Hazırlayan: Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri
Günümüz Türkçesinde de kullanılan Arapça kökenli bir sözcüktür; sözlükte incelik, zariflik, hâl ve tavırlardaki nezaket manasına gelen zarafet, dinimizde de büyük bir ehemmiyete sahiptir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” buyuran sevgili Peygamberimiz (sav)’in hâlidir aslında. İman ile yoğurulmuş yüreklerde tezahür edip halka halka etrafa yayılan ve asla etkisini yitirmeyen manevi bir koku, İslam binamızı güçlendiren bir harçtır zarafet. Hayatımızın her noktasına: maddi olarak giyinişimize, temizliğimize, kelamımıza; ondan da önemlisi, duygularımıza güzellik katar. Zarafet ruhun güzel ahlak ile birleşmesidir; en âlâ muaşerettir.
“EY AİŞE, RIFK İLE DAVRAN”
Bizim medeniyetimizde zarafet, nezaket, hilm, rıfk gibi hemen hemen aynı manaya gelen ve bir Müslümanda olması gereken İncelik, naziklik, yumuşak huyluluk ve kibarlık gibi ahlakî özellikleri ifade eden birçok kelime vardır. “Ey Aişe, rıfk ile davran, çünkü rıfk nerede bulunursa onu güzelleştirir, nereden çıkarılıp alınırsa orayı çirkinleştirir” (Ebu Davud/Cihad1) hadisini hepimiz Aişe yerine, kendi ismimizi ve rıfk yerine zarafet kelimesini koyarak tekrar okumalıyız.
NEDİR ZARAFET?
* İnsana değer vermektir.
* Yumuşak huylu olmaktır.
* Öfkeyle hareket etmemektir.
* Seni öldürmeye gelenin sende dirilmesidir.
* Bağışlamaktır…
Böyle bir sürü madde sayabiliriz âcizane kanaatim, en latif zarafet kusur görmemektir. Arkadaşımızın dostumuzun varsa bir kusuru görmemek, herkesin içinde belirtmemektir asıl erdem. Yunus emre der ki, “kusur, görenindir.” Mümin ayna gibidir yani!
Osmanlı Türkçesinde medeniyetimizin inceliğini gösteren çok hoş bir kelime vardır, dilazürde. Kalbi kırık, gönlü yorgun demekmiş bu kelime. Dinimizce kalp kırmak Kâbe duvarlarını yıkmak ile eş tutulmuş, tebessümün bile sadaka sayıldığı bu zarif dinde kabalık ise uzak diyarlara sürgün edilmiştir. Zarif şair, Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi: “Bir incelik gösterin incinmesin yüreğim.” Şairin ihtiyaç duyduğu gibi bizim de ne çok ihtiyacımız var bugünlerde zarafete. İnce kalpler, zarif yürekler ve fikirler ayakta tutar toplumu. Fikirleri kirlenmiş, düşünceleri paslanmış bir toplum ise nezaketten uzak, cehalete bir hayli yakındır. En büyük hürriyet bencillikten, kibirden ve bunların doğurduğu kabalıktan azade olmaktır.
Bize bu noktada örnek olan en zarif insan elbette ki Efendimiz (sav)dir. Hayatı boyunca karşılaştığı zorluklara, kabalıklara rağmen ardında yorgun gönül, kırık kalp bırakmamıştır.
GÜLER YÜZLÜ, TATLI DİLLİ, YUMUŞAK HUYLU
Zihinlerde mutlak bir iz bırakacağını düşündüğüm, Efendimiz’in (sav) o kadar zarif davranışları var ki burada birkaçını zikretmeden geçemeyeceğim:
Güler yüzlü, tatlı dilli, yumuşak huylu, diğerkâm, cana yakın, kolaylaştırıcı olduğunu hepimiz biliriz. Ama ilk selamı verip hâl hatır sorarken tokalaştığını, karşısındakine tüm bedeniyle dönüp gözlerinin içine baktığını, eğilerek konuşana onunda eğilerek kulak verdiğini arkadaşlarına karşı ayaklarını uzatmadığını, muhatabı elini çekmedikçe çekmediğini, yüzünü çevirmediğini, kimseyi el kaldırmak şöyle dursun çocuk bile olsa azarlamadığını, münakaşa etmediğini, kendisine mahsus odasında genç bir kızdan daha çok haya sahibi olduğunu!.. O’nu hiç en güzel örnek olarak hayal ettik mi? Takip ettik mi?
