Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Haber Global’de katıldığı yayında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.
“Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının” sorulduğu Kalın, güney Kafkaslarda bir güç mücadelesinin olduğunu söyledi.
Türkiye’nin Azerbaycan ile çok özel bir ilişkisinin bulunduğunu belirten Kalın, Türkiye’de iktidarından muhalefetine, milliyetçi partisinden sosyal demokratına kadar bütün kesimlerin Azerbaycan’ı desteklediğini vurguladı.
Kalın, son günlerde özellikle Batı medyasında, Ermeni lobisinin de etkisiyle “Türkiye buraya müdahale ettiği için sorun çözülemiyor, ateşkes yapılamıyor” gibi bir propaganda yapıldığına dikkati çekerek, “Bu çok anlamsız bir tartışma. Azerbaycan’a bir şey dokunduğunda bu Türkiye’ye dokunmuştur. Türkiye burada tepki verir.” dedi.
Türkiye’nin bölgede diplomatik çözümden yana olduğunu vurgulayan Kalın, Ermeni işgalinin sona erdirilmesinin önemine işaret etti.
Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu ifade eden Kalın, “Tartışmalı bir bölgeden bahsetmiyoruz biz. Bu, uluslararası hukuka göre de tarihi olarak da işgal edilmiş topraklar. Nasıl İsrail, Filistin topraklarını işgal ettiyse ve bunun tartışılabilir hiçbir tarafı yoksa. Filistin toprakları İsrail’in işgali altındadır. Ne zamandan beri? 1967.” diye konuştu.
Kalın, Minsk Grubu önü sonu belli, çerçevesi tespit edilmiş, tarihleri konmuş bir eylem planı ortaya koymadan, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmayı sonlandırmanın mümkün olmayacağına işaret etti.
“TÜRKİYE’NİN ÖNEMLİ BİR ROLÜ VAR”
“Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ‘Türkiye de Minsk Grubu’nun üyesi. Türkiye neden eş başkanlardan biri olmasın?’ dedi. Bu konuda ne diyorsunuz?” sorusu üzerine Kalın, “Son derece doğru bir şey söylüyor Sayın Aliyev. Çünkü burada sorunu çözme odaklı Türkiye’nin oynayabileceği çok önemli bir rol var.” yanıtını verdi.
Kalın, 30 yıllık Minsk Grubu’nun yaşanan soruna çözüm üretememesi dikkate alındığında, yeni bir mekanizma üzerinde düşünmenin, konuşmanın vaktinin geldiğinin görüldüğünü söyledi.
“Ermenistan da Yunanistan da kendi potansiyelleri ve güçleri dışında, birileri tarafından birtakım oyunların içerisinde kullanılan ülkeler olarak duruyor. Türkiye uluslararası ilişkilerde bunları dile getirebiliyor mu? ‘Biz, bu oyunun farkındayız’ diyebiliyor muyuz?” sorusuna Kalın, “Her seferinde, her mecrada, ortamda Cumhurbaşkanımız bunu en üst düzeyde dile getiriyor. O, sözünü de sakınmaz. Muhataplarına bu konuları çok açık, seçik, net, hatta zaman zaman çok çarpıcı, sarsıcı bir şekilde ifade etmekten asla çekinmez.” yanıtını verdi.
Kalın, Türkiye’de, HDP dışında bütün siyasi partilerin Azerbaycan ve Doğu Akdeniz konularında bir mutabakat halinde olduğunu belirterek, HDP’nin bu tavrıyla siyasetine bir katkı sağlamadığına işaret etti.
“DİPLOMASİNİN YOLU AÇIK”
Kalın, “Doğu Akdeniz’de bundan sonra ne olacak? Yunanistan-Türkiye masasından nasıl bir sonuç çıktı? Diplomasi tıkandı mı?” sorusunu, “Diplomasi tıkanmadı, diplomasinin yolu açık.” diye yanıtladı.
Yunanistan’ın taleplerinin haksız olduğunu Avrupa’nın da bildiğini ifade eden Kalın, bunun üzerinden bir siyasi gerilim yaratarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışanların beyhude bir çaba içinde olduğunu vurguladı.
“Oruç Reis’in yeniden Akdeniz’e açılması gerilimin artacağı anlamına gelir mi?” sorusuna Kalın, “Onlar açısından gerilimi tırmandıran bir unsura dönüştürecekler, gerilimi tırmandırmaya çalışacaklar. Burası zaten Sevilla haritası denilen bir harita. Hiçbir hukuki geçerliliği yok. Oruç Reis’in yaptığı arama tarama çalışmaları bize yakın olan kıta sahanlığı bölgesinde olduğuna göre buna itiraz etmelerini gerektiren bir durum yok.” yanıtını verdi.
