Bin yıldır aynı coğrafyada yaşıyoruz. Azınlıkları saymazsak yüzde 90’dan fazlamız aynı kültür ve inanç değerlerine sahibiz. Hatta azınlıklarla yüzlerce yıla dayanan beraber yaşama kültürümüz var. Bu zenginlik dünyada eşi benzeri olmayan bir tecrübedir. Ancak son yıllarda küreselleşmenin getirdiği her şeyi hafife alma, hiçbir şeyi ciddiye almama yaklaşımı bizi perişan ediyor. “Sosyal medya” denen fitne fücur merkezi bizi zehirliyor, medeni toplum olma vasfımızı kaybettiriyor; ilkelliğe, kabalığa talip oluyoruz. Âdeta “bir öz güven” patlaması yaşıyoruz. Hiçbir değer ve kutsal bizi kesmiyor.
Aslında tabiri caizse yok birbirimizden farkımız. Çünkü yüzyıllardır aynı coğrafyanın, aynı hikâyelerin çocuklarıyız. Ancak kendimizi farklı göstermek için sürekli bir çaba içindeyiz. Ayrı olmasak da ayrışmayı seviyoruz. Ailemize, kabilemize, mahallemize, kasabamıza, şehrimize aşırı önem veriyor gibi yapıyoruz. Aslında önem verip gereğini yaptığımız söylenemez. Çok konuşuyor, az iş yapıyoruz. Yapmadığımız şeyleri yapmışız gibi söylüyoruz. Özellikle seçim zamanları bu kötü hasletimiz depreşiyor. Her seçim döneminde biraz daha “yarılıyor”, ayrışıyor, ötekileşiyoruz.
Seçim bitti; algıları bırakıp gerçek gündemlere odaklanalım diye beklerken “bir çirkin güruh” sosyal medya mikrobu üzerinden virüs yaymayı sürdürüyor. Bu sosyal medya denen “eşkıyanın kol gezdiği” ormana bir çekidüzen verilmesi gerekiyor. Bu düzenleme yerel değil, dünya çapında yapılmalıdır. Yoksa daha büyük felaketler bizi bekliyor. Madem ki bu bir medya; herkes yazdığından, çizdiğinden sorumlu olmalı! Sahte hesaplar olmamalı… Bu kontrolsüz ve manipülasyona açık enformasyon, insanlığın başına daha büyük belalar açacak. Sosyal medya denen “saçmalığın” farkına varırsak gerçek medyayı da güçlendirmiş oluruz. Burada benim tepkim teknolojik gelişmeye değil, yanlış kullanıma yöneliktir.
Türkiye’de son yıllarda ilginç bir “sosyal medya sınıfı” oluştu. Bunlar herkesi dürüst olmaya, ahlaklı olmaya davet ediyor. Bu söylediklerinin zerresi kendilerinde yok! Adam sahtekâr, zâni; alkol ve uyuşturucu kullanıyor ama bunları başkalarının yaptığını söyleyerek onları ahlaklı olmaya davet ediyor. Bu ne yaman çelişki böyle. Tabii toplum da kimin söylediğine bakmıyor, ne söylendiğine bakıyor. Yalan ve iftira o kadar çok tekrar ediliyor ki yukarıda yalanı uyduran aşağı inince yalanına kendisi de inanıyor.
Şimdi diyeceksiniz ki bu çağdaş, küresel dünyada böyle sansürcü bir yaklaşım mı olur? Çağdaş, küresel, özgür dünyanın da nasıl bir hikâye olduğunu Filistin’de, Gazze’de yaşananlar bize gösterdi. Cafcaflı kavramların arkasına sığınıp her türlü “herze”yi eden emperyalistlerin nasıl birer canavar olduğunu gördük.
Tabii yukarıda söylediklerim, bu ülkede yaşayan herkesi kapsamıyor. Genelleme yapıyor olmam, meseleyi ciddiye alıp üstlenme arzusundan kaynaklanıyor. Elbette çok iyi, gayretli insanlar var. Hani güzel bir atasözümüz var ya “İyilerin yüzü suyu hürmetine ayakta duruyoruz.” Eğer bu sosyal medyada kendimize çekidüzen vermezsek iyilerin de eşkıyanın kol gezdiği ormana ellerinde güllerle baskın yapması lazım. Biraz zayiat olur ama sonunda iyiler kazanacaktır, emin olun.