Fahri Sarrafoğlu-İstanbul Seyyahı
İstanbul’un en önemli mezarlığından biri olan Edirnekapı Şehitliği’nde birçok değerli insan var. Öncelikle gençlerimize şehitliği anlatmak için buraların anlatılması ve saygı ile ziyaret edilmesi gerekiyor. Burada yatan birçok bilim adamı, asker, şair, devlet adamı, Allah dostları bulunuyor. Edirnekapı şehitliğinde gençlerin ziyaretini bekleyen bu ölümsüz kahramanlar dünyaya gelmiş, giderken de boş gitmemiş arkalarından bilgileri ile, emekleri ile, kitapları ile sözleri ile ve emekleri ile imza bırakıp gitmişler. İşte onlardan bazılarını sizlere anlatmaya çalışacağız.

Adnan Menderes’i Hatırlatan Mezar
Edirnekapı Şehitliği’nin her bir karışını şükran ve dualarla geziyoruz. Her bir adımında bir şehidin hatırasını yâd ederek, hatıralar arasında gezerken Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu’nun mezarına rast geldik. Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu ve Adnan Menderes ikisi de şehit. 7 Şubat 1959’da, ikisi de aynı uçaktaydı. Adnan Menderes kurtuldu, Pilot Sabri Kazmaoğlu ise şehit oldu. 7 Şubat 1959 tarihinde dönemin başbakanı Adnan Menderes ile beraberindeki Türk heyetini Kıbrıs müzakereleri için Londra’ya götüren THY uçağı, ani bastıran yoğun sis nedeniyle, 3 deniz mili mesafedeki Rusper, Sussex bölgesinde Jordan’s koruluğuna düşmüş ve parçalanmıştı. Mezarı hemen Mehmet Akif’in mezarının yanında.
Edirnekapı Şehitliği’nde Yatan “Meçhul Askerin” Hikâyesi
İstanbul’da bulunan Edirnekapı Şehitliği’ne giderseniz, orada bir farklı mezar görürsünüz. Özellikle İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif’i ziyaret edenler, mutlaka Polis Şehitliği’ne uğrayıp bu meçhul askerimizin de mezarını ziyaret etsinler. Nasıl buraya defnedilmiş derseniz, işte hikâyesi: Edirnekapı Polis Şehitliği’nde en dikkat çekici olay ise 1971 yılında tünel inşaatı sırasında asker elbiseleri ile bulunan askere ait Meçhul Asker kabri. Askerimizin bedeni askeri kıyafetleri ile bozulmadan bulunmuştur ve aynı şekilde şehitliğe kabrine konmuş. Polis Şehitliği’nde kahraman polislerimiz ile bu meçhul asker yan yana yatmaktadır.

Gelin olayı, o yıllarda 17. Bölge Müdürlüğü l. Grup Şefliği’nde inşaat sürveyanı olan Kütahya Emetli Ahmet Yenel’den dinleyelim: “Çevre yolu ve tünelinin geçiş yapacağı istikamette, Edirnekapı Mezarlığı bulunmakta, ne tevafuk ki Çanakkale şehitlerinin gömülü kısmı da tam yolumuzun üzerinde; mecburen, mezarları açıp şimdiki şehitliğe nakledeceğiz. Bir gün, ölüler arasında elbise ve vücudu nokta kadar bozulmamış bir subay çıktı karşımıza. Tam uykuya dalmış bir kişi; pantolonunun iki yanında kırmızı dikişi vardı. Gözleri yumuk, sanki bize gülüyordu. Öyle bir hali vardı ki; ‘benim canım yok olmadı, öbür dünyada bile olsa ben böyleyim’ der gibiydi. Olay cuma gününe denk gelmişti. Aynen elbiseleri ile tabuta yerleştirip camiye götürdük. Namazını kılarak tekrardan bu günkü yerine diğerlerinden ayrı olarak gömdük. İnceleme sırasında isminin Mülazım Yusuf olduğu tespit edilmişti. Ama, mezar taşına ismi yazılmamış.”
Kanserin çaresini mezar taşına yazmış
Edirnekapı Şehitliğinde kimler yok ki, şairler, yazarlar, siyasetçiler, sanatçılar ve şehitlerimiz tabii ki… Edirnekapı Şehitliğini gezerken mezar taşındaki bir yazı dikkatimi çekti. Şöyle yazıyordu: “Haydarpaşa Tıp Fakültesi Teşrihi Marazi. Müderrisi Profesör Doktor Hamdi Suat. Bu taş sade bir hayatı, yorulmaz bir sayi örtüyor.” Kanser alanında birçok başarılı çalışmalara imza atmış olan merhum hocamız, belki de aslında kansere yakalanmamanın çaresini mezar taşına yazmış ne dersiniz? Yani, sade bir hayat ve yorulmaz bir gayret ile yola devam. Sonuç olarak, “Hamdi Suat Aknar, daima düşünen, az konuşan, iddiasız, bilimsel amaçla çalışan, özverili bir hoca idi.” Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar, İstanbul Darulfünun Tıp Fakültesinde görevde kaldığı 26 yıl içinde (1907-1933) yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Ayrıca bilimsel çalışmalar yaptı ve kitaplar yazdı.