“MISIR, ÖNEMLİ BİR ÜLKE”
“Doğu Akdeniz’de Mısır gibi bölgesel aktörlerle daha önceki gerilime rağmen Türkiye’nin bir yakınlaşması söz konusu olur mu?” sorusu üzerine Kalın, şunları kaydetti:
“Mısır, bölgenin, Arap dünyasının önemli ülkelerinden birisi. Tabii ki Sisi’nin oraya iktidara gelme şekli, orada yapılan darbe, öldürülen insanlar, Rabia Meydanı’nda yaşananlar, daha sonraki siyasi tutuklamalar, Mursi’nin hayatını kaybetmesini yok saymamız mümkün değil. Buna rağmen Mısır, bölgesel konularda pozitif bir gündemle hareket etme iradesi ortaya koyarsa Türkiye bunu karşılıksız bırakmaz. Libya, Filistin, Doğu Akdeniz konusunda ve başka meselelerde birlikte hareket etme zemini oluşursa Türkiye buna ancak olumlu bakar, buna olumlu katkı sağlar.”
“TÜRKİYE BURADAKİ KAZANIMLARI MUHAFAZA EDER”
Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın istifasından sonra Türkiye’nin Libya’da güç kaybedip etmeyeceği sorulan Kalın, Libya’da aşiret siyasetinin etkili olduğunu ve güçlü aktörlerin devreye girip dönem dönem olayların seyrini değiştirebildiğini söyledi.
Türkiye’nin Libya’da kazanımlarına devam edeceğini vurgulayan Kalın, “Çünkü biz Libya’nın meşru hükümeti ile çalıştık. Bu anlaşmaları resmi ve şeffaf bir şekilde yaptık. Bunlar orada hükümet nezdinde onaylandı ve Birleşmiş Milletler’de de tescil edildi. Dolayısıyla yeni hükümet, yeni yapı, yeni aktörler devreye girdiğinde de Türkiye buradaki kazanımları muhafaza eder.” dedi.
Bölgesel istikrarın milli çıkarlar için vazgeçilmez olduğunu vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:
“O yüzden Türkiye, Libya’ya ilgi duyuyor, Libya’da olup bitene ilgisiz kalamıyor. O yüzden Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Güney Kafkasya’da, Azerbaycan’da, Balkanlar’da, yaşananlara olup bitene Türkiye’nin ilgisiz kalması mümkün değil. Bu maceracılık, Yeni Osmanlıcılık değildir. Biz imparatorluklar döneminin sona erdiğini biliyoruz. Başkaları birtakım emperyal hayaller içerisinde olabilir adı imparatorluk olmayan ama emperyal ve emperyalist politikalar izleyen ülkelerin kurduğu bir küresel sistemin içinde yaşıyoruz. Bunun da farkındayız ama eğer ben kendi topraklarımın, kendi vatandaşımın güvenliğini temin edeceksem biliyorum ki bunu ancak bölgesel bir barış ve istikrar ortamını da yapabilirim. O yüzden Irak’ta, Suriye’de olup biten beni doğrudan ilgilendirir. Hiç kimse Türkiye’ye ‘Senin ne işin var Lübnan’da, Irak’ta, Libya’da. Ne yapıyorsunuz? Bu Batı ittifakına, ana parametrelerine uymuyor. NATO üyesi bir ülke olarak niye Türkiye buralarda?’ dediğinde ben de diyorum ki hem Fransa Lübnan’a müdahale edince sorun olmuyor. ABD neredeyse dünyadaki her soruna müdahale edince sorun olmuyor. İngiltere şu kadar bölgeye, ülkeye, krize müdahale ettiği zaman sorun olmuyor. Bunlar küresel dış politika vizyonunun doğal sonuçları oluyor ama Türkiye buralara yapıcı bir müdahalede bulunduğunda ‘Hah işte yeni Osmanlıcılık.’ deniliyor.”
DEAŞ İLE MÜCADELE
Türkiye’nin, Suriye’de terör örgütü DEAŞ’a karşı en yoğun mücadeleyi veren ülke olduğunu anımsatan İbrahim Kalın, Suriye’de 3 bine yakın DEAŞ’lının etkisiz hale getirildiğini, Türkiye’de yüzlerce DEAŞ militanı, mensubu, sempatizanı ve iltisaklı kişisinin ya hapse atıldığını yada sınır dışı edildiğini söyledi.
