Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Semerkant bulunduğu sıralarda, Uluğ Bey de dâhil olmak üzere Kadızâde-i Rûmî (1337-1420) ve Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî (?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri almıştır.

Ali Kuşçu bir aralık, öğrenimini tamamlamak amacıyla Uluğ Bey'den habersiz Kirman’a gitmiş ve orada yazdığı “Ḥallü eşkâli’l ḳamer” adlı risalesi ile geri dönmüştür. Dönüşünde risaleyi Uluğ Bey’e armağan etmiş ve Ali Kuşçu’nun kendisinden izin almadan Kirman’a gitmesine kızan Uluğ Bey, risaleyi okuduktan sonra onu takdir etmiştir.

Astronom ve matematikçi

Daha sonra Osmanlı ülkesinde astronom ve matematikçi olarak büyük bir ün kazandı. Babası, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “kuşçu” lakabıyla anılıyordu. Kendisi de büyük bir bilgin olan ve bilginleri koruyan Uluğ Bey, Ali Kuşçu’yu ya doğrudan doğruya babası vasıtasıyla ya da Bursalı olan ve öğrenim için Maveraünnehir’e giden Kadızâde-i Rûmî aracılığıyla tanıyarak ona ders verdi. Dolayısıyla o matematik ve astronomi alanlarındaki temel bilgileri Semerkant’ta Uluğ Bey, Kadızâde-i Rûmî ve Gıyâseddin Cemşîd’den aldı.

Uluğ Bey Çin’e gönderdi

Rivayete göre, bir türlü bilimsel çalışmalara doymayan Ali Kuşçu, Uluğ Bey ve Kadızâde’den izin alamama endişesiyle gizlice Kirman’a gitti. Orada birçok kitabın yanı sıra Nasirüddîn-i Tûsi’nin Tecrîdü’l-kelâm adlı eseriyle şerhini (açıklama) de okuma fırsatı buldu ve daha sonra Tûsî’nin eserini Şerhu’t-Tecrîd adıyla şerhederek Ebû Said Han’a sundu. Yeniden Uluğ Bey’in yanına döndüğünde de ona, Ay’ın evrelerine dair Kirman’da kaleme aldığı Risâle-i Hallü eşkâli’l- kamer adlı eserini sunarak takdirini kazandı. Bunun üzerine Uluğ Bey, Ali Kuşçu’ya, Kadızade Rumî’nin ölümü nedeniyle boşalan Semerkant Rasathanesi’nin müdürlüğü görevini verdi. Bundan sonra bilgisini ilerletmek üzere Uluğ Bey tarafından Çin’e gönderildiği ve dönüşünde dünyanın yüz ölçümü ile meridyenini hesap ettiği bilinmektedir.

Ayasofya Medresesi’nde müderris

Uluğ Bey’in öldürülmesinden (1449) sonra koruyucusuz kalan Ali Kuşçu, Timurluların sarayından ayrılarak hac amacıyla Mekke’ye giderken Tebriz’e uğradı. Burada Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’dan büyük ilgi gördü ve elçilik göreviyle Fâtih Sultan Mehmed katına gönderildi. Bilimsel çalışmalarına hayran olan Fâtih’in ısrarı üzerine de elçilik görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü ve yol boyunca büyük törenlerle armağanlarla karşılandı. Fâtih 1473’te Akkoyunlular üzerine yaptığı sefere birlikte götürdüğü Ali Kuşçu’yu dönüşünde Ayasofya Medresesi’ne müderris (hoca, profesör) tayin etti. Bu atama, İstanbul’da astronomi ve matematik alanlarındaki çalışmalara canlılık getirmiş, hatta Ali Kuşçu’nun derslerini başka bilim adamları da izlemiştir. Ali Kuşçu, İstanbul’da verdiği derslerle bilim tarihinde adları saygı ile anılan Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilginler yetiştirdi.

