Zekât, infak ve sadakayla terbiye edilemeyen madde ve biz!

Abone Ol

Şu bir gerçek ki, varoluş sebebini unutan insanoğlu, zamanla yok oluşa doğru kürek çekmeye başlıyor.

Hem de her alanda koro halinde bunu yapıyor.

Öyle ya, insan etkilenen bir varlıktır!

Bizim dilimizle mahalle baskısına boyun eğiyor.

Yaşadığımız asır bunun en açık örneği.

Kendine yabancılaşmayla beraber, büyük bir zihin kirlenmesi yaşıyor.

Bu durum tabiri caizse, zamanla tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa dönüşüyor.

Ancak daha acı olanı ise, Kur’an ile hemhal olan bu çağın Müslümanları bile, İslam’ın “Rabbimiz! Bize dünyada iyiliği, ahirette de iyiliği ver!…” emrini, sadece söylemde bırakarak “Benim memleketim yalnız bu dünyadır” diyen materyalizme paralel bir hayat sürüyor.

Konfor, lüks ve israf, giderek derin bir girdap haline geliyor.

Bu gidişat, zekât, infak ve sadakayla terbiye edilemeyen madde, Müslümanların elinde giderek büyük bir canavara dönüşmektedir.

Kaç gündür elimde, FightClube/ Dövüş Kulübü ve Truman Show filmlerini mercek altına alan Ali Osman Aydın’ın “Mayın Tarlasında Cola’sına Maç” kitabı var.

Yazar, çağımızın en büyük veba hastalığı olan ve her gün insanlığımızı biraz daha zayıflatıp bizi giderek yokluğa ve yoksulluğa sürükleyen kapitalizmi anlatıyor.

Geçenlerde bir dostumla konuşurken, “Ben bu çağın insanlarının Allah’a gerçek manada inanmadıklarını, sadece Allah’ın var olduğunu bildiklerini ve onun varlığını sadece inkar etmediklerini” söylemiştim.

Dostum da bana, “Hayır öyle değil; bu çağın insanları Allah’a da ölüme de inanıyorlar ancak dirilişe tam olarak inanmıyorlar.”

“Dirilişe inanmak apayrı bir şeydir” deyiverdi ve ekledi: “Çünkü diriliş, hesap vermedir. Hesap vereceğinin farkında olanlar adımlarını denk atarlar.”

Ve gerçekten de doğuşumuzla birlikte yaşamımızın takvimini oluşturan kronometreye basılmış, zaman hepimizin farkında olmadan 1’den 2, 3, 4’e doğru değil, tam tersi istikametine, 4, 3, 2, 1’e doğru akıyor.

Gerçekten de giderek tükeniyoruz.

Kapitalist sistemlerin içinde insan, ürünler dünyasının bir objesi haline gelmiş.

Yazarın dediği gibi: “Bilmem ne dergilerin yerini şimdi ürün katalogları almış durumda.”

Bu kahrolası bunalım çağından çıkmak için maddeye sarılan insan, daha karanlık bir dehlize doğru sürükleniyor.

İnsanlıkla birlikte kendini de kaybediyor insan!

Bu çetrefilli ve yeniden yorumlayama muhtaç dünyada Müslümanın yeniden durup düşünmesi gerekiyor.

Modern hayatın oluşturduğu boşluğu maneviyatla doldurmaya yanaşmayan insan, çareyi başka başka şeylerde arıyor.

Huzur ve kurtuluşun adresi, ıssız yerler ve yalnızlık olarak gösteriliyor.

Diğer taraftan, erkeklerin soysuzlaştırıp yozlaştırıldığı, kadınların annelik ve kadınlık ruhlarının tarumar edildiği, aile hayatlarının tamamen ortadan kaldırıldığı, diriliş ve hesap diye bir derdi olmayan Avrupa, Müslüman toplumları zihnen kirletmeye ve zehirlemeye devam ediyor.

Kırmızı ve kalın hiçbir çizgisi olamayan bu kokuşmuş Avrupa medeniyeti, tabiri caizse kendisiyle beraber tüm dünyayı da yok oluşa doğru sürüklüyor.

İslam coğrafyasında yaşayan bu durum pek de hayra alamet olarak görünmüyor.

Dahası, son 50-60 yıldır İslam coğrafyası, başta Seyyid Kutub, Mevdudi, Aliya İzzetbegoviç, Cemil Meriç, Sezai Karakoç gibi düşünürler ne yazık ki artık yetiştiremiyor.

Düşünce ve zihni İslamlaşmayan bir toplumun hal ve eylemlerinin İslamlaşması da beklenemez.

Bu dönüşüm eksiye doğru devam ediyor!

Bilmem fakında mısınız?