Bu mücadeleye rağmen özellikle Suriye’de politika noktasında Amerika ve Batı ile ayrışılan günlerde “Türkiye, El-Kaide’ye destek oluyor, DEAŞ’a göz yumuyor ve DEAŞ’tan Petrol satın alıyor” gibi bir propaganda furyası başlatıldığını hatırlatan Kalın, “Hiçbirisinin bir temeli yoktu, bir tane örnek, bir tane fatura, bir tane fotoğraf ortaya koyamadılar ama böyle bir algı yarattılar. Bunun neticesi ne oldu? Bir baktık ki ABD, DEAŞ ile mücadelede en etkili aktör olarak PYD ve YPG’yi tespit etmiş, çalışmaya başlamış. Amerikalı muhataplarım, ‘DEAŞ’a karşı en etkili bunlar mücadele ettiler’ dedi. ABD, bu kadar silah yardımını, bu kadar finansal desteği, bu kadar siyasi desteği, eğitimi ve propagandayı başka bir gruba verseydi onlar da DEAŞ’a karşı en etkili grup olurlardı.” ifadelerini kullandı.
“ÜZERİNİZE DÜŞENİ YAPIN”
Türkiye’nin ABD’deki başkanlık seçimleri hakkında görüşü sorulan Kalın, şunları kaydetti:
“Karar Amerikan seçmeni verecek, kimi iktidara getirirse biz de Türkiye olarak onunla çalışmaya devam edeceğiz. Amerika ile ilişkilerimizi stratejik temeli eskiye dayanıyor, NATO ittifakına katılmamıza kadar geri götürebiliriz ama stratejik ortaklık dediğimiz zaman son özellikle 7-8 yıldır öne çıkan iki tane temel meselemiz var. ABD’nin PYD ve YPG’ye dolaylı olarak Suriye’deki PKK’ya dolaylı verdiği destek, ikincisi de FETÖ konusunda şu ana kadar Türkiye tatmin edici hiçbir adım atmamış olması. Bu iki konu Türkiye için ulusal güvenlik meselesidir. Bunlar, Türkiye’nin birliğine, beraberliğine, demokrasisine doğrudan kast etmiş hareketlerdir. Herhangi bir marjinal bir meseleden, küçük bir problemden bahsetmiyoruz. Bunlar bizim için hayati derecede önemli olan ulusal güvenlik meseleleridir. Hangi iktidar gelirse gelsin, Obama döneminde de biz bunun kavgasını verdik, Trump döneminde de verdik. 3 Kasım’da kim iktidara gelirse Biden ya da Trump mı? Onlarla da bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. Bizim için kimin iktidarda olduğundan daha önemlisi bu iki temel konuda Amerikan yönetiminin nasıl tavır alacağı, nasıl adım atacağıdır. Ekonomik, güvenlik, enerji, iş birliği gibi diğer konular da tabii ki önemli. Orada yaşayan vatandaşlarımız var, tamam bu konularda da çalışalım. PKK, PYD, YPG ve FETÖ gibi ulusal güvenlik meselelerini çözmeden bizim ABD ile sağlıklı bir ilişki geliştirmemiz, stratejik ortaklığın gereği bir ilişki geliştirmemiz mümkün olmayacaktır. Hem mevcut yönetime hem de yeni gelecek yönetime çağrımız onlardan beklentimiz bu iki temel konuda üzerinize düşeni yapın.”
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ülkesinde kaybettiği irtifayı bölgesel ve uluslararası alanlarda güç projeksiyonu yaparak telafi etmeye çalışan bir lider olduğunu belirten Kalın, “Zihnindeki bölgesel düzene itiraz eden en önemli ülke Türkiye olduğu için Suriye’de, Libya’da, Filistin’de, Lübnan’da, Doğu Akdeniz’de ve diğer yerlerde hedef olarak hep Türkiye’yi görüyor kendince ama bana sorarsanız kendi sikletinin üzerinde yumruk sallayan bir boksör pozisyonda düşüyor her seferinde Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıktığında.” ifadelerini kullandı.
