“Yahu arkadaşlar, şu Necmi’yi artık doktora götürüp malulen emekli yapalım. Bu böyle olmayacak. En sonunda hepimizi teker teker ya hastanelik ya hapishanelik yapacak. Ben başhekimden randevu alırım. Biriniz alsın götürsün. Kurtulalım artık şundan” dedim.

Dedim ama kimse oralı bile olmadı. Herkes Postacı Necmi’nin mektuplarından memnundu. Kendilerine yazılmadığı sürece sıkıntı yoktu.

Arastanın çay ocağında Necmi’nin mektupları her zaman gündemin ilk sırasında yer alıyor; zar tıkırtısı, pul takırtısı arasında Necmi’nin bugün kime mektup götürdüğü konuşularak kahkahalar havada uçuşuyordu.

İşini yani postacılığı severek yapıyordu Necmi. Gül Saatçi’den Akbulut Kuyumcu’ya, Yeşim Eczanesi’nden Kahraman Spor’a geçerken beni camdan görür eliyle ‘Çayı hazırla’ işareti yapar ve acele acele mektuplarını dağıtırken bir mola da bende verirdi.

“Yine mi mahkemeden Necmi?”

“Mahkeme değil, bu sefer noterden.”

“Önce noter tekzibi, sonra savcı iddianamesi, sonra da mahkeme kararı getiriyorsun. En sonunda tıktıracaksın beni içeri.”

“Sana bir şey olmaz abi. Merak etme halledersin sen” diyerek çayından son yudumunu alarak, yine acele acele çıkarak dağıtıma devam etti.

Ta ki bir gün, haciz evrakı götürdüğü, iflas etmekte olan canı burnundaki Turizmci Celil onu merdivenlerden aşağı yuvarlayana kadar.

Epey hastanede yattı. Taburcu oldu ama ‘Kafası git gel’ diyerek Necmi’ye iş vermez oldular. Ölse daha iyiydi.

Fakat Necmi, mektup dağıtım işine kendince bir çözüm buldu.

Bizim arastadaki film de böylece başlamış oldu.

İlk mektubunu kendisini merdivenden yuvarlayan turizmciye verdi. Mektubu alır almaz tası tarağı toplayarak dükkânı kapatan Celil’in nerede olduğu, nereye gittiği, Necmi’nin nasıl bir mektup verdiği bir türlü öğrenilemedi. Sorduk bir gün Necmi’ye “Nerede bu Celil” diye?

“O gitti, gelmez artık” dedi. Konuyu kapattı.

Necmi’nin mektupları devam etti.

Düğün levazımatçısı Hayri’den, dul Tuhafiyeci Hayriye Hanım’a gönderdiği aşk mektubu en çok konuşulanı oldu.

Hayri’den Hayriye Hanım’a buluşma teklifi götürmüş, kadıncağızı tam üç saat bekletmişti.

Ertesi sabah Hayriye Hanım çay ocağının önünde tavla oynayan Hayri’ye mektubu fırlatarak “Sahtekâr herif” diye bağırınca iş ortaya çıkmıştı.

Bu hadise tam bir hafta aralıksız kahkaha mevzuu olmuştu.

Necmi bir mektup da belediyelere iş yapan müteahhide verdi.

O mektubun birer kopyasını emniyete ve maliyeye yollayınca iş büyüdü.

Sabah müteahhidin elleri kelepçeli polisler nezaretinde götürülüşünü bizimle seyretti Necmi. Yüzünde müstehzi bir bıyık altı tebessümü vardı.

Ben bunları yazarken geldi Necmi. Bir mektup uzattı. Zarfta gazetenin antedi vardı.

Heyecanla açtım:

“Beni malulen emekli yaptıracakmışsın. Yapma! Bir de mektuplarımı gazeteye yazıyorsun. Yazma!”

Koltuğumdan heyecanla, ağır ağır kalkarak karşısına oturdum. Elini beni uykudan uyandırır gibi yüzümde gezdirerek, “Bütün bunların hepsi rüya. Bu bile” dedi. Çayından son yudumunu alarak yine acele acele çıkıp gitti.

Tam da şimdi gazeteden bir mesaj geldi.

‘Yazılar en geç saat 16.00’da gönderilmeliymiş.’

Bu saatten sonra gazeteye yeni yazı yetiştirebilmem mümkün görünmüyordu…