بسم الله الرحمن الرحيم، 

الحمد لله رب العالمين 

الصلاة و السلام على رسولنا و أله و صحبه و من تبعه الى يوم الدين، 

Konuya girmeden ehli bidat fırkaların temel özelliklerinden bazılarını kısa cümleler halende bir giriş olarak zikredip akabinde asıl yazıya gireceğiz.

– Öğretilerinde gizliliği ve halktan saklanmayı benimserler.

– Yapılarının ve planlarının açığa çıkmasını istemezler.

– Belirledikleri vakte kadar halk ile uyum içinde yaşarlar.

– İnanç yapıları ve planları, genelin bulunduğu inanç esaslarına uymadığı veya halka saldırıya yönelik olduğu için gizliliği tercih ederler.

– Savundukları sapık itikâdî fikirleri, çıktıkları bölge veya liderlerinin isimleri ile adlandırılırlar.

– Kadim ehl-i sünnet ulemayı eleştirirler.

– Tasavvuf mensuplarının arasında sahih olup olmayan ayrımı yapmadan hepsini dalâlet ve bidat üzere olmakla nitelerler.

– Sahabe arasındaki içtihadî ihtilafa muteallık meseleleri konuşmayı ve yorumlamayı benimserler.

– Din adına yeni söylemlerin olmasını iddia ederek selefî kaynakları gündeme getirirler.

– Amelî günahlar sebebiyle müminleri tekfir ederler.

Ömer b. Abdulaziz (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir topluluğun halktan gizli dini konularda kendi aralarında özel görüştüklerini gördüğünde bil ki; onlar dalâleti tesis etmek üzeredirler.”

Müminlerin genelinden uzak sadece kendi zümrelerine dini meselelerde mütesâhil / kolaylaştırılmış ve sulandırılmış din telakkisi içinde ilmîlikten ve fakihlikten uzak olanlar, tebalarını da hissetmelerine imkân vermeden sadece dalâlete sürükler.

Tarih bunun şahidi dalâlet fırkalar ve yapılanmalar ile karşımızda durmaktadır. FETÖ gibi nice sapık yapıları dış mihraklar farklı zamanlarda halka karşı içtenlik, dine düşkünlük ve İslam’a samimiyet gibi duyguları ifade ederek ve içlerinde gerçek niyetlerini gizleyerek Müslümanların içine sızmışlardır. FETÖ’nün geçmişte İslam’a nisbeti mümkün olmayan teşkilatlanma mahiyetinin ve fikirlerinin olduğu ilim erbâbı tarafından bilinen bir husustur.

Başta halkın manevi değerleri ile yürürken daha sonraları halkın meşru âdetinden ve ümmetin inanç esaslarından ve yaşantısından koparak tüm yapıları ile gizliliği ve içten içe kalbî nefret ile toplumu beğenmemeyi tercih etmişlerdir.

Tarih içindeki sevâd-ı azamdan ayrılmalar ve ihtilaflar genelde bu şekilde icat edilmiştir. Yeni şeyler adına, söylemi ve hareket tarzı kadim İslam geleneğimize uymayan yapılar ihdas etmek ve mevcut İslam cemaatinden ayrılmak ehl-i bidat fırkaların özelliğidir. Kim ki “Yeni bir söylem ihtiyacına ve yeni oluşumlara ihtiyaç var.” diyerek ehl-i sünnet inanç esaslarına uymayan yapılar ihdas ediyorsa; halkın bu yapının kesinlikle ümmetin başına bela olacak bir yapı olduğunda şüphe etmemesi gerekir.

Bu gün sadece FETÖ bidat akım değildir. FETÖ, bidat yapıların devlete, vatana, millete, dine ve genç nesile neler yapabileceğinin açık şahididir. Bu tecrübeden sonra gelenekten kopmuş yapıların istikbalde birer isyan merkezi olacağı da aşikâre bir husustur. Derin tarih tecrübemiz bunun yoruma hacet bırakmayacak şahidi durumdadır.

Ehl-i sünnet inancına muhalif itikâdî, fıkhî ve ahlakî söylemler geliştiren yeni yapılanmalara karşı son derece teyakkuzda olmak gerekir.

Ömer b. Abdulaziz’in ifadesinden, bidat fırkaları tanıma noktasında iki genel kâide ortaya çıkmaktadır:

a-) Dini konularda ümmetten gizli teşkilatlar ve cemiyetler tesis edip kamuoyu ile içeriğini paylaşmamak.

b-) Müslüman cemaatlere muhâlif fikir, söylem ve eylemler içinde olmak.

