Yargıtay Başkanlığından, 9 Kasım 2016’da yayımlanan AB İlerleme Raporu ile ilgili basın açıklaması yapıldı.
Raporda, gerçeklerle bağdaşmayan yorumlara yer verilmesi nedeniyle kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi amacıyla yapıldığı belirtilen açıklamada, “İlerleme Raporunda, FETÖ/PDY Terör Örgütü hakkında yapılan yorum ve tespitlerle 15 Temmuz’da yaşanan kanlı darbe kalkışması yok farz edilerek hayal kırıklığı yaratılmıştır.” denildi.
Açıklamada, 15 Temmuz’da, FETÖ/PDY terör örgütü üyesi teröristler tarafından demokrasiye ve hukuk devletine karşı yapılan darbe girişimi sırasında 246 vatandaşın şehit olduğu, binlerce vatandaşın yaralandığı, demokrasinin simgesi TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere pek çok önemli kurumun savaş uçakları, savaş helikopterleri, tanklar ve diğer ağır silahlarla saldırıya uğradığı hatırlatıldı.
Bu darbe girişiminin demokrasiye ve hukuk devletine yürekten inanan asil halkın, gerektiğinde tankların altına yatarak gösterdikleri üstün cesaret ve kahramanlık sayesinde başarısızlığa uğradığı ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Söz konusu darbe girişiminin faili olan FETÖ/PDY Terör Örgütü’nün, başta ordu, emniyet ve yargı olmak üzere devletin stratejik bakımdan önemli pek çok kurumuna sızdığı, mensuplarının önemli mevkilere geldiği öteden beri bilinmekte ve soruşturmaları da yapılmaktaydı. FETÖ/PDY terör örgütü tarafından sahte belge ve dijital delil üretilmesi, gizli tanıklık, yasa dışı dinleme ve teknik takip gibi koruma tedbirleri aracılığıyla bir kısım hakimlerin ve cumhuriyet savcılarının hukuku bir silah gibi kullandıkları, diğer güçlü delillerin yanı sıra bu örgüte mensup hakim ve cumhuriyet savcılarının yazılı, görsel ve sosyal medyada da kolaylıkla ulaşılabilecek itiraflarından açıkça anlaşılmaktadır. Mesele bu kadar açık ve net iken, raporda bu konudaki tespitlere yer verilmemesi ve bu yapının bir terör örgütü olduğunun kabul edilmemesi üzüntüyle karşılanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayan modern savaş uçakları, masum sivillere ateş eden savaş helikopterleri ve vatandaşları ezen tankları kullanan organize bir eylemin ‘terör hareketi’ değil de ‘Gülen hareketi’ olarak nitelendirilmesini, demokrasi ve hukuk devleti temeline dayalı Avrupa değerleri ve standartları ile bağdaştırmak mümkün değildir. Üzülerek belirtmek gerekir ki 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen hain saldırı, raporda belirtilenin aksine, Batılı dostlarımız tarafından zamanında ve güçlü şekilde kınanmamış, bu konuda derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu hayal kırıklığı, ilgili Avrupa Birliği kurumlarının darbe girişiminde bulunanların ya da diğer FETÖ/PDY Terör Örgütü üyelerinin haklarını korumaya yönelik insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne yönelik açıklamalarının samimi ifadeler olarak değerlendirilmesini güçleştirmekte ve Türkiye’nin bu alandaki iyi niyetli çabalarına ciddi zararlar vermektedir. 160’a yakın ülkede örgütlenen bu yapının tek taraflı propagandaları, temelsiz iddiaları ve şikayetleri karşısında Yüksek Mahkemeler de dahil olmak üzere, Türkiye’deki adalet aktörlerinin her türlü işbirliğine ve delil paylaşımına açık olduklarını belirtmelerine rağmen, görüşleri dahi alınmadan yapılan açıklamalar ve yorumlar, silahların eşitliği ilkesi başta olmak üzere hiçbir adalet ve insaf ölçüsüne uymamaktadır.”
İstinaf mahkemelerinin kuruluşu
Raporda, bölge adliye mahkemelerinin 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçmesinden kaynaklanan zorunluluk nedeniyle Yargıtay’da gerçekleştirilen yapısal değişikliklerin, bazı yüksek mahkeme üyelerinin siyasal nedenlerle tasfiye edilmesi olarak nitelendirildiği kaydedilen açıklamada, bu tespitlerin gerçeklerle bir ilgisinin bulunmadığı belirtildi.
Açıklamada, yüksek mahkemelerin görevinin, hukukun ülkede eşit ve tutarlı şekilde uygulanmasını sağlamak ve verilen kararların hukuka uygunluğunu denetlemek olduğu vurgulanarak, bir yüksek mahkeme olarak Yargıtay’ın bu görevini, Avrupa Birliği ülkelerindeki örneklerine benzer şekilde yerine getirebilmesinin, bölge adliye mahkemelerinin kurulması ve faaliyete geçmesiyle mümkün olacağı aktarıldı.
Avrupa Birliği ülkeleri de dahil, yargı sistemlerinde istinaf aşaması bulunmayan ülkelerin son derece istisna olduğu ifade edilen açıklamada, “Bu istisnalardan biri de 20 Temmuz 2016 tarihine kadar Türkiye idi. İki dereceli yargılama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek-7 Nolu Protokolü ile güvence altına alınmıştır. Bu nedenle, Türkiye’de istinaf aşamasının olmaması bizatihi Avrupa Birliği kurumları tarafından eleştiri konusu yapılmış ve bölge adliye mahkemelerinin kurulması amacıyla Avrupa Birliği projesi uygulanmış, hatta iki adet bölge adliye mahkemesi binası bu proje çerçevesinde sağlanan finansman desteği ile inşa edilmiştir.” ifadeleri yer aldı.
