Yunus Kök / İstanbul / Özel Haber

Yaklaşık 20 yıldır atıksu arıtımı alanında faaliyet gösteren aile şirketinin yöneticiliğini yapan Çevre Yüksek Mühendisi Ergin Erol, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye’yi bekleyen susuzluk tehlikesinin boyutunu ve beklenen sonun yaşanmaması için neler yapılabileceğini gazetemize anlattı.

Çevre Yüksek Mühendisi Ergin Erol

“GERÇEKLERLE YÜZLEŞELİM”

Türkiye’nin susuzluk sorunu yaşamaması için öncelikle gerçeklerle yüzleşmemiz gerektiğine dikkat çeken Çevre Yüksek Mühendisi Ergin Erol, “Uzunca bir süredir benim ve birçok başka uzmanın dikkat çekmeye çalıştığı gibi suyumuz bitiyor. O suyun bol ve ucuz, ülkemizin su zengini bir ülke olduğu masallarını bir kenara bırakalım, artık gerçeklerle yüzleşelim; suyumuz bitti bitiyor. Bunun çeşitli sebepleri var ancak üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi iklim değişikliği yada küresel ısınma ile su döngülerinde meydana gelen bozulmalar. Deniz ve kara buzullarının azalması, akarsu ve göllerin kuruması buna bağlı olarak kullanılabilir su miktarının azalmasıdır. Dörtte üçü su ile kaplı dünyamızda kullanılabilir tatlı suyun oranı yalnızca % 2-3 civarında ve bu miktar gittikçe azalıyor.” dedi.

DOLAYLI SU TÜKETİMİ YÜKSEK SEVİYEDE

Yaşanan susuzluk tehlikesinin nedenlerini sıralamaya devam eden Erol, “İkincisi aşırı nüfus artışı ile kişi başına düşen su miktarının azalması. Bu noktada dolaylı su tüketimi kavramını iyi anlamalı ve anlatmalıyız. Nedir dolaylı su tüketimi? Siz herhangi bir şey satın aldığınızda bu yiyecek içecek, giyecek, bir elektronik cihaz yada otomobil olabilir Satın aldığımız ya da tükettiğimiz her ne olursa olsun, üretim süreçlerinden tüketimine kadar kullanılan toplam su miktarıdır. Örnek vermek gerekirse bir fincan kahve için 170 litre, bir tişört için 2 bin 300 litre, bir pantolon için 10 bin litre su tüketiliyor. Bu kavramı bir kenara not edelim. Bu kavramla beraber bilinmesi gereken bir kavram daha var, ülkelerin su zengini olup olmadığı nasıl hesap ediliyor. Bunun için bir ölçütümüz var. Eğer kişi başına düşen su miktarı yıllık 2 bin ton ve üzeri ise o ülke su zengini, 1000 – 2000 ton arası ise su yoksunu, 1000 tonun altında ise su fakiri kabul ediliyor. Ülkemiz için durum nedir peki? Yapılan hesaplara göre kişi başı düşen su miktarı ülkemizde 1430 ton/yıl bu da bizim su zengini değil su yoksunu bir ülke olduğumuzu gösteriyor. Ve gidişatta bir değişiklik olmaz is 10 sene içerisinde kişi başı 1000 ton/yıl seviyesinin altına inerek su fakiri bir ülke olacağız. Nüfus artışı ve özellikle nüfusun kentlerde yoğunlaşması İstanbul Ankara İzmir gibi kentlerdeki kişi başına düşen potansiyeli oldukça azaltıyor. 1950 yılından beri dünya nüfusu yaklaşık 3 kat ülkemiz nüfusu da 4 kat arttı. Bu artan nüfusun büyük bölümü de kentli nüfus. Dengesiz dağılım ve üretici olmaktan çok tüketici olan bir nüfus söz konusu.Yerel yönetimlere ve hükümetlere en büyük eleştirim büyük kentlere göçün ve nüfus dağılımındaki orantısızlığın önlenememiş olmasıdır.” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hassasiyeti değerli

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son kabine toplantısı sonrası tehlikeye dikkat çekmesinin önemli olduğunu vurgulayan Erol, “Sayın Cumhurbaşkanın konuya değinmesi aslında durumun ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Gündemdeki birçok gürültü arasında uzmanların uyarıları duyulmayabilir, ancak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuya dikkat çekmiş olmasını çok önemli buluyorum. Küresel ısınma ve 7 yılda bir gelen kurak dönem yanı sıra pandemi ve aşırı tüketiminde üst üste gelmesi, özellikle büyükşehirlerde önümüzdeki süreç ve 2021 yılı için ciddi bir susuzluk tehlikesini ortaya çıkardı. MGM’nin paylaştığı 3 aylık yağış ve kuraklık haritası oldukça korkutucu. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yaşayanlar, musluklarını açtıklarında suyun akmadığını görecekleri günlere hazır olsunlar. Tedbirlerimizi buna göre alalım.” şeklinde konuştu.

“ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE DAHA NET HİSSEDECEĞİZ”

Doğaya verilen zararın geriye mutlaka felaket olarak döneceğine vurgu yapan Erol, “Suyumuzun azalmasının üçüncü önemli sebebi insan kullanımına bağlı olarak kontrolsüz kirletilmesi ve yok edilmesidir. Endüstriyel ve evsel kullanım sonucu oluşan atıklarla birçok akarsu ve göl kirlenerek kullanılabilirliğini yitiriyor. Yine hatalı endüstriyel kullanım ve tarımsal kullanımla yer altı suları kirlenmekte. Su kaynaklarını hem kurutup hem kirletiyoruz. Önümüzdeki on yıl içerisinde kaybettiğimiz su kaynaklarının olumsuz etkilerini günlük yaşantımızda daha çok hissedeceğiz.” diye konuştu.

“BİREYSEL BİLİNÇLENME HER ŞEYİN ÖTESİNDE “

“Bireysel bilinçlenme her şeyin ötesinde” diyen Erol, “Öncelikle bireyler olarak su kullanımını ve gereksiz tüketimi azaltmamız gerekiyor. Pandemiyle beraber hijyene ve su kullanımına talep arttı. Ancak hijyen kurallarına uyarken su tüketiminde ölçülü olmaya dikkat etmeliyiz. Yerel yönetimler ve hükümet endüstriyel ve evsel olarak kullanılıp atılan atıksuların arıtılarak yeniden kullanımını teşvik edecek hatta bunu zorlayacak regülasyonları, yasa ve yönetmelikleri acilen çıkarmalıdır. Bunu teknik olarak yapabilecek teknolojiye sahibiz, nasıl yapılacağının çerçevesi bir an evvel çizilmelidir. Zaten çevreyi kirletme hakkımız yok. Bunu hiçbir canlı yapmıyorsa biz de yapmamalıyız. Doğadan aldığımızı geri verirken aldığımız gibi vermeliyiz. Aynı şekilde tarımsal kullanımda da suyu koruyacak tedbirleri almalıyız. Yağış rejimine uygun tarımsal planlama ve az su tüketen tarımsal teknolojiler kullanılmalıdır. Su yerine ikame edemeyeceğimiz en önemli doğal kaynaktır.” ifadelerini kullandı.

Editör: Haber Merkezi