Müslümanların geleneği gibi olmamaya aşırı düşkün olmaları ehl-i bidatin temel özelliklerinin başında gelir.

Bu yapılar, devlet adamı günahkâr veya muttaki de olsa hiçbir şekilde ona itaati ikrar etmeyip her fikir, söylem ve hareketlerinde genel olarak devlete ve idarecilerine isyan ile fikirlerini alakalandırırlar.

Yani bu tür yapıların İslamî düşünce adına ortaya koydukları her konuda; bir şekilde devlete isyan, ümmetin üzerinde ittifak ettikleri itikâdî ve amelî meselelerinde bir takım yorumlar ve yaftalamalar ile geçmişi kötüleme ve kadim asâleden ayrı olmak mutlaka kendini gösterir

Sapık fırkalar hayır veya şer hiçbir konuda devletin buyruğu altına girmezler. Hayra ve taate yönelik devlet uygulamalarında liderlerinin onayı olmadan hiçbir müspet hareketi ve tavrı göstermezler.

Onların usullerinin göze en çok çarpan hususları;

1- Tevârüs eden ümmetin itikâdî ve ameli yaşantısını dalâlet ile nitelemek,

2- Müslümanların ehl-i sünnet yaşantısını tekfir,

3- Ümmetin idarecilerine lanet ve tenkit,

4- Âlimleri ve meşâyıhı hakir görmek ve eleştiriler.

Sapık fırkaları tanımak noktasında bu bariz özellikleri, kadim esasları eleştiriyi veya takiyye amaçlı uyumlu görüntüyü muâsır nev-zuhur yapılarda hareket fıkhı adı altında görmekteyiz.

Tekfire ve tefrikaya karşı olduklarını her ortamda iddia etseler de Resulullah’ın, “Ümmetim dalalet üzere içtima etmez.” buyurduğu 15 asırlık hak yaşantıyı dalâlete ya nispet ederler veya da kendi hareketlerinin tarihteki en hayırlı ve etkili olduğunu iddia ve ispatını da elden bırakmazlar.

Müminleri amellerindeki kusurları ve günahları ile tekfir ederler. Kimi zaman da caiz olan dini konularda bile rahatlıkla inananları ‘şirke’ nispet ederler. Bir taraftan kabir ziyaretine cevaz verirken öte yandan Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’i kabr-i şerifleri başında ziyaret etmeyi de bidat ve hurafe, bu ziyareti yapanı da bidat ihdas etmek ile nitelerler. Bu hususlar ‘FIRAK VE EDYAN / Fırkalar ve Dinler’ konusunda telif edilmiş eserlerde maddeler halinde zikredilmektedir.

Sapık yapılardan bir kısmının temel özelliklerinden biri de âyet-i kerimeler ve nass-ı şeriflerde yorumu kulların irade ve idraklerinden uzak kılınan müteşâbih lafızlarda veya içtihadı gerektiren kaynaklarda “Her ayet anlaşılmak için gelmiştir.” fasit yaklaşımı ile kendi reylerini tefsir, sahih tevil ve izah olarak topluma dayatmalarıdır.

Burada hemen şunu hatırlatmak gerekiyor; Kur’an-ı Kerim birkaç maksat ile okunur ve mütalaa edilir:

a-) Teşri’ in açığa çıkması için içtihat maksatlı okuma; müçtehit ve fakihlere yönelik bir mütalaa şeklidir.

b-) Cennet ve cehennem, asilerin sonları ve kulluk şuuru adına tedebbür ve tezekkür ile okumak. Bu her Müslümanın yapması gerekli okumadır ki mutlaka sahih bir tefsir ile birlikte okunmalıdır.

c-) Allah’ın kitabını okuyarak zikir yapmış olmak. Zikre her müminin ihtiyacı vardır. Manasını anlamaya değil zikretmeye müteallik bir okumadır.

İşte tam burada sapık fırkaları ayırt ediyoruz ki Kur’an-ı Kerim’i bir Müslümanın zikir maksatlı okumasını boş ve beyhude olarak değerlendirmek ve meali anlaşılmadığı vakit Kur’an-ı Kerim tilavetinin faydasız olduğunu ve bununla meşgul olan Müslümanları dalâlet ile nitelemek sapık fırkaların özelliği değil de nedir peki?

