Batı/l’nın muharref dinlerinden mülhem yüzleri dünyaya dönükken, Doğu’nun peygamberler coğrafyası olması hasebiyle yüzü ukbaya dönüktür.
Dünyalık kaygılar maddeye hâkimiyeti, gücü, hükmetmeyi, sömürmeyi esas alırken, ahiret bilinci bir cennet tahayyülü ile adalet, merhamet, şefkat, kardeşlik, tefekkür ve teslimiyeti işaret eder.
Dünyaya hakim olma hırsı insanın insanı satın alabilme, güçlünün güçsüzü metalaştırma, haksızın haklıyı yetkileriyle sömürmeyi “hak-hukuk- eşitlik-demokrasi- insanlık!” için teraneleriyle yasalaştırırken, Müslümanlar Vahyi İlahi yasalarıyla ilkin kendi nefsini sonra bağ kurduğu her bir kişiyi maddeden ve bağımlılıktan azat eder.
İşte bu iki ayrı yol ve yordamdan sebeptir insanlık var olduğundan beridir Hakk ile Batıl arasındaki bitimsiz çekişme…
Dilleri ayrıdır, dinleri ayrı…
Söyledikleri ile eyledikleri ayasındaki uçuruma dinleri ruhsat verir çünkü…
Yöntemleri ayrıdır, uygulamaları ayrı…
Hak gözetir görünüp sömürmeyi haktan zannettiklerindendir bu farklılıkları.
Var oluş gayeleri ayrıdır, yok oluşları farklı…
Dünyaya hükmetme hırsı ve güç bağımlılıkları, Tanrıya meydan okuma gayesine dönüşürken, yok oluşları süfli bir kayboluştur…
Batı/l’ın vermek, bölüşmek, paylaşmak, çare olmak, çözüm üretmek üzerine değildir belirledikleri yol haritası… Hakk ehli ise tamda bunun için yaratıldığının farkındalığıyla kulluk makamına kıymet verir.
İşte bundandır ki, Batı/l otoriteler için var edilmiş her bir şey, her bir insan teki, alınıp satılabilir bir nesne kimliğinde kabul görür.
Söz konusu, dünyaya hükmetme hırsına, tanrıya meydan okuma küstahlığına sahip Batı’l otorite; yeryüzü kaynaklarını, insanlığı sömürmeyi kendini ayrıştırdığı ve üstün kıldığı “ari ırk” markası üzerinden gerçekleştirirken, yine kendini haklı ve imtiyazlı addeder.
Böylece ruhsat sahibi olur, her bir meta ve her bir insanı sömürmekte. İnsanın zekası, emeği, bedeni bir nevi enerji modülü hükmündedir onlar için. Kullanılır, tüketilir, bitirilir ve elle tutulur, gözle görülür bir değer bırakmaksızın kendi hizmetlerine sunulur. İşte kadın bu mantalitenin mağdurudur aslında!
Batıl otoritelerce, kadının özgürleştirilmesi, seçme, seçilme hakkının tahsis edilmesi imtiyazının tanınmasının bedeli, kadın görünürde ve gizli her ne barındırıyorsa kendisinden tamamının tahsil edilmek istenmesi içindir.
Batıl için, kadının güzelli vitrinel, naifliği, saflığı görevlendirilmeye, narinliği kullanılmaya uygun, kırılganlığı tahrifata ve güç denemelerine müsait, zaafları estetik, moda, aksesuar sektörlerinden rant devşirmek için bulunmaz fırsat olarak kabul gördüğünden tüm dünya kadınları sömürülmeye en müsait bir pazardır.
Bunun ayırdına varamayan kadın, özgürleşme pahasına tüm varlığının ipotekleneceğinden habersiz değişip dönüşmeye, Doğululuğu kompleks haline getirerek sahip olduğu muhteşem değerlere sırt dönmeye gönüllü olur.
Var Eden’in kendisini muhteşem vasıflarla yarattığını, inanç sistemiyle kendisine hakların tanındığını ve tüm yasa ve hakların fıtratıyla uygunluk arz ettiğini bilen kadınlar ise bu şekilde eşyalaştırılmaktan imtina eder.
Bu gerçekliğin farkına varan kadın, yaratılış kodlarındaki cevherden haberdar olan kadındır. O cevher ki, bulunduğu alanda “zarafet mektebi” olma yetkisini ihdas eder kendisine…
Ve kadın her neredeyse, bu farkındalıkla kendi kıymetini anladığında, kendisine bahşedilmiş melekeler ve vasıflarla hayatı dizayn edebilir. Anne iken evlatlarını, eş olunca erkeğini, iş sahibi olunca çalışanını, komşu olunca muhataplarının zihnine, kalbine ve ruhuna zarafetini nakşedebilir.
Ve dünya; şu anda seyrettiğimiz kadar hoyrat ve tedirgin edici olmaktan çıkıp insanı kadını ve erkeği ile imkânlardan istifade edilmiş kocaman bir okul haline gelebilir.
İş ki kadın, binalarla sınırlandırılmayacak, sınıflara bölünmeyecek, koridorlarla dolaştırılmayacak kadar özgün, özel ve neticesi ibadet olacak, toplum için “Zarafet Mektebi” banisi olduğunu fark etsin ve anlasın!