Henüz doğum tarihiyle başlayan “Sahtelik”, “Çalıntı” hatıralar ve “intihal” eserler ve sözlerle sürdü. Sahtelik üzerine kurduğu dünya içerisinde büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini ve eğitim metodunu kendince devşirerek hakikat görünümlü “yalan”larla yüzbinlerce insanı “Din namına” iğfal edecekti. Sembolizmle kafayı bozmuş bir paranoid şizofren olarak tanımlanabilecek bir kuşkuculukla devam eden bir ömür. Kod isimlerle, bölge bölge, mahalle mahalle, semt semt, ev ev tüm ülkenin damarlarına “sızan” hastalıklı bir yapı. Söz konusu hastalığın sebebi ise “hareketin” kurucusunun daha başından “hastalıklı” bir ruhla “Sızma” üzerine kurduğu metodunda gizli.
DOĞUM TARİHİ BİLE SAHTE
“Eski zamandır”, “tarihlerde yanılmalar olabilir” elbette. Türkiye’de 90’lı yıllara kadar özellikle kırsalda yaşayanlar için doğum, kimlik vb konular oldukça sıkıntılıydı. Bugün Türkiye’de birçok insanın 3 doğum tarihi var. İlki kimlikte yazan tarih. Diğeri de yörenin mevsimsel özellikleri, harman zamanı vb tariflerle net olmayan varsayımsal ifadelerle tarif edilir. Söz konusu Fetullah Gülen olunca 3 net tarih verildiği dikkat çekiliyor. Bunlardan ilki 11 Kasım 1938. 27 Nisan 1941 ise yaşı küçük olduğu için memur olamaması sebebiyle yapılan bir düzeltmeden ibaret
‘O ÖLDÜ, BEN DOĞDUM’ MESAJI
Hayatı sembolizmle geçmiş bir adamın doğum tarihi de elbette bir anlam ifade etmeliydi. 27 Nisan 1942 doğumlu olan Gülen, asıl doğum tarihinin 11 Kasım 1938 olduğunu öne sürer. Zira, “ezanı yasaklayan, camileri kapatan” yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in ölümünün peşi sıra doğması, kendisine ileride atfedeceği makamlar için sembolik bir anlam taşıyor.
HATIRALARI ÇALINTI
1946’da ilkokula başlayan Gülen, okulu yarıda bırakmış ve diplomasını dışarıdan girdiği sınavlarla almıştır. 4 yaşında Kur’an okumaya başladığını öne süren Gülen, Küçük Dünyam isimli biyografisinde çocukluk yıllarına ilişkin paylaştığı hatıralar ise tüm hayatının sahtelik ve yalanlar üzerine kurulduğunu gözler önüne sermiştir. “Geceleri geç vakitlere kadar Erzurum’daki bütün türbeleri geziyor ve onlara Yasin okuyordum. Erzurum’dan ayrılacağım ana kadar da bu adetimi sürdürdüm. Gözüm karardı. Buna aşın cesaret de denebilirdi. Kurşunlu Camiine gelen su yolunda hiç fütur getirmeden gider gelirdim. Halbuki orada yürümek her an ölümle selamlaşmak demekti. Çünkü devamlı göçük olurdu. Yine Kurşunlu Camiinin önündeki yüksek kavak ağacına göz açıp kapayıncaya kadar tırmanır ve etrafı oradan seyretmeyi severdim. Minare şerefesinin üzerinde yürümek ise çok hoşuma giderdi. Halbuki o esnada beni seyredenlerin kalpleri sıkışır ve çok kere de bana bakamazlardı.”