Kur’an’ın her âyet-i kerimesine iman edilecek ve yaşanacaktır. Onu yaşamak ise ahkâmı ile ameldir. Yalnızca lafzı alıp kafasının estiği gibi yaşamak Kur’an-ı Kerim ile amel değildir. Bilakis kendi reyine uygun olarak ayet-i kerimeleri tefsir edenler ayet-i kerimelerde ki murad-ı ilahiye iftira etmek gibi büyük bir cürmü işlemiş olurlar.

Müteşâbih ayetler ve müşâbih lafızlar zikredilerek yaşanmış olacaktır. Her âyet-i kerime sarâhatte ve delâlette aynı derecede olmadığı gibi bazı âyet-i celileler idrak-i beşerden uzak manalar içerirler. Bu ayet-i kerimeler ile amel ise sadece onları okumak ve murad-ı ilahinin maksadına iman etmektir. Yoksa müteşâbih âyet-i kerimeler idrakinden mükellef kılındığımız ilâhi buyruklar gibi değildir.

Sapık fırkalardan, muâsır en tehlikeli akımlardan biri hiç şüphesiz MEALCİLİK akımıdır.

Yani kelam-ı ilâhiyi mealden okuyarak yaşama iddiası ile hareket eden bu hareket âyet-i kerimelerin ahkâmını acaba nasıl tespit edipte yaşamaktadırlar. Yani, sığasında farz, vacip, mubah vs. hükümler ihtiva eden ayetleri ve emir, nehiy lafızlarını nasıl ayırt etmektedirler. Kur’an-ı Kerim’de “namaz kılın” emri olduğu gibi “İki, üç, dört evlenin.” ayetlerinde ki emir sığaları da vardır. Bu emirlerden birinin farziyet değirinin ise mübah olduğunu nasıl ayırt etmektedirler? İçtihat olmadan bu ve benzeri sığalar arasındaki hükme müteallik farklılığı idrak mümkün değildir.

Tarihte Haricîler Kur’an-ı Kerim’in haricinde hiçbir şeyi dinin delili olarak kabul etmemişler ve sonunda “Hüküm sadece Allah Teâlâ içindir.”  mealinde ki âyet-i kerime ile Hz. Ali (radıyallahu anh)’yi ‘Bu ayet gereği kâfir oldu.’ diye tekfir edip şehit etmişlerdir. Bu büyük katliamda tek çıkışları ve dayanakları zikrettiğimiz âyet-i celilenin sünnetten karşılığına ve sahabe-i kiram icmâından ki ortaya çıkan hükmüne bakmadan kendi reyleri doğrultusunda zahiri ile amel etmeleridir.

Bu günde geldiğimiz ortamda aynı durumu görmekteyiz.

Müslümanları kendilerince kibar bir üslup kullanarak sapıklık ile nitelemelerin temelinde bu taifelerin meal ile meşgul olup sünnet, icma ve içtihat gibi esaslara itibar etmeyişlerini görmekteyiz. Tarihe baktığımızda kişi veya kitleleri ortadan kaldırmak isteyenlerin ve başkalarına hak tanımayanların sığındıkları öncelikli başvurdukları çoğu zaman ehli bidat tarafından kullanılan dini bir ıstılah; tekfirdir. Tekfirsiz din olmaz. Ancak tekfir etme salâhiyetinden ehl-i sünnet ulema kaçınmış ancak dinin zaruri esaslarına müteallik konuda da sapık fırkaların savundukları fikirlerin tekfir boyutundaki hükmünü de vermekten kaçınmamışlardır.

Kendilerini ‘Kur’an Ehli’ diye vasfeden bu taifeler derûni bir ilmi müktesebâta sahip olmayınca sünnet, icma ve içtihadın Kur’ana muârız (zıt ve muhalif) olduğunu iddia ederek Kur’an-ı Kerim dışındaki tüm delilleri bir kenara atmaktadırlar. Tarihte bu iddia Haricîlere aittir. Şu zamanda bu iddia ile yeni söylemler icat etmek isteyenler de şeksiz ve şüphesiz Haricîlerdir.

Bu fırkalar tarafından sünnet-i seniyyenin kabul edilmeyeceğini, Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem haber vermektedir.

