Elif Akçivi, Mersin'in Gülnar ilçesinde Yörük çadırında dünyaya geldi. Anne-babası göçebeydi. Çünkü “konar-göçer” kültür dedelerinden onlara miras kalmıştı. Hayvanlarını otlatabilmek için göçebe hayat sürmek zorundaydılar. Yörük ailesinin ilk çocuğu olan Elif için yaşam zorluklarla doluydu. Çadır hayatının elektrik, su, ulaşım gibi pek çok sıkıntısı vardı. Tabii en büyük sorun da elektrikti. Tüplü lüksler ve el fenerleriyle çadırı aydınlatıyor ancak birçok elektrikli aleti kullanamıyorlardı. Toros Dağları'nın 1200 rakımlı eteklerinden Elif’in okula gitmesi de imkansızdı. Bu konuda babaanne devreye girdi. Köyde yaşıyordu ve evi de okula yakındı. Elif ilkokulu babaannesinin yanında kalarak bitirdi. Tam bu sırada da babaanne vefat etti. Ancak Elif’in eğitim hayatı devam etmeliydi. Baba çadırı hemen yolun kenarına kurdu. Elif okula artık servisle gidiyordu.

Bir taraftan da hayvancılık yapan ailesine destek olan Elif yaylada bir gününü, “Sabah dört buçukta kalkıyorum. Annemle birlikte keçi ve koyunları sağıyorum. Sonra hayvanları gütmeye gidiyorum. Oradan gelip tarlada çalışıyorum. Yakmak için odun topluyor, eve gelip günlük işlerde anneme yardım ediyorum. Kendime ayıracak vaktim çok az oluyor. Kısıtlı o zamanda da ya dinleniyorum ya da ders çalışıyorum. Öğleden sonra tekrar keçileri otlatmaya gidiyor, akşam ezanında eve geliyorum” diyerek anlattı.

"Okuldaki arkadaşlarım çadırda yaşadığımı duyunca çok şaşırıyordu. Bana ‘İnternet ve elektrik olmadan nasıl yaşıyorsunuz’'diye soruyorlardı. Tabii yaşam tarzımla dalga geçenler de oluyordu. 'Yerleşik hayata bile geçememişsiniz, ateşi ne zaman buldunuz' tarzında söylemlerle karşı karşıya kalıyordum. Ben bu söylenenleri takıntı haline getirmiyordum. Çünkü kendimi şanslı olarak görüyordum. Hayatın birçok yönüyle çadırda tanıştım. Benimle dalga geçenler bugün evsiz kalsa çadırda yaşayamazlar ama ben tek başıma bile çadırda yaşayabilirim. Onlara tepki vermedim, Yörük kültürünü anlatmaya çalıştım."

‘YORUCU OLSA DA HAYVANCILIĞI SEVİYORUM’

Doğa ile iç içe yaşamanın kendisine mutluluk getirdiğini, çok güzel bir duygu olduğunu anlatan Elif, “Hayvancılık yapmak oldukça zor. Dedem öldü, annem babasının yasını tutamadı. Sabah kalkıp keçi gütmeye gitti. Dağda ağladı. Hayvancılığın bir gün hatta bir vakit bile bile aksatılmaması gerekiyor. Hasta olduğumuzda dahi onların karnını doyurmak zorundayız. Hiç tatilimiz yok. Yorucu olsa da hayvancılığı çok seviyorum. Çünkü birçok hayvanı tanıyor ve onlara temas edebiliyorum. Doğum anlarına şahitlik ediyorum. Belgeselde izlemekten çok daha farklı olduğunu söyleyebilirim. İnsana huzur veriyor” dedi.

Elif, Yörük kültüründe kadının daha çok iş yaptığını söylüyor. “Aslında erkeklerde yapıyor ama hayvanları sağma, ev işlerini yapma, çocuklara bakma hepsi kadının üstünde” diyen Elif, hem evdeki hem de dışarıdaki işlerin kadınlara çok yük binmesine neden olduğunu dile getirdi.

Gün içinde kendine ayırabilecek bir zamanı olmayan Elif’in ders çalışmak için de hiçbir zaman bol bir vakti olmadı, olamadı. Eğitimini tamamlamak için gece uykularından feragat etti. Bu azmi onun Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünü kazanmasını sağladı. Okuldan mezun olan 23 yaşındaki Elif, aynı bölümün Türk-İslam Sanatları alanında başladığı yüksek lisans öğrenimini sürdürüyor. Yüksek lisans bitirme tezini çadırına taşıdığı kitaplar ve ders notlarıyla hazırlamaya çalışıyor. Kültürünü tanıtmak için akademisyenliği hedefliyor.

YÖRÜK KÜLTÜRÜNÜ TANITIYOR

“Yörük çocuğu olmak; dağların, çayırların, ovaların, kuşların, ağaçların, keçilerin ve kuzuların arasında büyümek, hayata buradan merhaba demektir” diyen Elif, çektiği videoları da sosyal medyada paylaşarak kültürünü tanıtıyor. Bugün 3 kardeşi ve anne-babasıyla birlikte bir çadırda kalan Elif, şehirde yaşama fikrine ise sıcak bakmıyor. Nedenini ise, “Şehirde yayladaki kadar huzurlu ve mutlu olamam. Burada kendimi daha özgür hissediyorum” diye açıkladı.

'İLHAM ALINAN KİŞİYE DÖNÜŞMÜŞ'

Peki Yörük kızı Elif'in verdiği mücadelenin altında yatan his ne? Hedefleri ve isteklerine giden yolda nasıl motive oldu? Hayatta dezavantaj gibi görünen durumlar bazen avantaja çevrilebilir miydi? Her insanın hayatında psikolojik olarak zorlandığı evreler olduğunu söyleyen Klinik Psikolog Pelin Hazer, “Bunlar bazen kişinin kendi içindeki ruhsal süreçlerden geçer, bazen aileden geçer, bazen de toplumsal normlardan geçer. İnsan bu üç olgudan birinde yaralar aldığında ruhunu korumak için psikolojik olarak savunma mekanizmaları kullanır. Bazı kişiler bu sorunları inkar eder, bazıları kabullenip o sorunlara uyum sağlamaya çalışır. Bazı kişiler de yaşadığı sorunlarla süblimasyon (yüceltme) mekanizmasını kullanarak baş eder. Kimisi bunun için müzik yapar, kimisi bir sanat eseri ortaya koyar, kimisi bir kitap yazar, kimisi de bir müze inşa eder. Bazen yaşananlar ne kadar derindeyse kişi bu yaşananlardan dolayı toplumda daha öne çıkabilecek eserler ortaya çıkartır. Bu durum da diğer benzer sorunları yaşayan insanların gözünde ilham alınan kişilere dönüşür" dedi.


KAYNAK: MİLLİYET.COM.TR

Editör: Haber Merkezi