Yrd. Doç. Dr. İsmail Şahin

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Türkiye, Batı’nın Ortadoğu ve Akdeniz’deki bölgesel ve küresel çıkarlarından dolayı sürekli krizlere maruz kalmaktadır. Bölgedeki eşsiz jeopolitiği, Batı’nın Türkiye’ye yakınlaşmasını sağlarken, Rusya’nın yaratmış olduğu tehdit ve Türkiye’nin zayıflığı ve yetersizliği, onu Batı’nın kucağına itmiştir. Karşılıklı çıkara dayanan bu işbirliğinin Soğuk Savaş boyunca zirveye çıktığını söyleyebiliriz. Batı, Sovyet Rusya’ya karşı ileri bir karakol olarak gördüğü Türkiye’ye, komünizm tehdidini bertaraf etmek maksadıyla bu süreçte mali ve askeri yardımlarda bulunarak, ileri karakolunu güçlendirmeyi planlamıştır.

Bu ilişki aslında Türkiye’nin büyük ölçüde işine gelmişti. Bir taraftan Batılılaşıyordu, diğer yandan gelişiyordu. Adeta jeopolitiğini paraya çeviriyordu. Batı da bu ilişkiden oldukça memnundu. Zira kendi çıkarları ve direktifleri doğrultusunda dövüşecek bir Türkiye inşa ediyordu. O günün popüler deyimiyle Türkiye “hür dünyanın bir parçası olmak” için mücadele ediyordu ve bu çerçevede kendi çıkarlarını ikinci plana itmişti. Tersten söylenecek olursa, Türkiye’nin temel kaygısı güvenlikti ve bu kaygı, kolektif güvenlik prensibine dayanan NATO ile sağlama alınmıştı. Toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlık ve ulusal güvenlik gibi hayati sorunların NATO ile çözüme kavuşturulduğunu düşünen Türkiye, 1964 yılında Johnson Mektubu ile yanıldığını anladı. Kendi ulusal çıkarlarının ancak ve ancak NATO’nun çıkarlarıyla uyuştuğu zaman bir anlam ifade edeceği gerçeğinin ortaya çıkması üzerine Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika arayışına doğru kayması Batı’da tedirginliğe yol açtı. Yeni dış politika arayışları, 6. Filo’nun 1969’da protesto edilmesi şeklindeki “Batı karşıtı” hareketlerin Türkiye’ye faturası 12 Mart 1971 muhtırası ile kesildi.

1974 yılına gelindiğinde Türkiye Kıbrıs’a tek başına müdahale edebilecek ölçüde kuvvetlenmişti. İngiltere ve ABD’nin tüm engellemelerine rağmen Kıbrıs Harekâtı gerçekleştirildi. Batı bu defa silah ambargosu ve ASALA terör eylemleriyle Türkiye’yi cezalandırmaya çalıştı. Türkiye silah ambargosuna 1976 yılında Aselsan’ı kurarak karşılık verdi. Türkiye, Batı’nın yörüngesinden çıkmaya gayret ettikçe sürekli olarak ya dâhilde ya da hariçte ciddi meselelerle uğraşmak durumunda kaldı. Bu süreçte ülke dışarıda ASALA terör örgütüyle mücadele ederken, içeride sağ-sol çatışması, baş ağartan bir hal almaya başladı ve 12 Eylül Darbesi’ne giden yol yavaş yavaş hazırlandı.

Şöyle bir tarihe bakıldığında bugünün dünden çok farklı olmadığı görülmektedir. Türkiye’nin sürekli ASALA, PKK, DAİŞ, FETÖ gibi uluslararası organizasyonlarla Batı tarafından terbiye edildiği anlaşılmaktadır. Benzer şekilde, tükenmiş bitmiş sağ-sol çatışmasını Evet/Hayır ile ikame etme telaşı, Avrupa’daki Türkleri neredeyse bir rehineye çevirme gayreti, Avrupa basınından kolayca okunabilmektedir. Türkiye’yi Evet/Hayır üzerinden bölme girişimi artık kimsenin dikkatinden kaçmıyor. Yaşanan gelişmelerin temel nedeni; ne Türkiye’deki demokrasinin seviyesi ne de ifade özgürlüğü, Türkiye’nin kendi çıkarlarını, Batı’nın çıkarlarının önüne geçirme yönünde attığı güçlü adımların ortaya çıkarmış olduğu siyasi ve jeopolitik rahatsızlıktır…

Editör: TE Bilisim