SAİD NURSİ’YE ÖYKÜNDÜ
Küçük Dünyam isimli kitapta anlattığı bu kısımlar hayatı boyunca mirası üzerinde tepindiği Bediüzzaman Said Nursi’nin hatıralarına “benzerliği” ile dikkat çekiyor. Zira Said Nursi’nin 16-17 yaşlarındayken Mardin Ulu Camii’nin şerefesinde 7 kere koştuğu anlatılır. Mardin ulemasıyla ilmi münazaraya giren Nursi, bazı alimlerin kendisine hasmane tutumu sebebiyle kızar ve minarenin şerefesine çıkarak, etrafında 7 kere koşar. Yine Küçük Dünyam’da “Aşırı cesaret” olarak tanımladığı durumlar da Bediüzzaman’a öykünmesinin bir eseri. Said Nursi’ye atfedilen rivayetler ne kadar doğrudur bilinmez ama çocukluğunu Said Nursi’den 70 sene sonra yaşayan Gülen’in “birebir aynı cesareti” (Sözde) göstermesi, oldukça manidar. “11. ayda askere gitmiştim. 1. Tabur’un 1. Bölüğü’nün 11. Eriydim” sembolizm takıntısı Gülen, askere gidişini de bu sözlerle anlatıyor. 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde gün yüzüne çıkan sembol takıntısının eskilere dayandığı ve uzun süredir bu şekilde hareket ettiği anlaşılıyor.
RİSALE-İ NURLARLA TANIŞMA
Gülen hayatı boyunca, zamanın alimlerinin zekası ve ilmi sebebiyle “Çağın güzelliği” anlamına gelen Bediüzzaman Said Nursi’yle rekabet etti. Bu rekabet, bilinen metodlarla gerçekleşmedi. Bugün sokakta kimi çevirirseniz Gülen’i Nurcu olarak bilir ama kendi ifadeleriyll, eylemleriyle, söylemleriyle Gülen’in Nurcu olmadığı, 1957’de tanıştığı Risale-i Nurları “tahrif ettiği, intihal ettiği, Bediüzzaman’ın sözlerini ve metodunu çaldığı” bugün net bir şekilde anlaşılıyor. 1959 yılında Edirne’deki Üçşerefeli Cami ikinci imamlığına atandı. 1966’da dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür sayesinde İzmir merkez vaizliğine atandı. 1971’e kadar bu görevi sürdürdü. Bu dönemde önce Kestanepazarı’nda çalıştı.
YOLUNU ÇİZİYOR!
1970’li yıllara kadar Risale-i Nur Cemaati’nin içinde yer alan Gülen’in İzmir’e gittikten sonra kendi yolunu çizmesi dikkat çekiyor. Hitabetiyle dikkat çeken ve Nurcularla birlikte olmasıyla kendine “olumlu referans” sağlayan Gülen’in bir müddet sonra ayrılmasını Nurculuk hareketinin ana kolu olan Yeni Asya Gazetesi’nin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular anlatıyor: Fethullah Hocanın etrafında birtakım insanlar toplanmış, Hocaya bazı makamlar izafe ediyorlardı. Kimisi “Hz. İsa”, kimisi “Mehdi” kimisi de “Kahtani” diyordu. Hocaya aşırı iltifatlar yapılıyordu. Bundan dolayı da bazı yerlerde “Fethullah Hoca namına” ona bağlı olduğunu söyleyen insanlar tarafından dershaneler açılıyordu.” Aynı zamanda Yeni Asya cemaatinin önde gelen isimlerinden biri olan Kutlular, Gülen’e yönelik adım atılmasını sağlamış ve Gülen’in sızdığı cemaatten ilişiğinin kesilmesine ön ayak olmuştu.
