Nietzsche, “Tüm yazılanlar arasında en çok bir kişinin kendi kanıyla yazdığı şeyi severim. Kanla yaz ve göreceksin ki, kan tindir (öz, temel, ruh)” diyor. Ne kadar iddialı bir söz, aman Yarabbi. Tarihin ironilerindendir; kendisini ise kan tutuyordu, bu sebeple askerlikten çürüğe ayrıldı. İnsan sözüyle kendisini bağlar. Her iddia kanıt ister. Memleketimizin aydınları yeri geldiğinde teorik olarak darbeye karşı çıkarlar. Dillerinden özgürlük kelimeleri eksik olmaz. Lakin hepimizin şahit olduğu üzere 15 Temmuz günü FETÖ’cü hainlerin, cuntacıların darbe girişiminde aydınlar başarılı bir sınav veremedi. Halbuki tutarlı olmak adına daha o gün karşı çıkmaları gerekirdi darbeye. Yürekleri yetmedi (Sadece aydınlarla kısıtlamamın sebebi, bugünlerde birliğe ihtiyacımız olduğundandır. Yoksa başka kesimlerin ilk baştaki olumsuz davranışları da gözümüzden kaçmadı açıkçası.) Evet, yürekleri yetmedi. Makarnacı, kömürcü, özür dilerek yazıyorum, çomar diyerek küçük gördükleri büyük insanlar, yurttaşlarımız, müminler mangal gibi yürekle silahsız bir şekilde tanklara, kurşunlara gövdelerini siper ettiler. Dikkatlerden kaçmasın, daha henüz Başkomutan çağrıda bulunmamışken insanlar sokaklara çıkmaya başladı. Erdoğan’ın dik duruşu ve çağrısı ise vatandaşlarımızın akın akın sokakları doldurmasını sağladı. Bu bir destandır, bizim destanımızdır. Bizden sonraki nesillere şehitlerimizin hikayeleri anlatılacaktır inşallah. İnancım odur ki Allah bu milleti tankların önüne diktiği gibi İslam sancağını da inşallah bu millet eliyle yükseltecek.
Yazının sonunda yazılması gerekeni başa yazdık, bağışlayınız. Fetullahçı Terör Örgütü’ne uluslararası ilişkiler açısından baktığımızda hepimiz için aşikar olan durum, örgütün yabancı devletler tarafından desteklendiğidir. Peki ama neden veriliyor bu destek? Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir; biz tarihimizde Avrupa’ya, yani Hıristiyan dünyasına kalıcı olarak iki yönden yüklendik. İlki 711 yılında Tarık bin Ziyad komutasında başlayan, 1492 yılında garip Gırnata’nın düşmesiyle son bulan o güzel Endülüs medeniyetidir. Paris’in 100 km güneyine dek ulaşan Endülüs medeniyeti kültürü, bilimdeki başarısı, toplumsal uyumuyla Avrupa medeniyetine gerçek bir alternatifti. Avrupa için asıl tehlike de bu medeniyet perspektifiydi. Yoksa askeri başarılar işin yalnızca ilk adımıdır. Öyle bir medeniyetti ki Endülüs, Hıristiyanlığı terketmemiş birçok İspanyol’un Arap İslam kültürünü benimsemesini ve Arapça konuşup Arap isimleri almasını sağlayacak bir kültürel zenginlik oluşturmuştu. 781 yıl İberya yarımadasının büyük bir kısmında yaşayan bir kültürel havzaya karşı Katolik dünyası yeniden fetih dedikleri Reconquista ile maalesef İberya’daki Müslümanları işkencelerle yok ettiler (Batılı tarihçilere göre 1492’de Gırnata’nın düşüşüyle İspanyol Altın Çağı başlar. Bana kalırsa yüzlerce yıllık birikimin heba edilmesi; mirasyedi, karaktersiz bir evladın har vurup harman savurması, İspanyol Mirasyedi Çağı’dır.) İstanbul ise 563 yıldır Müslüman toprağıdır. Avrupalılar Reconquista’larından ilham alarak asla vazgeçmeyecektir topraklarımızdan. Avrupa’ya yüklendiğimiz ikinci kol ise hepimizin bildiği üzere Türklerin Avrupa içlerine dek ilerlemesidir. Bakınız, Batılılar Ankara Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğunda meydana gelen Fetret Dönemini görmezden gelebiliyorlar. Çünkü devletin başının esir düşmesi taht kavgalarına yol açmış ama ekserisi Hıristiyan olan tebaa devletine sadık kalmıştır. Bu durum apaçık şekilde medeniyetimizin Avrupa medeniyetine bir cevap olduğunu gözler önüne serer.