Macron’un Erdoğan ile görüşmelerinde, Türkiye karşıtı bir tonda konuşup konuşmadığı sorulan İbrahim Kalın, “Tayyip Erdoğan’a bu tonda konuşabileceğini düşünüyor musunuz? Tabii ki görüş ayrılığımızın olduğu meseleler var Suriye, Libya ve Karabağ meselesi gibi. O kendince tezlerini dile getiriyor, Cumhurbaşkanımız da tabii ki gerekli cevapları. Bu tonda değil ama buna yeltendiği yerlere de bir iki defa gerilimin bir anda çok tırmandığını ve gerekli mesajları aldığını bizzat gördüm, biliyorum.” dedi.
“ÇOK İYİ BİR SINAV VERDİK”
Salgın sürecinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve yakın ekibinin Huber Köşkü’nde 70 günlük bir süreç yaşadığını aktaran Kalın, “Hamd olsun orada Cumhurbaşkanımız çok iyi korundu, kendisi de kurallara çok iyi riayet etti. Dışarı çıkmadık, dışarıdan konuk almadık, çok nadir bir iki istisna dışında. Dışarıdan gelenler test edildi, maske taktı.” dedi.
Bu dönemde 70 gün bir yerde, bir mekanda olmanın kolay bir şey olmadığını ifade eden Kalın, Cumhurbaşkanlığı sağlık ekibinin de “bir devlet başkanı nasıl korunur” noktasında iyi bir imtihan verdiğini vurgulayarak, “Allah nazardan saklasın çok iyi bir sınav verdik. İşte gördünüz birçok devlet başkanı, bakanları yakalandılar. Yani bunun şakası yok.” değerlendirmesinde bulundu.
CUMHURBAŞKANLIĞI EKİBİNE HER GÜN KOVİD-19 TESTİ YAPILIYOR
Külliye’de Cumhurbaşkanlığı ekibine her gün Kovid-19 testi yapıldığını belirten Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da daha uzun aralıklarda test yapıldığını ifade ederek, bu süreçte kalabalıklara girmediklerini, birçok program ve yurt dışı seyahatlerini de iptal ettiklerini aktardı.
Son dönemde cemaatlere ilişkin kimi endişelerin hatırlatılması üzerine Kalın, “Ortada somut bir veri varsa biz bunu ciddiye alırız, almak zorundayız.” ifadelerini kullandı.
Fetullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) dikkati çeken Kalın, “Biz artık cemaatiz diye yola çıkan bir yapılanmanın nasıl bir terör örgütü haline geldiğini gördük.” diyen Kalın, sözlerine şöyle devam etti:
“Bir hadis var ‘Bir Müslüman aynı yerden iki defa sokulmaz’ diye. Yani yılan iki defa sokuyorsa artık orada siz zaten kontrolü kaybetmişsiniz demektir. Buradan alınan dersler var. Fakat bir tarafta tabii ki devlet bu tür cemaattir, tarikattır, siyasal örgütlenmedir, ideolojik gruptur, şudur budur, bunların hiçbir zaman kendi iktidar alanlarını yaşayabilecekleri bir yer olamaz, olmamalıdır. Devlet tanımı gereği bunların üzerindedir, olmak zorundadır. Ama geçmişe doğru baktığınızda devleti bu şekilde ele geçirmeye çalışan çok farklı gruplar hep olmuştur. Bunları da sadece dini cemaat ve tarikat diye kodlamak da çok yanlış, farklı ideolojik gruplar da olmuştur.”
Dini cemaatlerin toplumun bir gerçeği olduğunu, kendi sınırları içerisinde toplumun ortak menfaatine hizmet ettikleri müddetçe meşru sınırlar çerçevesinde faaliyet göstermelerinden daha doğal bir şey olamayacağını ifade eden Kalın, “Onları ne olduğundan daha toz pembe, ne de olduğundan daha kötü, daha korkunç göstermek doğru bir şey olmaz, onlara haksızlık olur. Böyle bir külli hüküm vermek de yanlış olur. Yani bütün cemaatler şöyle, bütün tarikatlar böyle gibi bir hüküm vermek de doğru olmaz.” ifadelerini kullandı.
Somut, verilere dayalı, tehdit teşkil eden bir durum varsa ona derhal müdahale edeceklerini vurgulayan Kalın, bir başka soru üzerine Atatürk’e yönelik sosyal medyada yer alan kimi ağır hakaretlere ilişkin de “Atatürk’ü Koruma Kanunu var, böyle bir saldırı yahut hakaret söz konusu olduğunda tabii ki hukukun derhal harekete geçmesi gerekir, savcıların. Kanun var yani bununla ilgili, kamu davası açmak zaten onların sorumluluğu, onların yükümlülüğü yani.” diye konuştu.