Gerçekten büyük günah ve büyük felaketlerden birisi de zinadır. O, aileleri parçalayan, yıkımına sebep olan ve insan şahsiyetine yakışmayan bir kötülüktür. Allah onu haram kılmış, dünya ve âhirette cezasının büyük olduğunu bildirmiştir.
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.” (17 İsrâ 32.)
“Onlar, Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur.” (25 Furkan 68.)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de “Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haramdır,” buyurmuştur. (Müslim, kasame 30.)
Liseye mecbur bırakılan dağ başındaki kız çocuğu sonra üniversite diyor. Okumaya kabiliyet ve imkânı olmayan niceleri var ki güya okuyor. Tabii ki aile görmüyor artık pislik ve perişanlıkları… İnternet ucuzlatıldı. Telefonlar adeta ellerden ellere uçtu. Sonuç?
Sanat sahibi olan ne kaldı? Aile mefhumuna ne oldu? Allah’ın her iki tarafa verdiği hak ve sorumluluklar var. İnsanlar ancak onlara yapışmakla huzur bulurlar hâlbuki.
Evlilikler günden güne azalırken boşanmalar hızla artıyor. Erkeğin ifadesine başvurmadan kadının şikâyetiyle adam dışarı atılıyor. Sonra o evden ne beklenir ki? Neden bunlara bakılmıyor? ‘Kadınlar işe, çocuklar kreşe’ sloganlarıyla aile yapımız mahvoluyor.
NE YAZIK Kİ, İŞTE BUGÜNKÜ HÂLİMİZ:
Ateş çukurları açılmış ve nesillerimiz, insanlarımız hızla oraya doğru koşuyor.
Allah korkusu olup çabalayan insanlar da, çukurların öncesinde bir yer bulup onları uzaklaştırmaya, ateşe giden yoldan kurtarmaya çalışıyor.
Kimi de çukurlara düşmekte olanlarını kurtarmaya gayret ediyor.
Ama ne fayda ve ne kadar başarı?
Zira gelenler büyük kalabalıklar, gayret edenler ise ne kadar yetersiz.
Tabiî ki bataklık kurutulmazsa ateşe giden biter mi hiç?
İÇLER ACISI
Bugün içler acısı bir durumdayız. O kadar bağıran var ama ne gariptir ki duyan yok. Adamın eşi kaçıyor bir başkasıyla cezası yok. Sevgili bulduysa ayıp sayılmayacak konuma getiriliyor neredeyse. Küçük yaşta evlendiyse kocası hapse atılıyor ama ‘gönüllü’ zina yaptıysa sıkıntı yok. Fakat yabancı ülkeler evlilik yaşını aşağı çekiyor.
Aman ya Rabbi! Şimdi bakın bunun dehşet verici sonucuna.
İbn-i Cündeb demiştir ki:
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem sabah namazını kılınca yüzüyle bize döner ve: Bu gece sizden kim rü’ya gördü, diye sorar, idi. Birisi rü’yâsını Rasûl-i Ekrem’e hikâye ederdi. O (s.a.v.) de o kimsenin rü’yâsını tâbir ederdi.
Yine bir gün bize sordu:
-“ Sizden rü’ya gören var mıdır?” buyurdu. Biz:
-“ Hayır, yoktur” dedik. Rasûl-i Ekrem:
-“ Bu gece ben bir rü’yâ, gördüm,” buyurdu:
Gördüm ki, iki melek bana geldi. Bunlar iki elimi tutup beni düz bir dama çıkardılar. Orada bir kimse oturuyordu, diğer bir adam da ayakta duruyordu. Elinde demirden çatal bir kanca vardı. Ayaktaki adam bu çatal kancayı oturanın ağzının sağ tarafına, tâ kafasına kadar sokuyor ve ağzın bu kısmını parçalıyordu. Sonra bu adam ağzın diğer tarafını da bu şekilde tahrîb ediyordu. Bu sırada ağzın sağ kısmı iyi olmuş bulunuyordu. Bu defa da buraya dönüyor, yine kancayı sokup parçalıyordu. Bu meleklere ben:
-“Bu adam kimdir ve bu hal nedir?” dedim. Melekler:
-“Hiç sorma, ileri yürü!” dediler. Birlikte ileri gittik. Nihâyet arka üstü yatmış bir adamın yanına geldik. Bunun başucunda da bir adam oturmuş, elinde yumruk şeklinde bir taş. Bununla yatan adamın başını kırıyordu. Taşı başına her vurduğunda, taş yuvarlanıp gidiyordu. O adam da arkasından taşı almağa koşuyordu. O dönüp gelmeden bunun başı iyi oluyor, eski haline dönüyordu. O adam dönüp gelince yine başına vurup eziyordu. Bu meleklere ben sordum.
