Recep Ardoğan / FİKRİYAT

Günümüz Batı medeniyeti, uzun zamandır, kendisi için bir “evrensel imajı” oluşturmakta ve bu imajı dünyaya kabul ettirmek için sürekli ve geniş yelpazeli bir algı operasyonu yapmaktadır. Medya organları yanında iletişim bilimleri, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi gibi sosyal bilimler, sinema gibi sanat dalları da bu işe seferber olmuş durumdadır. Bu operasyonun önemli bir parçası da İslam dini, Müslümanlar ve Müslüman ülkeler hakkında oluşturmaya çalıştığı imaj ve algılardır. Batı kendini nihaî seçenek, tarihin sonu olarak gösterebilmek için karşısındaki en önemli alternatif olan İslam dünyası hakkında dezenformasyon ve kara propaganda yapmaktadır. Aslında kendi ürettiği şiddeti kanıt göstererek bir İslamofobi oluşturmaya çalışmaktadır. Batı, dünyaya kendisinin inşa ettiği evrensel bir değer olarak sunduğu özgürlük ve demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini tarih boyunca bir Truva atı gibi kullanmıştır. Hâlen de böyle kullanmaya devam etmektedir.

Türkçe’ye “Savaş Tanrısı” olarak çevrilen “Lord of War” filmi de Batı’nın bu ikiyüzlülüğünün sinemaya yansıtmıştır. Batı, üçüncü dünya ülkelerinde “özgürlük” ve “demokrasi”nin kendisini değil, bunun için (!) yapılan kanlı savaşları ve soykırımları götürmektedir. ABD ve başka Batı devletleri, iç savaş yaşayan Afrika ülkelerinde farklı gruplara silah ve cephaneyi kendisi değil, bir türlü yakalayamadığı silah kaçakçıları ile satmaktadır. Film, bazı mahfillerde dile getirtilen doğulunun şiddete daha meyilli olmasının arkasındaki etkenlerinden birine işaret etmesi bakımından da önemlidir.

Ancak, burada, sahneye konan başka bir filme dikkat çekmek gerekir. O, ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin altında nasıl bir şiddet potansiyeli olduğudur. Ilımlı İslam, barış, diyalog söylemleri, Müslümanlar arasından devşirilen bir grubun, FETÖ’nün cilası olmuştur. FETÖ, Hıristiyan Batı’ya ve Siyonistlere karşı ılımlılık, barış, diyalog, işbirliği gibi söylemlerle yaklaşırken, çarpıcı olan bunları kendinden veya kendine yakın olmayan Müslümanlardan esirgemekteydi. “İçeride kavga, dışarıda diyalog”(1) tespitinin tam yerini bulduğu bir durumdu. FETÖ, dışarıda Vatikan ile diyalog ve işbirliği yolunda koşarken, içeride bazı Müslüman grupların kuyusunu kazmaktaydı. Yeniden nizam verebileceğini düşündüğü her kabın şeklini ve her akışın rengini almaya hazırdı. Ama eğilmeyen Müslümanların da boynunu kırmaya çalışırdı. Tahşiye davası, bunun tipik bir örneğidir.

Bu Amerikan yapımı filmin (FETÖ), daha tuhaf yanı da şudur: “Ilımlı İslam” projesinden, Amerika, büyük ama Müslümanlara yönelik büyük bir sertlik ve şiddet üretmesini bilmiştir. 15 Temmuz kalkışması, bunun ilk örneği değildir; entrika ve ihanetin saklanamaz hâle gelmesidir. 15 Temmuz kalkışması, CIA’nın “ılımlı İslam” projesinden Müslümanların ocağında bir “ateş” çıkardığı bir olaydı. Öyle ki CIA, “ılımlı İslam” projesinden, demokrasiyi ve ülkesini korumak isteyen halkın üzerine makineli tüfeklerle ateş açıldığı, savaş uçaklarıyla bombalar atıldığı bir vahşet üretmiştir.

İşte Batı’nın ılımlılığı, hümanizmi ve barışçılığı budur.

Batılı misyonerler, doğululara İncil’den, “Beni dinleyen sizlere söylüyorum, düşmanınızı sevin. Sizden nefret edenlere iyilik yapın. Düşmanınızı sevin!(2), “Ben size şunu diyorum: Siz düşmanlarınızı sevin ve size zulmedenler için dua edin. Böylece göklerde olan Babanızın oğulları olursunuz…” (3) pasajlarını okurlar. Ama kendileri, insan avcılığını meslek edinirler.

Batılı misyonerler, İncil’den, “Düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın” (4) pasajlarını okurlar. Sonra da emperyalizmi meslek edinirler. Gittikleri ülkeleri,

– somururlar,

– sömürürler,

– semirirler.

Onlar, dinleri dahi emperyalizm için kullanırlar. Bunu Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta, çarpıcı biçimde dile getirmektedir:

Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (5)

İşte, FETÖ, ABD’nin ve başka Batılı mahfillerin elinde bir sömürge aracı olmuştur. FETÖ yoluyla, adanmış insanları kullandılar ve sömürdüler. Müstez’af (zayıf düşürülmüş) halklara, kendilerinin “ılımlılık” süzgecinden geçmiş bir din aşılamak için, bu adanmışlara yol verdiler.

Batı, Mısır’daki darbeye de karşı çıkmamış, aksine darbecilere destek olmuştur. Batı’nın İslam ülkelerine götürmek istediği demokrasi (!) de işte budur.

Onların girdikleri her yerde fitne ateşi körüklenir, pek çok insanın kanı heder olur. Onların başka insanlar için hak gördüğü de budur.

Batı tarihine egemen, Batı zihniyetinde kökleşmiş bir faşizm söz konusudur. Batı bu faşizmi makyevalist yöntemlerle başkasına yıkarak iş yapmaktadır. Hükümdarın, egemenliğini korumak için başvuracağı araçlar daima doğru olacağını söyleyen Machiavelli, hükümdarın, kirli işleri, doğrudan kendisinin yapmasını tavsiye etmez. Başkalarına yaptırmasını öğütler. Kimin kirli işleri çoksa, kullandığı adamlar da o kadar çoktur. ABD’nin de kullandığı adamlar çoktur, her ülkede iltisakları vardır. Bu iltisaklar, algı operasyonları ile çalışmaktadır. Bunlardan, bir Müslüman basiretiyle kaçınmak gerekir. İnsana, topluma ve tarihe “hak” ve ”hakikat” kavramıyla yaklaşmak gerekir.

Unutmayalım;

Hakikatin gerçek bir değeri vardır, algıların ise sahte ve sanal bir değeri.

Dolayısıyla hakikatler karşısında algıların hiçbir değeri yoktur.

Editör: Haber Merkezi