Peygamber Efendimiz (sav) hayatı boyunca yalnızca Müslümanlara değil bütün cihana örnek olacak kadar doğru, güvenilir ve zarif bir insandı. Müslüman olmayan ahali tarafından bile ona “Muhammedül-emin” (Güvenilir Muhammed) sıfatı yakıştırılmıştı. Müslümanların, hakikat yolunda yapması gereken mühim amellerden biri de davranış, kelam ve üslupta örnek olmaktır. Müminin bu durumda zarafet sahibi olup, bunu insanlara örnek olarak aşılaması temel görevlerindendir. Böyle bir Peygambere(sav) örnek bir nesil, örnek bir ümmet yakışır.
“Allah her işte rıfk (zarafet) ile davranmayı sever.” (Buhari/Edeb35)
Allahümmesalli ala seyyidina Muhammed…
ELİF GEMİCİ
Genç Müslümanın hayat düsturu
Sevgili okuyucularımız, bilindiği üzere İslam dininin; birincisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi Hz. Peygamber’in (sav) hadisleri olmak üzere iki temel kaynağı vardır. Hadis; Resulullah’ın (sav) söz, fiil ve takrirlerine denir ve bu hikmet bilgisi sahabelerin azim ve titizlikleri sayesinde günümüze kadar sağlıklı bir şekilde ulaşmıştır. Sahabeler Peygamberimizi (sav) çok dikkatli bir şekilde dinlerlerdi. Onların Allah Resûlü’nü dinlerken takındıkları tavrı tasvir eden bir rivayette, “Sanki başlarında birer kuş varmış gibi (dikkatli) idiler.” denilmiştir. Resulullah’ın (sav) kendisi gibi seçkin sahabeleri Onu, bir yandan bu kadar itinalı dinlerken, öte yandan hayata ve ötesine dair anlamadıkları ne varsa net ve açık bir şekilde, kınanma korkusu taşımadan sorarlar, hikmetin peşine düşerler ; yoruma açık olmayan konularda “İşittik ve itaat ettik, Allah ve Resulü daha iyi bilir” şeklinde teslimiyet gösterirlerdi.
Sahabe-i Kiram’ın bu ilim aşkıdır ki hem sevgili Peygamberimizin (sav) yaşamında en ince ayrıntılardaki hikmetleri ve hem de dine dair sorularımıza cevap ararkenki usulü bize öğretmiştir.Her sahabe cidden sorularını sanki bizim yerimize sormuş, bizim yerimize dinlemiş ve cehalet karanlığını aydınlatan bir yıldız olarak gönül semamıza yerleşmiştir. Allah Resûlü ise hem bizzat yaşayarak hem anlatarak ,açıklayarak bilgiye ve hikmete susamış sahâbîlerinin susuzluğunu gidermek için büyük çaba sarf ediyor, kendisine yöneltilen soruları tek tek cevaplıyordu. Peki sahabeler, “Bunun hikmeti nedir? Neden bunu böyle buyurdunuz ya Resulullah?” diye sorup, tasdik etmeseydiler ne olurdu? En önemlisi, biz Resulullahın sünnetlerini, bakış açısını modelleyerek hangi olayda ne yapılması gerektiğini nasıl öğrenirdik?
