Cihannüma öncülüğünde Gaziantep Valiliği, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Gaziantep Üniversitesi, Şehitkâmil Belediyesi, Şahinbey Belediyesi’nin katkılarıyla 26 Mart Cumartesi günü Göç Çalıştayı düzenlenmiştir.

Uyum ve Entegrasyon, Ekonomi, Eğitim başlıkları altında 7 farklı masada belirlenen konular müzakere edilmiştir. Çalıştay açılışında katılımcılara hitap eden;
Gaziantep Valisi Davut Gül, göç ne gelenlerin ne de misafir edenlerin bir tercihi olduğunu belirterek, bizler için göç bir insani mesele olduğunu ama göç edenler için ise bir güvenlik meselesi olduğunu ifade etti.

Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın, Gaziantep Üniversitesi olarak Süleyman Şah Kampüsünü kurmayı planladıklarını ve kuracakları kampüse Anadolu irfanını götürmeyi amaçladıklarına dikkat çekti.

Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, göçün temel nedenlerine değinerek şunları söyledi: “Düşmanlarını kendi içinde kırdırarak bertaraf etme, silah satma, göç vesilesiyle göçün gerçekleştiği ülkeleri ekonomi yapılarını bozma gibi birçok neden yatıyor.”

Genel Başkanımız Rıza Yorulmaz, “10 Yılı aşkın bir süredir muhatap olduğumuz, dünyanın en büyük olgularından biri olan Suriye’den göçü farklı boyutlarıyla ele alacağımız çalıştayımızı bu hadiseden en fazla etkilenen ilimiz Gaziantep’imizde yapıyoruz” sözleri ile konuşmasına başladı. Çalıştayın düzenlenme amacı, önemini vurgulayarak, elde edilecek sonuçların kamuoyuna paylaşılacağını bildirdi. Genel Başkanımız konuşmasında göç konusu ve çalıştay hakkında şu ifadelere yer verdi:

Göç; en yalın tanımıyla insanların bulundukları yerden, vatanlarından ayrılarak başka yerlere gitmelerini ifade etmektedir.  Bu “başka yere gitme” bazen iradi olabileceği gibi, genellikle kişilerin iradesi dışında gerçekleşir.
 
1951 yılında Cenevre’de imzalanan mültecilerin hukuki statüsüne dair sözleşme ve 1967’de New York’ta imzalanan protokol ile göçmenlerin hak ve statüleri belirlenmiştir. Özellikle Cenevre sözleşmesinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki temel hakların güvence altında olacağına vurgu yapılmıştır.
 
Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin önemli bir kısmı bu sözleşmeleri onaylayarak taraf olmuşlarsa da uygulamada maalesef attıkları imzaların gereğini yerine getirmekten imtina ettiklerini acı bir şekilde gözlemlemekteyiz.
 
Göçmeni insan olarak görmeyen bir anlayışa sahip olan sözde insan haklarına saygılı ve yardımsever batılı devletler, vatanlarını şu veya bu sebeple terk etmek zorunda kalan çaresiz insanlara karşı hiç de insani bir davranış sergilemiyorlar.
 
Bütün olayları kendi menfaatleri açısından değerlendiren bu ülkeler, göçmenlerin içinden işlerine yarayacak meslek sahiplerini adeta kaçırarak ülkelerine götürürken, kendilerine sığınmak isteyen sıradan insanları almamak için onların teknelerde boğulmasına göz yumabilmekte, sınırdan geçerken vurup öldürebilmektedirler. Çünkü her göçmeni kendi kursaklarından kesilecek bir lokma, kendi ceplerinden eksilecek bir dolar/euro, kendi konforlarını azaltacak bir yük olarak kabul ediyorlar.

Türkiye göç bağlamında hem kaynak, hem hedef, hem de geçiş ülkesidir.
 
Ülkemiz son otuz beş yılda üç kitlesel göçe muhatap olmuştur. Malumunuz olduğu üzere Bulgaristan, Irak ve Suriye’deki soydaş ve dindaşlarımız kendi ülkelerinin yönetimleri tarafından vatanlarını terk etmeye icbar edildi.
 
Bulgaristan’dan 1989’da 360 bin, Irak’tan 1988 ve 1991’de 520 bin kişi ülkemize göç etmiştir. Suriye’den ise 2011 yılından bu tarafa ülkemize göç edenlerin sayısının 3 milyon 750 bin kişiyi bulmuştur.
 
