olduğu şiirlerini Otuz Beş Yaş adlı kitabında toplamıştır. Bu kitabı yarışmada birinci olmuş.

Şiirlerindeki üslubuna bakacak olursak Cahit Sıtkı şiirlerinde şekle düşkündür. Şiirlerinde Halk deyimlerine sık sık yer vermiş. Ahenkli bir üslupla kısa ve öz bir yaklaşımla şiirler yazmıştır. Sembolizm ve romantizm akımlarının etkisiyle şiirlerini oluşturmuştur.

Sembolizm, 19. yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı. Şiire duygu ve hayali getirmesi açısından romantizme benzer. Sembolistler ‘sanat için sanat’ görüşüne bağlı kalarak toplumsal, siyasal sorunlardan uzak dururlar.

Romantizm ise klasisizme tepki olarak doğmuş bir akımdır. Coşumculuk olarak da bilinmektedir. 18. yüzyılın ortasında çıkan bu akım duygu ve hayali ön plana çıkaran bir yapıya sahiptir.

Cahit Sıtkı Tarancı karamsar ruh hâli ve yaşama sevinci arasında kalıp bu ikilemi şiirlerine yansıtmıştır. Bir Umut şiirinde bunu görebiliriz:

Bir Umut

Yorgunsun, uzaklardan gelmişsin;

Yitirmişsin neyin varsa birer birer.

Bir sağlık, bir sevinç, bir umut…

Onlar da neredeyse gitti gider.

*

Dost bildiğin insanların yüzleri

Aynalar gibi kapkara.

Suyu mu çekilmiş bulutların?

Dönmüşsün kuruyan ırmaklara.

*

Taşlara düşen saat gibi,

Ne artı, ne eksi.

Bir sağlık, bir sevinç, bir umut

Hikâye hepsi.

 ***

Döneminin en çok okunan şairlerindendir. Bir yandan Garip akımından etkilenerek serbest şiiri denemiştir. Diğer yandan Baudelaire, Verlaine gibi Fransız şairlerinin etkisinde kaldı. Ama hiçbir akıma bağlanmadı. Uyum içinde ve biçimi gözeten, duygulu, içten, kendine özgü bir şiir geliştirdi. Tarancı, 1954 Ocak ayının ikinci yarısında sağ tarafına gelen felçle Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırıldı.  Türkiye’de bir müddet tedavi gördükten sonra tedavisi için Viyana’ya gönderildi. Viyana'daki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956'da zatülcenpten ötürü öldü.  26 Ekim Cuma günü Ankara'ya getirilen naaşı Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedildi.

 Ahmet Esat Şentürk 10-C

Editör: Haber Merkezi