Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni ve Star gazetesi yazarı Hasan Öztürk, kara propagandanın, Türkiye’de tuttuğu sanılsa da hiçbir zaman toplumu dönüştüremediğini belirtti.
Öztürk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görüşmesi sonrası basında yer alan ve daha sonra Gül tarafından yalanlanan haber ile basın etiğine ilişkin, AA muhabirine yaptığı açıklamada,Cumhuriyet gazetesinin büyük bir dönüşüm yaşadığını savundu.
Devletin içerisine sızmış paralel yapıya yakın ve onların güdümünde bir yayın politikasına dönüşmesinin söz konusu olduğunu dile getiren Öztürk, “Çok dikkat çekici bir şekilde FETÖ ya da paralel yapının ilişki içerisinde veya etkisi altındaki tüm yapılarla Cumhuriyet gazetesinin beraber hareket ettiğini görüyoruz” dedi.
Öztürk, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Sur’a yürüyün” çağrısına, Kürt halkı ve Güneydoğu insanı cevap vermemişken, Cumhuriyet gazetesinin kamuyu yanlış yönlendirmeye, kara propagandaya yönelik fotoğraflar paylaştığını söyledi.
Can Dündar’ın, Gezi olayları sırasında aynı tarzda provokatif twitler attığını, söylemler kullandığını ifade eden Öztürk, şunları kaydetti:
“Dolayısıyla bu, Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisinin paralel yapının güdümüne girmesinden kaynaklanıyor. Toplumda kanaatleri oluşmuş kesin inançsızlar var. Kesin inançsızların kanaatlerini değiştirmek kolay değil. Dolayısıyla onları dışarıda tutarak söylüyorum. Kara propagandanın Türkiye’de tuttuğu sanılsa da hiçbir zaman toplumu dönüştüremediğine şahit olduk. Paralel yapının Zaman gazetesi, bir dönem için Bugün gazetesi ve diğerleri için söyleyebiliriz. Yoksa, 17-25 Aralık ve o darbe sürecinde yaptıkları yayınlar, yayınladıkları tapeler, yasa dışı dinlemelerin toplumda bir karşılığı olması gerekirdi. Oysa hatırlayın, 17-25’den sonra 30 Mart seçimleri oldu ve AK Parti, yerel seçimlerde büyük bir zafer elde etti. Yine kara propaganda dönemi devam etti, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidildi. Hatta bütün partiler ittifak yaptığı halde, meydanın bu kara propagandasının toplum tarafından karşılık bulmadığını gördük. Dolayısıyla bu tür yayınların toplumda karşılığı yok.”
Türkiye’de bir muhalefet boşluğu olduğunu savunan Öztürk, şöyle devam etti:
“AK Parti iktidarını en azından yıpratacak en temel argümanları, ‘AK Partililerden bir muhalefet çıkartabilir miyiz, AK Parti’nin muhalefeti yine AK Parti olur mu?’ tezi üzerinden bir şey yapmak istiyorlar. Bunu zaman zaman AK Parti’den ayrılmış, üç dönemlik olmuş ya da bir şekilde AK Parti düşmanlığına dönüşmüş eski AK Partilileri kullanarak yapmaya çalışıyorlar. Fakat son olayda 11. Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaretinin 3 saat sürmesi, onun öncesinde belki şunu da hatırlatmak lazım Sayın Arınç’ın bir çıkışı vardı. O çıkışını da beraber düşündüğümüz zaman, Hüseyin Çelik’i de hatırlatmamız gerekiyor belki onun yazdığı bir takım yazılar, açıklamalar üzerinden ‘AK Parti üzerinden yeni bir muhalefet yaratılabilir mi’, ‘AK Parti’nin muhalefeti yine AK Parti olabilir mi?’ diye bir çaba içerisinde olunduğu için bu yalan haber (fişini çektim çıktım) yapılıyor diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye’nin muhalefette ciddi bir sorunu var. Bu muhalefet, gerçekten hükümetin karşısına doğru argümanlarla çıkmıyor. Dolasıyla şu anda hakim, sürükleyici, devam ettirici parti, AK Parti’yi yıpratmak amacıyla yapılan bir hamle diye düşünüyorum.”
“Etik ilkelerin ihlali, medyanın geleceğini de tehdit eder”
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zakir Avşar da basın etiğine ilişkin yaptığı değerlendirmede, bütün gazetelerin, özellikle terör haberlerini verirken çok dikkatli bir üslup kullanması gerektiğini belirterek, “Çünkü terörizm insanlığa karşı bir suçtur. Ne olursa olsun insanların hayatını tehdit eden, sıkıntıya sokan bir yapıdan bahsediyoruz. Bu yapıyla ilgili haberleri verirken, mutlaka ve mutlaka editöryal kontrolün en üst seviyeye çıkarıldığı habercilik anlayışının benimsenmesi gerekiyor” dedi.