Bunları üstün körü anlatmamızın sebebi şudur ki, Avrupalı ve ABD’li elitlerin (Siyonistleri de katmak gerekir bunlara), küffar devletlerine yön verenlerin bilincinde bu iki tarihi olgunun canlılığını korumasıdır. Müslüman dünyasının birliği, mertliği ve kültürel birikimiyle kendi medeniyetlerine cevap olması kurmak istedikleri dünya düzenine en büyük tehdittir. Biliyorlar ki İslam dünyasının ayakta kalabilen son devletinin Müslüman halkını Müslüman olmayan fikir önderleriyle etkileme imkanı çok kısıtlı. O sebeple Müslüman görünen Bel’amlar, sapık hocalar vesilesiyle milletin, ümmetin itikadıyla oynamaya çalıştılar (ve çalışıyorlar hala.) Amaçları kontrol edebilecekleri sahte bir halife vasıtasıyla ümmetin itikadını bozmak, küffara karşı ümmeti “hizmetçi” kılmaktı. FETÖ’yü bu açıdan da okumak gerekir. Çok acılar yaşandı ama iyi ki bu karaktersizler topluluğu kibirlenerek, kendilerine çok güvenerek 7 Şubat MİT krizi, 17-25 Aralık yargı darbesi gibi hainlikler yaptı da devlet içinde daha yayılma fırsatı bulamadan amaçları ve niyetleriyle birlikte açığa çıktılar. Darbe girişimi ise inşallah iyice kırılmalarını sağlayacak. Başarılı olsaydılar şüphesiz o Bel’amı halife diyerek kakalayacaklardı.
Darbe girişimi TSK’daki FETÖ’cüleri açığa çıkardı. Şüphesiz darbenin arkasında NATO var. ABD’den gelen nötr sayılabilecek ilk açıklama da bunu gösteriyor. Yalnız ordumuz içerisinde eğer varsa FETÖ dışındaki NATO’cu kliklerin de temizlenmesi gerekir. TSK, bizim gözbebeğimiz. Canımız, namusumuz. Bu orduya inşaallah ileride büyük işler düşecek. Başkomutanımız Erdoğan’ın her fırsatta TSK’ya sahip çıkması, Başbakanımız Binali Yıldırım’ın, onlarca şehit verdiğimiz emniyet teşkilatımızdan Ankara Emniyet Müdürü Mahmut Karaaslan’ın TSK’ya sahip çıkan açıklamaları devletimizin, devlet büyüklerimizin olgunluğunu bize bir kez daha göstererek sevindirdi. Ayrıca daha ilk anlardan itibaren Devlet Bahçeli’nin darbe karşıtı tutumunun ve darbeye karşı kritik müdahalelerin altını çizmek gerekir. Sıradan bir vatandaş olarak önce Allah’a şükür sonraysa sokaklara çıkan vatandaşlarımıza, gazilerimize, darbecilerle savaşan polislerimize, komutanlarımıza, askerlerimize, darbecilere karşı dik duran Başkomutanımıza, meclisi terk etmeyen milletvekillerimize (bilhassa “Bizim burada yapacağımız şey burada ölmektir” diyen Bekir Bozdağ’a) teşekkür ediyorum. Hakkınızı ödemeyiz. Allah, şehit ve gazilerimizin hatrına bu millete ümmetin sancaktarlığını nasip etsin inşallah.