İstanbul’u yanmaktan kurtaran Davut Ağa
Yangın söndürmek amacıyla kullanılan tulumbayı, Osmanlı’da ilk defa Fransız asıllı bir mühtedi olan Gerçek Dâvud’un imal ettiği bilinmektedir. Fransa’dan Hollanda’ya göç etmiş olan ve hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Davud Ağa’nın asıl ismi David olup, İslâm dinine olan ilgisinden dolayı 10 kişiden oluşan ailesi ile birlikte 1128 (1715) tarihinde İstanbul’a gelerek Galata’ya yerleşmiştir. Aynı tarihte donanma ile katıldığı Venedik savaşında top atışlarındaki göz dolduran başarıları vezir İbrahim Paşa’nın (ö. 1730) dikkatini çekmiş ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Bu savaş, gayrimüslim David için yeni bir hayatın başlangıcını teşkil etmiş ve dönüşünde Davud-ı Gerçek ismini alarak ailesi ile birlikte Müslüman olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde yangın söndürme teşkilâtının kurulması ve tulumbanın kullanılması, Fransız asıllı bir mühendis olan Gerçek Dâvud tarafından 1132’de (1720) gerçekleştirildi. Temmuz 1718’deki Tüfenghâne ve ardından Tophane yangınlarında tulumba ile yangına müdahale eden ve hizmeti büyük takdir toplayan Gerçek Dâvud Ağa’yı Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa 1720’de Tulumbacı Ocağı’nı (Dergâh-ı Âlî Yeniçerileri Tulumbacı Ocağı) teşkil etmekle görevlendirdi. Dâvud Ağa ölümüne kadar (1733) tulumbacıbaşılık vazifesini yürüttü.
Çin filolojisi kurmak için İstanbul’a geldi
Edirnekapı Şehitliği’nde kimler yok ki, şehit askerlerimiz, bilim adamları, sanatçılar, siyasetçiler, yazarlar... Edirnekapı 15 Temmuz Şehitlerimizin olduğu yerin hemen karsında Çince yazılmış bir mezar taşı gördük. Kim olduğunu öğrencince siz de şaşıracaksınız. 1950’li yıllarda Formozalı Celalettin Wang Zin Shan adlı Müslüman Çin dilleri profesörü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bir Çin filolojisi bölümü kurmak üzere ailesiyle birlikte İstanbul’a gelir. Fakat aradan çok kısa bir süre sonra bir kalp krizi sonucu vefat eder. Geride, Fatma Wang ve tam sekiz çocuğu kalır. Asıl hikâye ise bundan sonra başlıyor.

Çin’den Pakistan’a Oradan da Türkiye’ye
Wang Ailesi, Pakistan’da altı yıl yaşar. Celaleddin Bey, eşi Fatma Hanım ve iki çocuklarına burada beş çocuk daha eklenir. Celaleddin Bey, üniversitede hoca olarak çalışmaya başlar. 1955 yılında Pakistan, Komünist Çin’i tanıyınca, orada da barınmaları mümkün olmaz. Celaleddin Bey, Türkiye ile hiç koparmadığı ilişkileri sayesinde, Prof. Zeki Velidi Togan’ın daveti üzerine, sinoloji (Çin dili ve tarihi) kürsüsünü kurmaya İstanbul’a gelir. Celaleddin Bey, bir yandan üniversitede çalışırken çoluk çocuğunu geçindiremeyeceğini anlayınca bir restoran açmaya karar verir. Sultanahmet’te Adliye yakınlarında bir yer tutulur. Ortağı, Doğu Türkistan’dan bir tanıdığıdır. Celaleddin Bey’in dayısı ve kardeşi mutfakta çalışmaya başlar. Eşi Fatma Hanım yemeklerin lezzetinden sorumludur. İstanbul’un ilk Çin Lokantası kısa sürede dolup taşmaya başlar. Ancak aile, burada bir sorun yaşayınca yeni bir lokanta için aranan yer bu kez Taksim’de bulunur. Şimdi Lamartin Cafe olan Lamartin Caddesi 22 numaradaki yarı bodrumda 10 Ekim 1957 tarihinde Çin Lokantası açılır.