Hicret YÜCEL-ÖZEL HABER

Türkiye'de batılı tarzda tiyatro ilk olarak Şinasi'nin Şair Evlenmesi olarak bilinmektedir. Peki Türkiye'de tiyatro tarihçesi nasıl ilerledi?

Türk tiyatrosunun gelişmesini üç döneme ayrılmaktadır. Bunlar;

Tanzimat dönemi, Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet dönemi

Geleneksel Türk Tiyatrosu; bina dışında meydanlarda yapılıp, konusu kabataslak çizilmiş olan oyunlar sanatçıların zeka, nükte vb. yetenekleriyle yürütülür, seyircilere bu şekilde spontane sunulurdu. Tanzimat Tiyatrosu ise yazılı metinlerin sahne sanatçıları tarafından ezberlenerek; kapalı salonlarda, sahne üstünde temsil edilmesiyle başlamıştır. 

Batılı anlamda ilk Türkçe oyun ise Şinasi'nin Şair Evlenmesi'dir (1860). Bu oyun Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynanmak üzere yazıldığı bilinmekte ve bu şekilde günümüze aktarılmıştır. 

Öte yandan, İtalyan, Fransız, Alman, Avusturyalı tiyatro, opera ve bale toplulukları, Adelaide Ristori, Sarah Bernhardt gibi dünyaca ünlü sanatçılar İstanbul ve İzmir'de temsiller vererek bu kentleri önemli sanat merkezleri durumuna getirmişlerdir. 

Bu dönemde Şinasi, Namık Kemal, Direktör Âli Bey, Ahmed Midhat Efendi, Ebüzziya Tevfik, Teodor Kasap, Ahmed Vefik Paşa ve Abdülhak Hamid gibi ilk Türk oyun yazarları da yazdıkları ve uyarladıkları oyunlarla Güllü Agop, Mardiros Mınakyan, Tomas Fasulyeciyan ve Ahmed Fehim (1856-1930) gibi tiyatro adamlarının çabalarına destek olmuşlardır.

Bu dönemin oyunlarında genellikle vatan ve özgürlük aşkı, evlilik ve aile düzeninin eleştirilmesi, inançlar ve boş inançlar, batıya açılmanın getirdiği sorunlar irdelenmiş ve çoğunlukla toplumdaki aksaklıklar eserlerde ele alınmıştır. Batılı biçimlere yerli içerik bulmaya çalışan Tanzimat tiyatrosunun ahlakçı, öğretici bir tutumu olmakla birlikte, eğlendiriciliği de elden bırakmadığı görülür.

Meşruiyet döneminde ise 2. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte  (1908) gelen özgürlük ortamı İstanbul'da her alanda olduğu gibi tiyatro yaşamına da önemli bir hareketlilik  kazandırmıştır. Anayasanın yurttaşlara tanıdığı yönetime katılma ve denetleme haklarını kullanmak isteyen birçok yazar ve sanatçı görüşlerini yansıtmak için tiyatroyu elverişli bir araç saymıştır. Oyunların konularını Osmanlı tarihindeki zaferler, kahramanlık destanları, çokevlilik, evlilik dışı ilişkiler, kadın hakları, köylerdeki sömürü ve bozuk düzen oluşturuyordu. Tanzimat döneminde daha çok Ermeni oyuncuların olduğu tiyatro sanatı Meşrutiyet döneminde Türk oyuncuların da katılmasıyla güçlenmiş ve yaygınlaşmıştır. Böylece, yeni yazarlara ve tiyatroculara hazırladığı yetişme olanaklarıyla, 1923'ten sonraki Cumhuriyet tiyatrosunun temelleri bu dönemde atılmış oldu. 

