Zıddına dönüşmek

Abone Ol

Tarih birçok defa toplumların ya da bireylerin zıddına hatta düşmanına, zalimine dönüşebildiğini gösterdi.

“Bu nasıl olabildi” diyerek hayretle karşılayanların aslında bu tarihi hakikate de yabancı olduğunu ifade etmek isterim.

“Madem zıddımıza dönüşecektik, bunca acıyı neden çektik” sözünü de bu minvalde hatırlıyorum.

Bu durumun sebebini en başından ifade etmek isterim.

İnsanlar en büyük enerjilerini, rakiplerini ve zulmedenlerini anlamak için harcarlar.

Bu çaba, belirli bir süre sonra farkına varmadan anlamaya çalışanın, anlamaya çalıştığına dönüşmeye başlamasıyla kendini gösterir.

Zalimiyle, düşmanıyla empati geliştirir ve onun kullandığı yöntemleri bu defa da kendisi, kendinden zayıf olanlarda uygulamaya ve bir anlamda uğradıklarının hesabını sormaya yönelir.

Bir empati kurma durumu olan Stockholm sendromunda da kısmen aynı mantık işler.

Hitler Almanya’sının Yahudilere yaptığı soykırımı, Dreyfus hadisesini, Kişinev olaylarını hatırlayın.

Normal koşullarda böyle bir zulme uğramış toplumun, Filistin’de yaptığı zulümleri yapma ihtimalinin bile olmaması gerekirdi.

Fakat özellikle Siyonist Yahudi anlayışının başta akademik temsilcileri olmak üzere bu konuyu anlama, neden zulme uğradıklarını keşfetme çabası, zaman içinde bir benzeşmeyi getirdi.

Alexis de Tocqueville toplumların, “hareket hazzı hastalığı”na yakalanabileceğini ifade eder.

Bu hastalığa kapılan toplumlar, meselelerini zor kullanarak kolayca çözdüğünü fark edince artık düzeni bir tarafa bırakır ve şiddeti, bir yöntem olarak kullanmaya başlarlar.

Kazanamayan, haksızlığa uğradığına inanan siyasi partilerin, ideolojik grupların da zaman zaman ve şaşırtıcı bir zeminde zıddına dönüşebildiğine şahit olabiliyoruz.

Yenildiği ya da haksızlığa uğradığı rakibine çok kafa yoran partililer ya da ideologlar, belirli bir süre sonra zıddıyla bir empati geliştirip “evet ben de onun gibi olabilirim” düşüncesini sorgulamaya başlıyorlar.

Haksızlığa uğrayanın, zulüm görenin öğrendiği şiddet yöntemleri, yenileri de eklenerek çoğu zaman çok farklı taraflara yönelir ve başka zayıfları kurban olarak seçer.

Ailesinde şiddet gören bir çocuğun da şiddeti ilk öğrendiği ve anlamak için en çok kafa yorduğu yer ailesidir; travmaların da eşliğinde.

Bu sebeple, toplumda şiddet üreten bireylerin hayatından bir aile trajedisi çıkması bir tesadüf değildir.

Elbette çok yüce gönüllülükle, gördüğü şiddeti bir “merhamet abidesi” olarak yansıtanlar da vardır.

Fakat çoğu kez yaralanmış bilinçlerin tercihi öç alma yönünde geliştiği için rakibinin ya da düşmanının zalimliğini taklit ederler.

Kendilerince adaletin bu şekilde sağlanacağına hükmederler.

Fakat bu yöntem çok büyük bir şiddet döngüsü üretir ve huzuru, bulunduğu her yerden kovar.

Zulme uğrayanın gözünü kör eden öç alma isteği, zaliminin ürettiği şiddetin en başta kendi liderini yediğini bile göremez olur.

Hitler’i yok eden şiddet, hangi “hareket hazzı hastalığı”nın sonucuydu?

İlerleyen her hastalık gibi o da sonunda taşıyıcısının hayatına mal oldu…

“Zulüm ile abâd olanın ahiri berbat olur”ken, zalimi değil, hakikati anlamaya çalışmak, gerçek bir kurtarıcı olacaktır…