Evrensel bilim adamlığı unvanı: Ali Kuşçu

Ali Kuşçu’nun bilime katkılarını sıralamadan önce, özellikle onun yalnız telif eserlerle değil, eğitim-öğretim ve yetiştirdiği bilginlerle çağını aşan bir bilgin olduğunu belirtmekte yarar vardır. Ali Kuşçu'yu evrensel bilim adamlığı unvanına kavuşturan etkenin Semerkant Rasathanesi'nde çalışması ve Zic-i Uluğ Bey’e (Uluğ Bey'in Yıldız kataloğu) katkıda bulunması olduğunu da belirtmemiz gerekir. Bilindiği gibi Zic-i Uluğ Bey ya da Zic-i Gürganî olarak adlandırılan yıldız kataloğu, başta Uluğ Bey olmak üzere Gıyasüddin Cemşid, Kadızade Rumî ve Ali Kuşçu'nun rasathanede yaptıkları ortak çalışmanın bir ürünüdür. Bu eserin hazırlanması sırasında önce Gıyasüddin Cemşid'in arkasından Kadızade Rumî'nin ölmesiyle yarıda kalan katalog, Ali Kuşçu tarafından tamamlandığından, özellikle onun esere büyük katkısı oldu. Uluğ Bey eserin ön sözünde Ali Kuşçu için "değerli oğlumuz" sözünü kullanarak ona hem bir öğrenciden çok dost ve evlat muamelesi yaptığını hem de esere büyük katkısını ortaya koymaktadır. Bu nedenle Zic-i Uluğ Bey'e Ali Kuşçu'nun bir eseri olarak bakılabilir.

1018 yıldızın konumunu içeren Zic-i Uluğ Bey, dört bölümden oluşur. Birinci bölüm farklı kimseler tarafından kullanılan değişik kronoloji sistemlerini, ikinci bölüm pratik astronomi, üçüncü bölüm yer merkezli evren sistemine göre gök cisimlerinin görünen hareketi konularını kapsar. Dördüncü bölüm ise astroloji konusundadır. Ali Kuşçu’nun daha çok şerh- hâşiye türünden olan değişik alanlardaki eserlerini üç grupta toplamak olanaklıdır.

“Fethiye” astronomi kitabı

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih’e sunulduğu için “Fethiye” adı verilen astronomi kitabıdır. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm dünyanın şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, dünyaya ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir. Döneminde bir hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir el kitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu’nun bir başka önemli eseri ise, Fatih’in adına atfen “Muhammediye” adını verdiği matematik kitabıdır.

Astronomi ve matematik konusunda ortaya koyduğu eserlerin yanı sıra, genel olarak bilime yaptığı katkılardan bir diğeri ise, Fatih'in önerisi üzerine İstanbul'a geldikten sonra başlattığı bilimsel çatışmalardır. İstanbul'da Ayasofya Medresesi müderrisliğine getirildikten sonra, Osmanlı Devleti'nin ilk matematik ve astronomi hocası unvanını kazanan Ali Kuşçu, özellikle astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim- öğretim çalışmasında bulunmuş ve üniversitesinin programlarını yeniden düzenlemiştir. Bütün bu çalışmalarının yanında şiirle de uğraşmıştır.

Fâtih Camii’nde güneş saati

Ali Kuşçu’nun Fâtih Sultan Mehmed zamanında Molla Hüsrev’le birlikte Semâniye Medreseleri’nin programını düzenlemeye memur edildiği de söylenmektedir. İstanbul’un boylamını, eskiden belirlenmiş olan 60 derecelik değeri düzeltip 69 derece, enlemini de 41 derece 14 dakika olarak saptadığı bilinmektedir. Fâtih Camii’nde de bir basitası (güneş saati) vardır. Ali Kuşçu, İstanbul’a ikinci ve son kez yerleşmek üzere 1472’de geldiğine göre, bu şehirde iki yıl gibi bir süre yaşamıştır. 15 Aralık 1474 tarihinde İstanbul’da vefat etti ve Eyüp Sultan Türbesi civarında toprağa verildi. Ölümünden sonra Edirne’de onun adına bir mahalle, mescit, medrese ve bir mahalle kurulmuştur.

Ahmed Faruk Atasever 11/B 870

***

Alıp Götürse Beni Artık Bu Cihandan

Deveyi uçuran bir tutam ottu yardan

Ya deveyi güt ya da çek git bu diyardan

 

Azat et beni artık gönlümdeki hardan

Çiçeklere uzansam güzelce bahardan

 

Aktı zehir gönlüme kapkara bir mardan

Akanlar da kan değil katrandı damardan

 

Merhamet et de kurtar gönlümdeki dardan

Bir zerre bulamadım bir cüsse kadardan

 

Kurtulsan içindeki şeytan gibi nardan

Akıp git doludizgin buz gibi pınardan

 

Çıkarttıysan yokluğu varlık içi vardan

Gitsem de neye yarar ki ben bu civardan

 

Sıyrılıp kurtulsam ben bu tabii zardan

Yeniden dirilsem de bomboş bir mezardan

 

Ferman alsam da yüce göklerdeki handan

Alıp götürse beni artık bu cihandan

 

Talha SANCAK

 

Muhabir: Haber Merkezi