İLK OLUŞUM KESTANE PAZARI’NDA
Fakat, sızma üzerine bir metod belirleyen Gülen, çoktan “Nurcuların” tarlasını sürmüş ve etkili birkaç elemanı koparmayı başarabilmiştir. Yusuf Bekmezci, İlhan İşbilen, Mehmet Ali Şengül, İsmail Büyükçelebi, Abdullah Aymaz gibi isimlerle yeni bir oluşuma giden Gülen, yıllar sonra “Örgüte” dönüşecek yapılanmasının ilk tohumlarını Kestanepazarı’nda atmıştır. 12 Ekim Muhtırası döneminde “Nurcu” olduğu zannıyla tutuklanan ve 7 ay hapis yatan Gülen, yargılandığı dönemde “Nurcu olmadığını” açık bir şekilde beyan etmiştir. Mahkemede, “Müslüman olmak dışında Nurculuk, vb. hiçbir akıma mensup değilim. Şimdiye kadar ‘ci, cu’ gibi değerlendirmelerin ayrımcılık manasına geldiğini, bu bakımdan Müslüman olmak dışında hiçbir akıma mensup bulunmadığımı ve dolayısıyla Nurcu olmadığımı defalarca belirttim” ifadelerini kullanmıştır.
“GÜLEN SAİD NURSI’NIN HER ŞEYİNİ ÇALDI”
Mahkemede Nurcu olmadığını açık bir şekilde beyan eden Gülen, “Kürt olduğu için Bediüzzaman’ı görmeye gitmedim” sözleriyle de Said Nursi’yi “ne kadar sevdiğini!” de gözler önüne sermiştir. Fetullah Gülen adına yazılan onlarca kitapta doğrudan Risale-i Nurlar’dan yapılan intihaller de bir dönem tartışma konusu olmuştu. Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Fırıncı, 29 Temmuz 2016’da Diriliş Postası’na yaptığı açıklamada, “Kaç yerde Üstad’ın sözünü kaynak belirtmeden kullanmış. Kendi sözüymüş gibi kullanmış. Bu tamamen intihaldir. Üstadın ilmini kendisine mal etmeye çalışmıştır. Hülasa Gülen, Bediüzzaman’ın ilmini, mefkûresini, eserlerini, her şeyini çaldı” ifadeleriyle Gülen’in henüz “çocukluk hatıraları” ile başlayan “intihal” sürecinin sözde eserlerine de yansıdığını gözler önüne sermişti. KIMLIK BEYANI: SIZINTI Müslümanlar tarafından muteber kabul edilen bir İslam alimi olan Bediüzzaman’ın ifadeleriyle yola devam eden Gülen, nihayet 70’li yılların sonunda sahne almaya başladı. 1979 Şubat’ında çıkan ilk süreli yayının ismi ise adeta Gülen’in ömrünün şifresi gibiydi: Sızıntı!
1980: YOLLAR AÇILDI
Gülen ve hareketinin yükselme noktası ise 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Başyazılarının Gülen tarafından kaleme alındığı dergide İslami camianın tepki gösterdiği 12 Eylül darbesine yapılan övgüler dikkat çekiciydi. Darbeyi heyecanla ve sevinçle karşılayan Gülen, Son Karakol isimli yazıda, “Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” sözleriyle darbecilere bağlılığını bildirmişti. 12 Eylül’ün baskıcı ortamına rağmen İstanbul başta pek çok şehirde gezmesine rağmen kimse kendisini yakalamadı.
“DERİNLERLE” ANLAŞTI
Bu dönemde yine Yeni Asya imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın hatıralarına bakmakta fayda var. 80 darbesinde, cuntacıların “Yurtdışında Milli Görüş ve Süleymancılara karşı beraber çalışalım” teklifini reddettiğini belirten Kutlular, söz konusu teklifin “istihbaratçılar” tarafından Gülen’e de götürüldüğünü söylemişti. Gülen’in derin devletle anlaştığını vurgulayan Kutlular’a göre, Gülen ve hareketi 80 darbesinin ardından hızla büyüdü ve yurtdışına açıldı. Gülen de “Yurtdışında okulları kurmamda devlet, istihbarat bana yardımcı oldu. Devlet yöneticileri ilgili devletlere referans verdi” sözleriyle Kutluların bu iddiasını teyit etmişti. Gülen’in söz konusu yükselişinin ABD’nin Sovyet Rusya’ya karşı başlattığı “Yeşil Kuşak-Ilımlı İslam” projesinin başladığı tarihe denk gelmesi ve Gülen’in bu tarihten itibaren, çizdiği yol ve kullandığı söylemlerle bu projeye hizmet ettiği net bir şekilde anlaşılmıştır.