5235 sayılı Kanunla bölge adliye mahkemelerinin hukuki altyapısının oluşturulduğu anlatılan açıklamaya, şöyle devam edildi:
“Hukuki ve fiili durum bu şekildeyken, on iki yıldan beri Avrupa Birliği organları ve Avrupa Konseyi ile birlikte yürütülen kapsamlı ve sistematik çalışmalar yok sayılarak, konunun aceleye getirildiği iddiasının hiçbir somut gerçeklikle ilgisi bulunmamaktadır. İstinaf incelemesini yapmakla görevli bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinin en önemli iki sonucu, Yargıtay’a gelen dosyaların yaklaşık olarak yüzde 90’ının istinaf aşamasında kesinleşmesi ve yüksek mahkemenin sadece hukuki denetim yapmasıdır. İş yükündeki bu düşüş, üye sayısının azalmasını ve Yargıtay’ın gerçek bir içtihat mahkemesi haline gelmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Kaldı ki tespitlerimize göre, 516 üyeli bir yüksek mahkeme örneği, Avrupa Birliği ülkeleri de dahil olmak üzere dünyada bulunmamaktadır.
20 Temmuz 2016 tarihine kadar bölge adliye mahkemelerinin bir türlü faaliyete geçmemesi ve bu konuda yaşanan gecikme, yüksek mahkeme üyelerinin, bu mahkemelerin faaliyete geçmeyeceği konusunda meşru bir beklentiye sahip oldukları şeklinde yorumlanamaz. Bunun hukuki güvenlik ve istikrar ilkesini ihlal eden bir yönü de bulunmamaktadır. Ayrıca, Yargıtay üyeliğinin 12 yıl ile sınırlandırılması ve aynı kişinin ikinci kez seçilemeyeceğinin öngörülmesi, yargı bağımsızlığını güçlendirdiği gibi Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri ile yeknesaklık sağlanması bakımından da yerinde bir düzenleme olmuştur. Bu açıklamalar çerçevesinde, 6723 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler bütünsel bir bakış açısıyla incelendiğinde, sadece belli sayıdaki yüksek mahkeme üyesinin, (hakimlik ve savcılık mesleği saklı kalmak kaydıyla) bu görevlerine son verilmesi amacına indirgenemez. Bu nedenle Avrupa Birliği organlarınca defalarca eleştiri konusu yapılan bir eksikliğin giderilerek bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesine yönelik yapısal değişikliklere raporda yüklenen anlam, anlaşılır bir durum değildir.”
Adli yıl açılış töreni
Adli yıl açılış töreninin yeri konusunda kamuoyuna yönelik yapılan yanlış bilgilendirme çabalarını destekleyici ifadelerin, raporun mahiyet ve ağırlığına uygun düşmediği ifade edilen açıklamada, her yıl 1 Eylül’de gerçekleştirilen Adli Yıl Açılış Töreni’nin, Yargıtay tarafından düzenlendiği hatırlatıldı.
Açıklamada, 2016-2017 yılı adli yıl açılış töreni için de hazırlıkların nisan ayında başlatıldığı, Ankara’daki bir otelin salonunun kiralandığı ve tüm davetiyelerin de gönderildiği belirtilerek ancak Türkiye Barolar Birliği Başkanının yetmişten fazla baro başkanıyla, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı 16 Ağustos 2016’da ziyaret etmesinden sonra adli yıl açılışının “Millet Kongre ve Kültür Merkezi”nde yapılmasının gündeme geldiği ve bu konudaki gelişmelerin 29 Ağustos 2016 tarihli basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurulduğu anlatıldı.
Açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Adli yıl açılış törenine ilişkin gerçek durum apaçık ortada iken, ön yargılı ve yanlış bilgilere dayalı olarak raporda kullanılan ifadeler insaf ve adalet ölçülerine uymamaktadır. Raporda, Yargıtayın yürütmenin etkisi altına girdiğine dair ithamların kabul edilebilir bir yönü bulunmamaktadır. Yargıtay, 1868 yılından beri güçlü kurumsal kültürü ile toplum ve devlet hayatının yapı taşları arasındadır. Bu kurumun niteliği ve faaliyet alanının bir gereği olarak, karar alma sürecine yüksek mahkeme üyelerinin etkin katılımı söz konusudur. Dairelerde ve genel kurullarda kararların demokratik bir anlayışla her türlü görüş ve düşüncenin özgürce ortaya konularak ve tüm boyutlarıyla görüşülüp-tartışılarak alınması, yüksek mahkeme kültürünün önemli bir parçası olup, özellikle, birçok yönetim ve temsil makamına seçilebilmek için Büyük Genel Kurulun yarısından fazlasının onayının alınmasının gerekmesi, yüksek mahkemede objektif, bağımsız ve demokratik çalışma sistemine örnek teşkil etmektedir. Gerçek durum böyle olmasına rağmen, Yargıtayın yürütmenin etkisi altına girdiğine dair endişelere yer verilmesi, söz konusu aporun objektifliğine gölge düşürmekte ve slogandan öte bir anlam ifade etmemektedir.”