عن المقدام بن معد يكرب الكندي رضي الله عنه، أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال؛ ” يوشك الرجل متكئا على أريكته يحدث بحديث من حديثي، فيقول؛ “بيننا وبينكم كتاب الله عز و جل، فما وجدنا فيه من حلال استحللناه، وما وجدنا فيه من حرام استحرمناه،”  ألا و إن ما حرم رسول الله صلى الله عليه و سلم مثل ما حرم الله،”

Mikdad b. Ma’dîkerib el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: 

“Bir adamın, koltuğuna dayanmış olarak benim hadisim hakkında konuşması ve “Sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. O’nda neyi helal bulursak onu helal kabul ederiz ve onda neyi haram bulursak onu da haram kabul ederiz.” demesi yakındır.

Agâh olun! Allah’ın resulünün haram kıldığı şeyler Allah Teâlâ’nın haram kıldıkları gibidir.”

Fikrî ihtilaflar ve fırkalar tarihin şahitliği ile de sabittir ki kaçınılması imkânımız dâhilinde olmayan bir vakıâdır.

Efendimiz karşılaşacağımız bu vakıâyı: إِنَّهُ مَن يَعِشْ مِنكُم بَعدِي فَسَيَرَى اختِلاَفًا كَثِيرًا / “Benden sonra yaşayanlar çok ihtilaflar görecek.” sözleri ile bizlere izah ederken bir merhamet ile uyarmış ve bu ihtilaflardan çıkış yollarını da göstermiştir ki o da sünnetine ve sahabenin yoluna yapışmaktır. Bu ise bize hak içtihatların yekûnünü ihtiva eden hak mezhepler ile gelmiştir.

Yani fırkalar ve fikri ihtilaflar olacaktır. Bunlar içinde hak ve batıl ayrımı yapmak her bir mükellefe zorunludur.

Siyasi hayatın birçok alanlarında da ihtilaflar, fikir ve akide alanında vaki olduğu gibi aynen vaki olmuştur. Bu durum ise hulefâ-ı râşidîn döneminin sonlarında fırkaların ortaya çıkması ile şekillenmiştir. Mürcie, Şîa ve Haricîler bunlardan bir kısmıdır.

Allah Teâlâ rahmeti ile bu fırkalaşmayı ve onların içine girdikleri itikadî ve usulî ihtilafları Müslüman cemaatinden uzak müstakil şekli ve ismi ile ayrı; kendi yanlış akideleri üzere gerçekleşen bir hadise kılmıştır. Yani ehl-i sünnet yapıda usul ve zarurât-ı diniyye açısından bir ihtilaf mevz-u bahis olmamıştır.

Binaenleyh Müslümanların ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı, onların akidesine ve sapık fırkaların metotlarına bir gün dahi karışmamıştır ve karıştırılmamıştır.

Hatta bu sapık fırkalar, kendilerini ehl-i sünnet ve’l-cemaat diye adlandırmaya cüret edememişler; ortaya koydukları bidat fikirlerin isimlerine ve öne çıkan kavramlarına veya fırkayı ihdas eden şahsa nispet edilmişlerdir. Fırkaların isimlerine baktığınızda bunu açık olarak görmek mümkündür. Bu ise Allah Teala’nın hikmetidir.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’de fırkaların zuhur edeceğini haber verdikleri hadis-i şeriflerinde kurtulan hak fırkayı “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” diye adlandırırken diğerlerini “cemaat” “sünnet üzere olmak” ile nitelememiştir.

فعَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ رضي الله عنهما أَنَّهُ قَالَ: “أَلَا إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَامَ فِينَا فَقَالَ: أَلَا إِنَّ مَنْ قَبْلَكُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ افْتَرَقُوا عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وَإِنَّ هَذِهِ الْمِلَّةَ سَتَفْتَرِقُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ، ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ فِي النَّار، وَوَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ، وَهِيَ الْجَمَاعَةُ،”

Muaviye b. Ebî Sufyan (radıyallahu anhuma) anlatıyor:

“Dikkat edin, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün aramızda ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

‘Agâh olun! Sizden önce ehli kitap yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu millette yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Yetmiş ikisi cehennemde biri cennettedir. Onlar ise cemaattir.”

Sahabe-i kiramdan birçok kişiden onlarca tarik ile sahih olarak nakledilen rivayetlerin çoğu bu fırkaların yetmiş üç ayrı fırka olduğu yönündedir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kurtulan fırkayı da ‘cemaat’ olarak vasfetmiştir. Cemaatten maksat hadis-i şerifin diğer rivayetlerinde de vasfedildiği üzere “sevâd-ı azam” yani “Müslüman âlimlerin icmai üzere olanlar.”

