Kadir Usta ilerlemiş yaşına rağmen elektrikli ev aletleri teknik servisi olarak hâlâ hizmet vermeye devam ediyor. Ustayı dükkânında bulamazsanız, kapıdaki zili çalarak ona üst kattaki evinden ulaşabilirsiniz. Kapıda bir de iletişim telefonları asılmış. Yani ustaya ulaşamama şansınız yok gibi! Hadi oldu da ulaşamadınız. O zaman çözüm hazır; kapıdaki yönergede aynen şunlar yazıyor: “Lütfen getirdiğiniz eşyayı arkanızda gördüğünüz çelik dolapların içerisine koyunuz. Eşyanızın boyu yüksek ise büyük dolaba koymayı seçiniz. Fakat eşyanızı koyduktan sonra açık olan asma kilidi kilitlemeyi unutmayınız kamera ve alarm var ama yine de hırsızlar çalabilir!” Kadir Usta bugünlerde epey dertli! Çünkü yetiştirecek çırak bulamıyor. Hâlbuki eskiden çırak olmak isteyenlerin isimlerini deftere yazarmış ve sırası geleni çağırırmış.
Ayakkabı imalatçılar çarşısını ziyaret ettiğimde de ustalar çırak bulamadıklarından dert yanıyordu. Aynı derdi sanayide otomobil servisi hizmeti veren Kargılı Osman Usta’dan da işittim: “Hocam maalesef çalıştıracak çırak bulamıyoruz. Herkes rahat ve lüks içinde yaşamaya, kısa yoldan köşeyi dönmeye, ya da devlet memuru olmaya kafayı takmış vaziyette.” Köylerde çekirdekten yetişen iyi çoban bulmak da hayal oldu. Köylü çocukları şehirde yaşamak için can atıyor.
Sizlere şimdi ezber bozan bir çocuktan bahsedeceğim; zeki ve tutkulu bir köylü çocuğunun hikâyesinden. Ardahan’ın Denge köyünde dünyaya gelen 11 çocuklu bir ailenin en küçüğü. Babasının zeki bir insan olduğunu, “kullandığı eşyaları düzenli olarak yerleştirdiğini ve aradığında gözü kapalı olsa bile bulduğunu öğrendiğimizde” anlıyoruz. Bu çocuk ilkokula gittiğinde parlak zekâsıyla öğretmenlerinin dikkatini çekmiş. Öğretmenlerinin babasını ikna etmesiyle sınıf yükseltme imtihanlarına alınmış ve 2. sınıftan önce 5. sınıfa yükseltilmiş ve sonra babasının yerinde itirazıyla 4. sınıfa düşürülmüş. Bu zeki çocuk İlkokulu bitirdiğinde annesini ve babasını kaybetmiş. Böylece İstanbul’da yaşayan abisinin yanına getirilmiş. Abisi ne olmak istersin diye sorduğunda, “çırak olacağım” demiş. Arabalara meraklı olan bu zeki genç, abisi tarafından bir otomobil tamir ustasına boğaz tokluğuna çalışmak kaydıyla ve “Eti senin kemiği benim” denilerek teslim edilmiş. Fakat meslek öğrenmesi kaydı ve şartıyla! Kendi ifadesiyle, “zor geçen yıllar ve yenilen tonlarca dayaktan sonra” bu zeki ve tutkulu çocuk, atölyede köşe, bucak saklanarak icatlar yapmaya başlamış. Ustalarından dayak yemesine rağmen usta hakkı diye asla saygısızlık yapmamış. Hatta ustalarını dövebilmek için çocuk aklıyla tekvando öğrenmiş fakat hiçbir ustasına saygısından el kaldırmamış. Bunun yerine şampiyonluklar kazanmış. Ustaları bir gün bu mucit çocuktan bıkıp usandığı için dükkândan kovmuş.
Erbakan Malkoç adındaki bu çocuk işinden kovulduğunda henüz 13-14 yaşlarındaymış. Aynı gün Yeşilköy’deki bir tanıdığı 20 metrekare büyüklüğündeki dükkânını ona devretmiş. Erbakan bu dükkânda askere gidene kadar çalışıp ve kaliteli ve orijinal işler yapmış. Bu nedenle lüks araçlar kapısında kuyruğa giriyormuş. Askere giderken dükkânını abilerine bırakmış fakat döndüğünde dükkânın yerinde yeller estiğini görmüş. İşe kaldığı yerden yeniden başlamış. Askerde iken komutanının arabasının çalan alarmını kimseler susturamayınca Erbakan 3 dakikada susturmuş. O günden sonra bütün komutanlarının araçlarını dizayn edip hem iyi para kazanmış hem de fakir olan asker arkadaşlarına harçlık vermiş.
Erbakan Malkoç bugün Avrupa tasarım ödülünü kazanan ünlü bir tasarımcı. Bir fabrikası var ve yanında yüzlerce insan ekmek yiyor. Üniversitelerde girişimcilik dersleri veriyor ve “ben patron değil bir liderim” diyor. Zeki ve tutkulu çocukları keşfetmek ve yetiştirmek için Erbakan Malkoç’un hayatından öğreneceğimiz çok şey var.