OKUL DEĞİL İSTİHBARAT AĞI
80 sonrası oluşan siyasi yelpazeyi “İyi” kullanan Gülen, bütün liderlerle arasını iyi tutmuş, özellikle Özal döneminde yurt dışı operasyonlarının tohumlarını atmıştır. Özal’ın ölümünün ardından SSCB’nin de dağılmasıyla kurulan yeni Türk Cumhuriyetlerinde faaliyete başlayan Gülen ve örgütü, 26 yılda 160 ülkede okul açarak örgütünü küresel çapta büyütmüştür. (Bugün gelinen noktada birçok ülke Gülen’e bağlı okulları kapatma yolunda adımlar atsa da Kırgızistan gibi neredeyse bütün siyaset ve diplomat kadrosunun FETÖ okullarından yetiştiği ülkelerde, yönetimi ele geçirmek için darbe yapmaya bile ihtiyaçları olmayacak kadar sızmaları ise Türkiye’nin nasıl büyük bir badire atlattığının göstergesi olmuştur.)
İki ana hedef: Mülkiye ve Adliye
TARIHE “Post Modern Darbe” olarak kaydedilen 28 Şubat sürecinde cuntacıların yanında yer alarak, “İslami olan ne varsa” hepsine savaş açan Gülen, başörtüsü yasağının gündemde olduğu dönemde, “Başörtüsü fürüattandır (Teferruat)” ifadeleriyle ayeti de inkar eden bir fetva ile başörtüsü eylemlerini baltalamıştır. “Radikal Erbakan’a karşı “Ilımlı Gülen” şeklinde pazarlanan Gülen’in saltanatı, 18 Haziran 1999’da ATV Ana Haber Bülteni’nde yayınlanan bir video ile farklı bir boyuta taşındı. Gülen söz konusu videoda “Arkadaşlarınızın mevcudiyeti, İslam’ın geleceği adına bu işin garantisidir yani. Bu açıdan Adliye’de, Mülkiye’de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mecburiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir” sözleriyle 1979’da işaretini verdiği “Sızıntı” kavramının ete kemiğe bürünmesini istiyor, örgüt mensuplarına “Adliyeye, mülkiyeye, askeriyeye sızın” tavsiyesini veriyordu.
***
‘Yerel’den 'Küresel’e kaçış
KASETIN ortaya çıkmasıyla birlikte, başlatılan yargı süreciyle soluğu ABD’de alan Gülen, o tarihten beri yerleştiği Pensilvanya’dan örgütü yönetmeye devam etti. Gülen’in ABD’de yasal ikamet izni (Green Card) alabilmesi için ABD’li istihbaratçıların “Referans” mektubu yazması ise Gülen’in kurduğu ilişki ağının boyutlarını gösterdi. Türkiye bu gidişi, “Gülen kaçtı” şeklinde yorumlasa da bu kaçış, kurduğu “sinsi” yapının yerelden çıkıp küresel bir yapıya dönüştüğünün ve operasyonların küresel anlamda devam edeceğinin işaretleri olduğunu çok sonraları anlayacaktı.
***
Yalanlar sürüyor
DOĞUM tarihiyle başlayan, ömrü boyunca kıskandığı birinin hatıralarını kendi hatırasıymış gibi anlatarak devam eden, yine aynı ismin eserlerini intihal edip kendi silik sözünü parlatmaya çalışan, kurduğu küresel örgüt sayesinde birçok ülkede “operasyon” yürütme kabiliyetine erişen, dünyanın en tehlikeli örgütlerinden biri sayılabilecek bir yapı kuran FETÖ elebaşı Gülen, bugün hala örgütünü canlı tutmak için, sembolizm içeren mesajlar vermeyi sürdürüyor.