-“ Bu adam kimdir? Melekler:
-“ Hiç sorma, ileri yürü” dediler. İleri gittik. Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Bu deliğin altında ateş yanıyordu. Ateş, alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar da yükseliyor, hatta (delikten) çıkmağa yaklaşıyorlardı. Ateşin alevi sakinleştikçe de aşağı dönüyorlardı. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlar vardı. Bu iki meleğe ben:
-“Bunlar kimdir, diye sordum. Melekler bana:
-“Hiç sorma, ileri git!” dediler. Yürüdük, tâ ki kandan bir nehrin içinde ayakta bir adam dikiliyordu. Bu nehrin kenarında da bir adam duruyordu. Önünde nar gibi “yuvarlak” taşlar bulunuyordu. Nehirdeki adam yüzerek sâhile doğru gelip çıkmak isteyince sahildeki adam çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine iâde ediyordu. Çıkmak için sâhile doğru gelmeğe teşebbüs ettikçe, sahildeki, hemen çenesine bir taş fırlatıyor, onu eski yerine gönderiyordu. Bu iki meleğe ben:
-“Bu nedir?” diye sordum. Melekler:
-“Sorma, ileri yürü!” dediler. Birlikte yürüdük. Yeşil bir bahçeye vardık. Bu bahçede büyük bir ağaç vardı. Bunun dibinde ihtiyar bir adamla birtakım çocuklar bulunuyordu. Bu ağaca yakın bir tarafta da, birisi, önünde ateş yakmakla meşguldü. Melekler benimle bu ağaca çıktılar. Beni bir eve koydular ki, ben bundan güzel bir ev görmedim. Burada ihtiyar, genç birtakım erkekler, kadınlarla çocuklar vardı. Sonra melekler beni buradan çıkardılar. Benimle ağaca yukarı çıktılar ve beni eskisinden daha güzel ve daha kıymetli bir eve koydular. Burada da ihtiyarlar, gençler vardı. Meleklere:
-“Beni bu gece -iyi- gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildiriniz!” dedim. Melekler:
-Evet, dediler: Hani şu ağzı parçalandığını gördüğün kimse yok mu? Bu bir yalancı idi, o, dünyada daima yalan söylerdi. Bunun neşrettiği yalan âfâka yayılırdı. İşte bu yalancı kıyâmet gününe kadar bu şekilde azâb olunacaktır.
-Hani şu başı ezildiğini gördüğün adam da yok mu: Cenab-ı Hak bunun Kur’an öğrenmesine hidayet etmiş de bütün gece uyku uyumuş, gündüz de Kur’an ile amel etmemişti. Bu da yevm-i kıyâmete kadar bu şekilde, azâb edilecektir.
-Hani o delik içinde gördüğün çıplaklar yok mu? Bunlar da bir alay zânilerdir.
-Nehirde gördüğün de faiz yiyen haramkârlardır.
-Ağacın dibindeki ihtiyar, İbrâhim (Halil aleyhi’s-selâm)’dır. İbrahim’in etrafındaki çocuklar da insan evladıdır! O ateş yakan Cehennem’in bekçisi olan “Mâlik”tir. Girdiğin birinci ev, bütün mü’minlerin -müşterek- köşküdür. İkinci gördüğün saray da şühedâ sarayıdır. Ben Cibril’im, bu da –kardeşim- Mikâil’dir. Yâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, başını yukarı kaldır,-dedi-. Başımı kaldırdım, ne göreyim? Yukarıda beyaz bayrak misali bir bulut. Melekler:
-“İşte burası senin makâmındır,” dediler. Ben: “ Beni bırakınız, şu makamıma gideyim!” dedim. Melekler: “Hayır daha senin tamamlamadığın bâki ömrün vardır. Onu ne vakit tamamlarsan, o zaman menziline gelirsin!” dediler. (Sahih-i Buhari, Tecr. Sar. Terc. 4/597. D İ B. Yay.)
RABBİMİZ İBRET ALMAYI NASİP ETSİN
İşte yalanın ve yalancılığın sonu…
İşte Allah’ın ilim verdiği kişinin, amel etmemesinin acı neticesi…
Ve zanîlerle, faizcilerin korkunç sonları.
Rabbimiz bizlere şuur versin ve bu âkıbetlerden ders almayı nasîb eylesin.
Günahlardan kaçınmak ve ibadete devam etmek insanı, böylesi kötü sonuçlardan koruyacak ve güzel bir mükâfata ulaştıracaktır. Yeter ki “dinleyici ve itaat edici” olalım…