Mescid-i Aksa ilk kez 1969’da Avustralyalı fanatik Yahudi Dennis Michael Rohan’ın Mescid-i Aksa’yı yakma girişiminden sonra kapatılmıştı.

Yıllar sonra işgalciler tarafından yeniden kapatıldı ve geçen hafta yine Mescid-i Aksa’da cuma namazı kılınamadı.

Filistinli üç gencin gerçekleştirdiği ve iki işgal polisinin öldüğü eylemi fırsat bilen İsrail, Mescid-i Aksa’yı kapattı.

Mescid-i Aksa’da ezan okunmasına ve namaz kılınmasına bir süre izin vermedi.

Daha sonra Mescid-i Aksa’yı açtı fakat bu kez de kapılarına metal dedektörleri yerleştirdi.

Filistinliler Mescid-i Aksa’ya girmek için söz konusu kapılardan geçmeyi reddettikleri için namazlarını Mescid-i Aksa’nın kapıları önünde kılıyorlar.

Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin ve Yüksek İslami Heyet Başkanı İkrime Sabri gibi Kudüs’ün önde gelen şahsiyetleri kapı tipi metal dedektörlerden geçilmemesi çağrısında bulundu.

Çünkü uluslararası hukuka ve anlaşmalara göre İsrail’in Mescid-i Aksa’da herhangi bir değişiklik yapma hakkı yok.

İsrail’in dayattığı uygulamaları kabul etmek, işgal rejiminin Mescid-i Aksa’da dilediği düzenlemeyi yapma hakkına sahip olduğunu itiraf anlamına geliyor.

Geçen hafta iki işgal polisinin ölmesi ve eylemci üç gencin şehit olmasıyla sonuçlanan olay İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik planlarını hayata geçirmek için oynadığı bir oyun muydu?

Eylem işgal yönetimine arayıp da bulamadığı bir fırsat mı verdi?

İsrail, İbrahim El Halil Camii’nde yaptığı gibi eylemi bahane ederek Mescid-i Aksa’yı Yahudiler ve Müslümanlar arasında ikiye böler mi?

Cuma gününden beri Kudüs’te gerginlik devam ederken bir yandan da bu sorular etrafında tartışma yaşanıyor.

Başta İslami Direniş Hareketi “Hamas” olmak üzere Filistinli direniş grupları Ummu’l Fahm kenti sakinlerinden ve aynı aileden üç gencin gerçekleştirdiği eylemi kutladı.

Yani Filistinliler olayı bir oyun ve komplo olarak görmüyorlar.

İsrail o üç gencin eylemi olsa da olmasa da Mescid-i Aksa’ya yönelik Yahudileştirme planlarını hayata geçirmekte kararlı.

Herhangi bir bahaneye ihtiyacı yok.

İbrahim El Halil Camii de, bir Filistinli’nin eyleminin değil fanatik bir Yahudi’nin gerçekleştirdiği katliamın ardından bölünmüştü.

İşgal yönetimi daha çok Arap ve İslam ülkelerinin kendi iç sorunlarına gark olmuş halini ve aralarındaki çatışmayı fırsat biliyor.

Bölgedeki şartların ve Donald Trump’ın ABD Başkanı olmasının Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya yönelik planlarını hayata geçirmek için kaçırılmaması gereken eşsiz bir imkân sunduğunu düşünüyor.

Mescid-i Aksa ve Kudüs maalesef yalnız.

Abdülfettah El Sisi liderliğindeki Mısır darbeden bu yana işgal rejimine göbekten bağlı.

Körfez ülkeleri bir yandan ablukayla Katar’a boyun eğdirme ve diğer yandan İsrail ile ilişkilerini normalleştirme peşinde.

Katar’a uyguladıkları baskının onda birini İsrail’e uygulasalar işgal rejimi bu kadar rahat hareket edemez.

Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi ise Gazze Şeridi’ni boğma planıyla meşgul.

Mescid-i Aksa’nın kapatılmasına İslam dünyasından şu ana kadar gelen tepki oldukça cılız.

Bu da işgalcilere Kudüs’ü Yahudileştirme faaliyetlerini daha da ileriye taşıma cüreti veriyor.

Netanyahu hükümeti, mayıs sonunda kabine toplantısını Mescid-i Aksa’nın bir parçası olan Burak Duvarı altındaki tünelde yaparak UNESCO’nun “Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün Eski Belde semti Filistinlilere aittir” kararına meydan okumuştu.

Mescid-i Aksa’nın kapatılmasından sonra da İsrail İç Güvenlik Bakanı Gilad Erdan, “Mescid-i Aksa bizim egemenliğimiz altında. Ne zaman açıp kapatacağımıza biz karar veririz” dedi.

İsrailli bakan böyle konuşma cesaretini -ne yazık ki- Müslümanlar’ın acınacak halde olmalarından alıyor…