Ayşe Şahinboy Doğan - Çocuğunuzu ekmek almaya yolladığınız zaman bir kurşunla öldürüleceğini bilerek yaşamak zorunda olsaydınız, hayatınız nasıl olurdu? Evinize her an bir buldozerin girip sizi ve ailenizi katledeceğini bilerek sabaha gözlerinizi açsanız! Ambargolarla, kendi vatanınızda esaret altında, bin türlü zulümle nefes almanın zor olduğu ama yine de toprağınızdan, evinizden vazgeçmediğiniz için sürekli öldürüldüğünüz bir yaşamı düşünün! Ve size yapılan soykırımına bütün dünyanın sessiz kalmasını sağlayan siyonist, terörist bir sistemin içerisinde yaşam mücadelesi verdiğinizi hayal edin! Hayalini kurmak bile korkunç geliyor öyle değil mi? Lakin Filistin halkı bu soykırımı yıllardır sistematik bir şekilde yaşıyor. Siyonistler katil olduklarını dünyadan gizlemek için yıllarca Filistinden görüntüleri yasakladılar ama artık görüntüyü kontrol edebilecekleri bir dünya yok!
Mavi Marmara gemisindeki onlarca kameranın kayıtları bize ulaşmamış olsaydı, yankısı bu kadar büyük olur muydu? Görüntünün gücü yine devredeydi ve biz -akıllıca yapılan bir sistem sayesinde- saniye saniye yaşananları görebildik. Bütün dünya da işte bu görüntüler sayesinde ayağa kalktı. İsrail ilk defa yaptığı insanlık dışı katliamın “görüntü”lenmesini kontrol altına alamadı. Ve o yüzdendir ki; elinde fotoğraf makinesi olan Cevdet Kılıçlar alnından tek kurşunla vurularak şehit edildi. Kurşun, 19 yaşında genç şehidimiz Furkan’ın ise elinde kamerayla çekim yaptığı sırada geldi. Bu kurgusuz, montajsız film, kanlı ellerin gerçekliğini evlerimize ulaştırdı. Siyonistlerin “görünür olma korkusunu” tüm dünya görmüş oldu!
FİLİSTİN SOYKIRIMINI ANLATAN KAÇ FİLM VAR?
“Geçen yıl kısa bir kurmaca film çekip Ben Gurion Havaalanından yola çıkmadan önce, İsrail havaalanı güvenliği yetkilileri çantamdaki ham filmlere el koymuşlar ve ülkeden çıkarmama izin vermemişlerdi. Özel bir odada uzun bir sorgulamaya maruz kalıp üç defa bütün vücudumun tepeden tırnağa aranmasının ardından, yetkililerin bu tutumlarının sadece güvenlik kaygılarına bağlı olmadığını açık bir şekilde anladım. Güvenlik memurları başka şeylerin yanı sıra benden, filmin çekim senaryosunu, benimle birlikte çalışmış olan oyuncuların ve çekim ekibinin isimlerini, hatta nerelerde oturduklarına dair doğrudan bilgileri istediler. Birkaç saat sonra (uçağım çoktan hareket etmişti) beni serbest bırakmaya karar verdiler, fakat filmin kopyasını, güvenlik tehdidi bulunup bulunmadığını araştırmak üzere bir gün daha kendilerinde alıkoydular. Durum besbelli ortadaydı ki, havaalanı güvenliği açısından birincil kaygı uçağın güvenliği falan değildi, bir Filistinlinin basitçe bir film çekmiş olmasının yarattığı derin huzursuzluktu.” diye anlatıyor Filistinli yönetmen Annemarie Jacir. İsrail’in müdahaleci ve engelleyici tavrı, burada yaşananları dünyaya duyurmama telaşından başka bir şey değil. Oysa görselliğin gücünü çok iyi bilen Siyonistler, Hitler tarafından yaşadıkları sözde soykırımı zihinlerimize çok iyi kazıdılar. “Hayat Güzeldir” filmindeki Nazi kampında, çocuğunu korumak için mücadele içindeki babayı izleyip de ağlamayan var mı?
Hollywood sayesinde Yahudi soykırımını anlatan onlarca “hüzünlü” film var. Peki, Filistin`deki Müslümanların soykırımını anlatan filmlerin sayısı kaç?
Bir toplumu tarih üzerinden silmek için yapılan en büyük felaket onun kültür yapısına zarar vermektir. İsrail anlamsız ve vahşi hayvanlar gibi hareket ettiği bu dünyevi savaşın içerisinde, en çokta Filistin’in kültür dokusunu hedef almıştır. Ariel şaron`un Nisan 2002`de Ramallah`taki Sakakini Kültür Merkezi`ni yağmalatıp, bütün eserleri yok etmesi bu amacın en hatırlanır göstergesidir. Verilen zarara rağmen hala cesaretli birçok Filistinli aydının, kültürel dokuyu gelecek nesillere aktarabilmek için yaptıklarını Joseph Massad şöyle ifade ediyor: “Filistinliler şarkıları, müzikleri, dansları, resimleri, oyunları, şiirleri, romanları ve filmleriyle, İsrail’in aralıksız saldırılarına ve cinayetlerine rağmen kendilerini topraklarına ve yurtlarına bağlayan bağı koparmaya itiraz eden bir kültürel direniş sergilemişlerdir.”
