Diplomasi, dini fanatizmden ve ideolojiden uzak kaldığı müddetçe işlerlik kazanabilir ve sorunlara makul çözümler üretebilir. Aksi halde ne müzakere süreci ne de müzakerelerde esneklik gösterme imkânı oluşur. Bu durum uluslararası ilişkileri kopma noktasına; devletleri de savaşa sürükler. Çünkü diplomasi çarkı durmuştur.
Bugün İsrail ve Amerika kendi arzuladıkları çözümü Filistinlilere dikte ederek, diplomasinin ruhuna ağır darbe vurdular. Böylece Filistin topraklarının tamamını silah ya da siyasi baskı yoluyla ele geçirme niyetlerini açık ettiler. Bu uğurda güç politikasının tüm ilkelerini kullanmaktan geri durmayacaklarını duyurdular. Yetmedi, Filistinlileri küstahlıkla sindirmeyi diplomatik bir zafer olarak dünya kamuoyuna takdim ettiler.
Peki, İsrail bu hukuk tanımayan gücü nereden alıyor? Bu gücün arkasında, Amerika’da etkin bir güce sahip Yahudi Lobisi, ABD ile olan güçlü ittifak, uluslararası medya ve finans çevreleriyle kurulmuş sıkı ilişkiler ve bir de Filistin’in sahipsizliği bulunuyor.
İsrail, inandığı yolda kararlı bir şekilde yürüyor. Hukuksuzluğunu ve yürüttüğü silahlı mücadeleyi terörizm ile manipüle ediyor. Nihayetinde Filistin’i sistemli bir şekilde istila ediyor. Filistin topraklarına gönderilen yardımlara müsaade etmiyor, bu topraklara ambargo ve abluka uyguluyor. Buraları istikrarsızlaştırarak üretimin durgunlaşmasına, tarımın verimsizleşmesine, sağlık ve eğitim sisteminin çökmesine, altyapının altüst olmasına neden oluyor. Bunlar yetmezmiş gibi, zor durumdaki korumasız fakir insanların evlerini yıkıyor, topraklarına zorla el koyuyor. Ardından bu mülkleri Yahudi göçmenlere dağıtarak, kendine ait yeni yerleşimler kuruyor.
Sözün kısası, Filistin’i Birleşmiş Milletler’in ve dünya kamuoyunun gözü önünde önce yağmalıyor sonra istila ediyor. Arap ve Müslüman ülkeler biçare! Batılı Hıristiyan ülkeler, Yahudi Soykırımı’nın ağır yükünden sağır ve dilsiz.
Yahudiler ise tarihi bir paradoks yaşıyor. Avrupalılardan gördükleri aşağılanmayı, dışlanmayı ve şiddeti ne başka bir milletten görmüşlerdir ne de görmeleri muhtemeldir. Şiddete en çok maruz kalmış bir millet olarak güç kullanmaya, zorbalığa ve zulme karşı olacakları yerde komşularına karşı şiddete başvurmaları ve onları haritadan silmeye kalkışmaları, tarihin kaydettiği en büyük çelişkidir.
İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü acımasız ve yok edici savaşı gördükçe, Yahudilere uygulanan onur kırıcı soykırımdan, hiçbir ders almadıkları anlaşılıyor. Hâlbuki mazlumun ahının yerde kalmayacağını en iyi Yahudiler bilir.
Ortadoğu’ya barış getirme vaadiyle ABD tarafından sunulan “Yüzyılın Anlaşması” dünya genelinde kabul görmedi. Zira planın, İsrail’in daha fazla Filistin toprağını ilhak etmesinden başka bir amacı olmadığı açık bir şekilde görülüyor. ABD’nin yaptığı, İsrail’i yatıştırmak için zayıf Filistin’in sırtından taviz vermektir. Bu yöntemle kalıcı bir çözüme ulaşmak mümkün değildir.
Başlangıçta büyük bir diplomatik zafer gibi sunulsa da yatıştırma politikalarının dünyayı büyük bir felakete sürüklemekten başka bir işe yaramayacağına tarih şahittir. Kaldı kihaksız ve saldırgan ülkelere verilen tavizler ancak büyük trajedilere kapı aralar.