Temsillerde Ermeni kadınların bulunması güç değildi,  ancak en önemlisi de Türkçe’nin telaffuzuyla ilgili sorunlardı. Türk kadınının sahneye çıkmasının en ateşli savunucusu Muhsin Ertuğrul olmuş, özlemini duyduğu yürekli Türk kadının sahneye çıkması da 1920 yılında gerçekleşmiş ve Afife Jale ismindeki bu Türk kızı, Hüseyin Suat’ın kaleme aldığı “Yamalar” isimli oyunda sahneye çıkmıştır.  Meşrutiyet Dönemi bir çok sorunların olduğu gibi kadın sorunun da yüzeye çıktığı, tartışıldığı bir dönemdir. Kadınlara eşit hakların verilmesi,  kadın - erkek ayrımcılığının kaldırılması tartışılan başlıca konulardı.

Cumhuriyet Döneminde ise artık modern tiyatro anlamında önemli ve gerçek adımlar atılmış.

Cumhuriyet Dönemi:

Cumhuriyet döneminde İstanbul, Türkiye'deki tiyatro etkinliklerinin merkezi haline gelmiştir. Kurtuluş yıllarının coşkunluğu, çağdaşlaşma çabalarının üstyapı kurumlarında yoğunlaşan belirtileri dönemin tiyatro anlayışını yansıtmakta ve değişim rüzgarları esmektedir.

Çanakkale Boğazı'nda dev petrol platformu geçişi nedeniyle trafik durduruldu Çanakkale Boğazı'nda dev petrol platformu geçişi nedeniyle trafik durduruldu

Kadın ve erkeklerin tiyatroya birlikte gitmeleri de bu değişimin örneklerindendir. Ayrıca, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın oyuncu sorunu çözümlenmiş, Darülbedayi'de oynanan Othello'da Desdemona rolünü Bedia Muvahhit, Emilia'yı ise Neyyire Neyir canlandırmıştır. Tiyatro öğrencileri arasında da artık kızlar görülmektedir.

Türkiye'nin ilk ödenekli tiyatrosu Darülbedayi'nin bu dönemde adı İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilmiş (1927), görgü ve bilgisini yurtdışında geliştiren Muhsin Ertuğrul'un yönetimindeki bu tiyatro yeni oyun yazarlarının, oyuncularının, yönetmenlerin ve her kuşaktan binlerce tiyatro seyircisinin yetişmesinde bir okul görevi görmüştür. Önceleri Tepebaşı'nda Dram ve Komedi tiyatrolarında çalışmalarını sürdüren topluluk, yapıların yıkılması ve yanması nedeniyle Beyoğlu Yeni Komedi Tiyatrosu, Harbiye Şehir Tiyatrosu gibi salonların yanı sıra, 1960'tan sonra yapılan Üsküdarve Fatih şehir tiyatrolarında ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin salonunda her tiyatro mevsiminde oyunlar sunmuştur. Bu ödenekli tiyatronun dışında bazı özel tiyatrolar da Meşrutiyet döneminden beri süregelen dağınık bir düzen içinde, gerek Naşit (1886-1943) gibi büyük halk sanatçılarının gördüğü ilgiyle, gerek operet topluluklarının getirdiği canlılıkla İstanbul'un tiyatro yaşamını zenginleştirmişlerdir.

Devlet Konservatuvarının temelini ise büyük önder Atatürk atmış, Türk gençlerinin yeteneklerini ortaya çıkarıp, geliştirecek Devlet Konservatuvarı düşüncesi üzerinde önemle durmuştur. Bu amaçla ilk olarak  1924 yılında Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Okulun amacı ortaöğretim için öğretmen yetiştirmekti. İkinci adım ise, 1934 yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi kuruldu. Ancak Akademi’nin müzik yanı ağır basıyordu. Nitekim 1935’te Ankara’ya çağrılan ünlü Alman bestecisi Paul Hindemith Akademi’nin çalışmalarına dair tavsiye  gösterdi. Onun gösterdiği yolla Akademi’nin temsil bölümü 1936’da, rejisör Cari Ebert’in önderliğinde kuruldu. Akademinin kuruluş kanununun yeterli olmadığı görülerek 1940 yılında Devlet Konservatuvarı kanunu çıkarıldı. Devlet Konservatuvarı tiyatromuza yepyeni bir anlayış getirmiş, sanat ve kültür yaşamımıza katkısı büyük olmuştur.

Editör: Hicret Yücel