“BURAYI TEKRAR KAZIN”
Sahabedeki bu merak sayesinde, günümüzde soru ve sorunlarımıza ışık tutabilecek formüllere sahibiz. Haydi gelin buna birkaç misal verelim siyerden: Peygamberimizin (sav) oğlu İbrahim bebek denecek yaşta vefat etmişti. Oğlunun mezarını kazarken izlemekte olduğu sahabelerine bir noktayı göstererek, “Burayı tekrar kazın” buyurdu. “Bunu böyle yapmamızın ne ölüye ne de diriye zararı vardır. Neden böyle buyurdunuz, hikmeti nedir ya Resulullah?” dediler. “Tamam” diyerek bunun hikmetini sormasalar, Peygamberimizin (sav) “Allah, amel sâhibinin bir işi yaparken iyi ve güzel yapmasını sever.” mealindeki hadisinden mahrum kalırdık. Bu beni gerçekten etkileyen bir örnektir.
Yine başka bir misal: Müslümanların ilk gazvesi Bedir Harbi’nde, Resulullah (sav) yer tespitinde bulunuyordu. Askerlerin Bedir Kuyuları önünde konuşlanmalarını istedi. Sahabelerden Hubab b. Münzir dedi ki: “Ya Resulallah(sav), ordunun buraya konuşlanması senin fikrin mi, yoksa bu konuda sana vahiy mi geldi?” Resulullah (sav), “Hayır bu benim fikrimdir” buyurdu. “Öyleyse Ya Resulallah, buraya yağmur yağdığı zaman ayaklarımız yer tutmaz, çamur olur. Kuyuların arka taraflarına konaklarsak orası daha uygun olur. Ayağımız yer tutar” şeklinde fikrini beyan etti. Münzir’in teklifi kabul edildi ve ordu Bedir Kuyuları’nın arkalarına konuşlandı.
İSTİŞARE EDİP DANIŞARAK KARAR ALIYOR
Uhud Gazvesi’nde de buna benzer bir hal yaşanmıştı. Bedir Harbi’ni muzaffer tamamlayan gençler, müşriklerle meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Oysa; âlemlerin rahmet peygamberi aynı düşüncede değildi. O şehir müdafaası yapalım istiyordu. Ama istişare sonucunda, genç sahabelerin isteği doğrultusunda davrandı. Bu müthiş muharebede yetmiş sahabeyle birlikte, amcası Hz. Hamza’yı şehit verdi. Ama “Siz böyle istediniz” diye onlara hiç hayıflanmadı. İstişare ile verilen karara sonuna kadar sahip çıktı. İstişareye ve istişare sonucuna razı olmayı biz yüce Nebi’den (sav) öğrendik. Hendek Gazvesi’nde de durum bunlardan farklı değildi.
SAHABELERİNİN YOLU
Hz. Peygamber (sav) müşriklere karşı savaş taktiklerini tespit ederken; Selman-ı Farisi’nin şehrin etrafına hendek kazma önerisini daha önce hiç denenmediği halde kabul etmiş ve hendek kazımında bizzat kendisi de bulunmuştu. O’nun kadar danışan, O’nun kadar görüş alan kimse var mıdır acaba? Soru sorana kızmıyor, fikir beyan edene gücenmiyor. Hep istişare ediyor, hep danışıyor ve alınan karara sonuna kadar sahip çıkıyor; en önemlisi de sahabelerin sorularına hiç yorulmadan cevap veriyordu.
Müslümanın hayat düsturu da Sevgili Peygamberimiz (sav) ve sahabelerinin yolu olmalıdır ki fertlerle birlikte toplumlar da ayağa kalksın.Rabbim, biz genç Müslümanlara da sahabeler gibi hakikati, doğru kaynaktan öğrenmek için araştırmalar yapma, sorular sorma aşkı ve nihayetinde onlar gibi Hakk’a teslimiyet içinde olmayı nasip etsin diyerek güzel bir dua ile bitirelim yazımızı. Peygamberimize salat ve selam olsun. Sahabe-i Kiram’ın hepsinden Allah razı olsun.
ZEYNEP KAYMAZ