Medyada genel olarak bir dikkatsizlik olduğunu anlatan Prof. Dr. Avşar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Özellikle Ortadoğu’dan ülkemize sıçratılmak istenen hadiseler çok önemli. Burada tedbirlerin bir şekilde alınması gerekiyor. Orada hendekler, çukurlar varken, bombalanan, tuzaklanan yerler varken, burada insan haklarından bahsedeceksek eğer, bu bomba, tuzak gibi hadiselerin meydana gelmesi noktasında bir eleştirel yaklaşımın olması gerekiyor. Bunları yapanları eleştirmeyip, bunları ortadan kaldırmaya uğraşanları bir şekilde eleştirmek de asla çok mantıklı, makul bir yol asla olamaz.”
Haber ile yorum arasında çok ciddi bir fark olduğunu dile getiren Avşar, “Yoruma giren haber, habercilik değildir. Gazetelerin, televizyonların yeterli sayıda yorumcuları var. Bunlar görüşlerini farklı şekillerde ortaya koyabilirler ama yorumu haber diye insanlara sunmaya kalkışırsak, ayıplı bir mal sunmuş oluruz. Etik ilkelerle de bağdaşmaz bu” diye konuştu.
Vatandaşların, televizyon ve gazete haberlerinin tamamına kuşkuyla baktığını aktaran Avşar, “Haber ile yorum arasındaki fark ortadan kalktığı için vatandaşı da artık neye inanacağını neye inanmayacağını ciddi anlamda bir sorgulama alanına itiyor. Etik ilkelerin ihlali, medyanın geleceğini de tehdit eder ve tehlikeye atar. Bu yüzden haber ve yorum arasındaki farkın mutlaka belirlenmesi lazım. Terör haberlerinin verilmesindeki hassasiyet çok önemlidir. Dünyanın her tarafında terörizme ilişkin hem etik hem de hukuki bakımdan kodlar iliştirilmiştir. Bunlara da dikkat etmemiz gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Avşar, BBC’nin terör haberlerini sunarken, ciddi bir editöryal kontrolden geçirdiğini, bu kontrolün 3-4 aşamalı olduğunu, muhabirin yansıttığı gibi haberin yayına verilmediğini anlattı.
“Hem ahlaki, hem de hukuki açıdan yanlış”
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nurettin Güz ise bazı haberlerde eski fotoğrafların kullanılmasıyla ilgili, gerek iletişim alanında yapılan bilimsel çalışmalarda, gerekse hukuki metinlerde, eskiye ait bilgi ve görüntülerin yeniymiş gibi yayınlanması ve servis edilmesinin hem ahlaki hem hukuki olarak problem ve suç oluşturacağının yer aldığını söyledi.
Bu şekilde yayın yapmanın doğru olmadığını vurgulayan Güz, geçmişte olan bir olayın sanki yeniymiş gibi verilmesinin evrensel ilkelere uymadığını kaydetti. Güz, şöyle devam etti:
“Yeni bir gelişme olmadan, yeni bir ilave bilgi olmadan, yeni içerik olmadan, onu sanki yeni olmuş gibi kamuoyuna servis etmek ahlaki açıdan, basın etiği açısından yanlıştır. Çünkü kamuoyunu yanıltmaya, yönlendirmeye yönelik bir hareket olacağı için yanlıştır. Medyanın, basın organlarının temel özelliği gücünü kamuoyundan aldıkları için görevi kamuoyunu doğru bilgilendirmektir. Eğer onu yapmıyorsanız kendi içinizde çelişkiye düşersiniz. Zaman zaman medya kuruluşları bunu yapıyor. Yapmamaları lazım. Onu anlatamazsınız, anlatacak, savunacak hiçbir şeyiniz olmaz.”
Gündemde olan bir konuya uygun geçmişteki görüntülerin arşiv olduğunun bildirilerek basında yer alması gerektiğini kaydeden Güz, eski görüntüleri sanki dün olmuş gibi yayınlamanın doğru olmadığına dikkati çekti.
Güz, bazı olaylarda haber kaynağının aktardığı bilginin gerçek boyutlarıyla araştırılıp doğru bir biçimde kamuoyuna iletilmesi gerektiğini, bunda da görevin muhabir ve medya kuruluşuna düştüğünü ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Yani ‘haber kaynağım bana bu bilgiyi verdi. Ben de doğru kabul edip yayınladım’ deme hakkınız yok. Olayın gerçeğini, doğrusunu araştırıp bulma görevi muhabire aittir. Eğer bunu yapmayıp doğruymuş gibi kabul edip serviye koyar, kamuoyuna anlatırsanız sorumluluk size ait olur. Hem etik olarak sorumluluk size ait olur, hem de hukuki olarak hesap verirsiniz.”