1992 ila 2001 yılları arasında Bosna Hersek, Kosova ve Makedonya’dan toplam 50.000 kişi ülkemize göç etmiştir.
 
Bulgaristan ve Irak’tan göçün etkileri aradan geçen zaman itibariyle canlılığını korumuyorsa da, Suriye’den göçün etkisi hem hala sıcak olması hem de daha büyük çaplı olması münasebetiyle canlılığını muhafaza etmektedir.
 
Ülkemiz, bütün göçlerde “açık kapı” uygulamasını benimsemiştir. Kapısını ve gönlünü vatanlarından ayrılmak zorunda kalan herkese açmıştır.
 
Anadolunun misafirperverliğini, yardımseverliğini, alicenaplığını bütün dünyaya göstermiştir. Zira Anadolu demek, merhamet, dayanışma, kardeşlik demektir. Anadolu demek, barışın, huzurun ve birlikte yaşamanın vatanı demektir.
 
Müsamahanın maya tuttuğu topraklardır burası, insanlığımızın tezahür ettiği, bütün bu faziletlerin mirasının yeridir Anadolumuz. O sebepledir ki bizler bu mirasın yaşayan temsilcileri olarak bu meseleye hiç şüphesiz batılılar gibi bakamayız.
 
Göç; terk etmektir.
Maddi ve manevi tüm birikimleri terk etmek.
 
Dünyalık bütün yatırımlarınızı, malınızı, mülkünüzü, bağınızı, bahçenizi, tarlanızı terk etmektir.
Çocukluğunuzun hatıralarını ve geleceğe dair hayallerinizi terk etmektir.
Vatanınızı, bayrağınızı, egemenliğinizi, hürriyetinizi terk etmektir….
 
Göç bir bilinmeyene yolculuktur.
Başınıza ne geleceğini bilmeden yürümektir.
Neyle karşılaşacağınızı bilmeden, durmadan, düşünmeden yürümek…
 
Hiç kimse huzur içinde yaşadığı, mutlu olduğu, doğduğu ve doyduğu vatanından isteyerek ayrılmaz.
 
O yüzden göçmen, mazlumdur.
Mazluma dini sorulmaz.
 
Kapımızı çalan kim olursa Allah’ın misafiridir.
Misafir on rızıkla gelir, birini yer, dokuzunu bırakır.
 
Bizim medeniyetimizde göç hicrettir.
Her ne kadar aynı derinliğe sahip olmasa da
Göç edeni muhacir, karşılayanı ensar diye tarihi tecrübe etmiş zihniyetin çocuklarıyız..
İşte bu zihniyet sebebiyledir ki biz ensar ile muhaciri kardeş biliriz.
Ensara düşen, var olanı kardeşiyle bölüşmekti.
Bölüşünce var olan azalmaz, veren fakirleşmez.
 
Bilakis hiçbir matematik kaidesinin çözemeyeceği, hiçbir hesap makinesinin hesaplayamayacağı “bereket” kavramı devreye girer ve mal bölüştükçe artar, veren verdikçe zenginleşir.
 
İnsanların vatanlarından ayrılmak zorunda bırakılmaları sonuçları itibariyle büyük bir trajedidir. Zaman her şeyin ilacıdır ve en fazla bir nesil sonra her şey normale döner.
 
Ancak bundan daha kötüsü; kardeşlik duygusunun, merhamet düşüncesinin, paylaşmak erdeminin zihnimizden ve kalbimizden göç etmesidir. Bu duyguların göçü zamanla telafi edilemeyecek kadar büyük hasarlar meydana getirir.
 
Bizler yani ensar; misafirlerimizi Allah’ın bir lütfu olarak görmeliyiz.
Çünkü gelen insandır.
Yani eşref-i mahlukat.
Yani yaratılmışların en şereflisi.
Ve her bir insan bir cihandır.
 
Yaradan, o cihanı nelerle mücehhez kılmıştır, o cihanın kalbine, gönlüne, aklına ne cevherler yüklemiştir; bilemeyiz.” Sözleri ile konuşmasını tamamladı.

Çalıştaya 16 Üniversite ve değişik kurumlardan 89 kişi katılım sağlamıştır.

Gaziantep’te faaliyet gösteren Suriye Göçmenlerinin STK’ları dışında, İş İnsanları, Kanaat Önderleri, uluslararası öğrenciler de çalıştaya katılarak sahadaki tecrübelerini çalıştayda paylaştılar.

 



 

Editör: Haber Merkezi