عن حُذَيْفَةَ بْنَ الْيَمَانِ رضي الله عنه يَقُولُ؛ كَانَ النَّاسُ يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الْخَيْرِ وَ كُنْتُ أَسْأَلُهُ عَنْ الشَّرِّ مَخَافَةَ أَنْ يُدْرِكَنِي

 فَقُلْتُ؛ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا كُنَّا فِي جَاهِلِيَّةٍ وَشَرٍّ فَجَاءَنَا اللَّهُ بِهَذَا الْخَيْرِ فَهَلْ بَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ ؟

قَالَ؛ نَعَمْ

قُلْتُ؛ وَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الشَّرِّ مِنْ خَيْرٍ؟

قَالَ؛ نَعَمْ وَ فِيهِ دَخَنٌ،

قُلْتُ؛ وَمَا دَخَنُهُ ؟

قَالَ؛ قَوْمٌ يَهْدُونَ بِغَيْرِ هَدْيِي تَعْرِفُ مِنْهُمْ وَ تُنكِرُ

 قُلْتُ؛ فَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ ؟

قَالَ؛ نَعَمْ دُعَاةٌ إِلَى أَبْوَابِ جَهَنَّمَ مَنْ أَجَابَهُمْ إِلَيْهَا قَذَفُوهُ فِيهَا،

قُلْتُ؛ يَا رَسُولَ اللَّهِ صِفْهُمْ لَنَا!

فَقَالَ؛ هُمْ مِنْ جِلْدَتِنَا وَيَتَكَلَّمُونَ بِأَلْسِنَتِنَا

قُلْتُ؛ فَمَا تَأْمُرُنِي إِنْ أَدْرَكَنِي ذَلِكَ

قَالَ؛ تَلْزَمُ جَمَاعَةَ الْمُسْلِمِينَ وَإِمَامَهُمْ

قُلْتُ؛ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُمْ جَمَاعَةٌ وَ لَا إِمَامٌ ؟

قَالَ؛ فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا وَ لَوْ أَنْ تَعَضَّ بِأَصْلِ شَجَرَةٍ حَتَّى يُدْرِكَكَ الْمَوْتُ وَأَنْتَ عَلَى ذَلِك،َ

Huzeyfe b. El-Yeman (radıyallahu anh) anlatıyor:

“İnsanlar Resulullah’a hayrı soruyorlardı. Bende şerrin bana ulaşmasından korkarak şerden sordum:

“Ya Resulullah! Bizler cahiliye adetleri ve şer üzereydik. Bunun akabinde Allah Teâlâ bize bu hayrı getirdi. Bu hayırdan sonra bir şer olacak mı?

“Evet” buyurdu.

“Peki, bu şerden sonra hayır olacak mı?” diye sordum.

“Evet, kendisinde bir duman / karartı olduğu halde.” buyurdu.

“Dumanı nedir?” diye sordum.

“Benim hidayet yolum dışında bir yolu hidayet olarak benimserler. Onları tanır ve nefret edersin.” buyurdu.

“Bu hayırdan sonra bir şer var mıdır?” diye sordum.

“Evet, cehennemin kapılarına davet eden davetçiler gelecek, onlara icabet edeni ateşe atarlar.” buyurdu.

“Onları bize tarif etseniz.” dedim.

“Bizim derimizdendirler ve dilimizle konuşurlar.” buyurdu.

“Yetişirsem bize neyi emredersiniz.” diye sordum.

“Müslüman cemaatine ve onların idarecilerine yapış.” buyurdu.

“O gün Müslümanların cemaati ve idarecisi yok ise ne yapayım?” diye sordum.

“Bir ağacın kökünü ısırıp ve bu haldeyken ölüm sana gelecek olsa bile tüm bu fırkaların hepsinden uzak dur” buyurdu. (Buhari, Sahih.)

Zahirde bizden, dilimizi ve ıstılahlarımızı konuşan, İslam milletine mensup görünürken hakikatte ehl-i sünnete muhâlefet, kalpleri şeytanların kalpleri gibi ve suratlarının sakalsız olması ehli bidat fırkaların özelliği olarak zikredilen bilgiler arasındadır.

Allah Teâla bizleri muhafaza eylesin…

Bir sonraki yazımızda “FETÖ’NÜN İTİKADİ SAPIKLIKLARI” nı maddeler halinde tüm açıklığı ile sıralayacağız. İnşallah.

Ömer Faruk AKKAYA 

Editör: TE Bilisim