BİR HALKIN KURTULUŞ HAYALİ
Edward Said 24 Ocak 2003`te New York, Columbia Üniversitesinde düzenlenen “Bir Ulusun Hayalleri: Filistin Film Festivalinin açılış gecesinde Filistin sinemasının önemini şöyle vurgular: “Filistin sineması, Filistin`in 1948`i (Filistin`in tarumar edildiği, Filistinlilerin dağıldığı ve mülklerinden oldukları yılı) izleyen yıllardaki varlığı adına görsel bir alternatif. Görsel bir ifade ediş, görsel bir tecessümü sağladığı gibi, ayrıca, bir karşı -anlatı ve bir karşı- kimlik oluşturmaya çalışarak, Filistinlilere dayatılan “terörist” kimliğine, `şiddete meyilli halk` yaftasına karşı koymanın bir yolunu sunar.” (Bu konuşmanın tam metnini ve Filistin Sineması üzerine daha fazla bilgiyi Agora Kitaplığından çıkan Filistin Sineması: Bir Ulusun Hayalleri / Hamid Dabaşi kitabından edinebilirsiniz)
İsrail’in kanlı silahları altında sokağa çıkmaları bile kısıtlanmış olan Filistin halkı, yokluk içerisinde bir sinema dili oluşturmaya çalışır. Yetmişler Filistinli sinemacılar açısından -çekilen film sayısına bakıldığında- bereketli yıllardır. Seksenli yıllara gelindiğinde ise –İsrail’in 82`de Beyrut`u işgal etmesi üzerine- sinemada bir duraklama olur. Filmlerini seyredebilecekleri bir sinema salonu bile bulunmayan Filistinliler, Lübnan`a yapılan işgalin ardından sinema arşivinde çok ciddi kayba uğrarlar. Özellikle 1940’dan 1970 sonlarına kadar çekilen filmlerin arşivini muhafaza eden Lübnan, İsrail’in zorbalıkla yaptığı işgalden sonra bu arşivin çoğunluğunu kaybeder.
70’lerde yapılan filmlerin çoğunluğunun belgesel türünde olması dikkat çekicidir. Uzun metrajlı filmlerin maliyetinin yüksek olması gibi sebeplerin dışında çekilen belgeseller, Filistin tarihini görsel olarak arşivleme kaygısı taşır. İsrail bu çalışmaların çoğuna zarar vererek günümüze ulaşmasına engel olmuştur. Belgesel türü dışında ilk önemli çalışma ise Avrupa`da yaşayan Filistinli bir yönetmenin kadrajından beyaz perdeye yansır. Michel Khleifi`nin 1980 tarihli Fertile Memory ve 1988`de Wedding in Galilee Celile`de Düğün filmleri uzun metraj alanında yapılan ilk çalışmalardır. Filistin sinemasının bir uçta Michel Khleifi, Raşid Maşaravi ve Mai Masri`den, öteki uçta Elia Süleyman, Hany Ebu Esad ve Annemarie Jacir’e kadar güce/iktidara karşı koyma iradesi sergilemesi, bu sinemanın travmatik gerçekçiliğini taçlandıran bir başarıdır.
Filistin Sineması, esaret altındaki bir ulusun barış için ümitlerini ve inadına yapılan zulme boyun eğmeyeceklerini gösteren yapıtlarla dolu. Engellerin, yasakların, İsrail’in dur durak bilmeyen vahşetinin altında Filistinli yönetmenler korkusuzca film çekmeye devam ediyor. Sinemanın görsel dilinin her türlü silahtan daha kuvvetli olduğunu bilen İsrail ise bunu engellemek için her yolu mubah görüyor. Avrupa’nın çeşitli ülkelerine -mecburi olarak- dağılmış olan Filistinli yönetmenleri ya öldürüyor ya da bir daha film çekemeyecek hale getiriyor.
Fakat son olaylarda gösterdi ki, dünya artık İsrail’in beyaz perdede yahut medyada uyutacağı, algı operasyonlarıyla kontrol altına alabileceği esaretten çıktı. Görüntünün gücüyle artık “insan” olanlar bu soykırıma sessiz kalmamayı tercih etti. Ve ümidimiz, duamız pek yakında bağımsız bir Filistin görmek...
...
Filistin Sinemasından 10 Film
• Büyük Gelen Palto
• Filistin’e Veda
• 3000 Gece
• 200 Metre
• The Idol
• Our Boys
• Filistinli Zehra’nın Gözleri
• 5 Kırık Kamera
• Gaza Mon Amour
• Kule
...
* Bu yazının ilk hali Genç Dergisi’nin Temmuz 2010 tarihli sayısında yer almıştır.