Yüzleşme ve çözülme üzerine “Sesli” bir yazı

Abone Ol

Bu satırları yazarken diğer odada haberleri dinleyen annem ahu zar ediyor. Rabbimden İsrail’in kahrolmasını istiyor. Zaman zaman ya Kahhar, ya Kahhar diye sesini yükseltiyor. İlkokul mezunu annem ne çok şeyin farkında diyorum. Telefonuma aralıksız mesajlar geliyor. Bizim mahallenin çocukları Türkiye’nin her yerinden mesaj atıyor. Cumadan sonra toplanıyoruz. Bu ülkem insanının duyarlılığı, ayağa kalkamasa da sürekli kıpırdanışı hep umudum olmuştur. Heyecanım olmuştur.

Dünyaya kulak kabarttıkça üzüleceğim şeylerin fazlalığı karşısında bocalıyorum. Garip ama bazen sıraya koymaya çalışıyorum. En çok hangisine üzülmeliyim diye. Dünyanın her yerinden eksilmeyen sürekli artan bir inilti geliyor. Büyük kısmı İslam topraklarında olmak üzere kanlı, adaletsiz bir savaşın ortasında kaldığımın farkındayım.

Zulümlerin karşısında çaresiz kalmış milyonlarca mazlumdan hangisine koşacağımızı bilmiyoruz. Allah bu ülkeye ve vicdanını kaybetmemiş bu millete zeval vermesin diyorum. Belki her şeye yetemiyoruz ama şimdilik mazlum coğrafyaların can suyu olabiliyoruz. En önemlisi benim sesimi kendi sesine katıp çoğaltan ve dünyanın yüzüne bunu haykıran bir liderimiz var. Belki önceliklerimden dolayı, yapılan hizmetler ve ya ekonomik kalkınmadan çok bunun için bu liderin peşinden nefesim kesilinceye kadar koşuyorum. Koşacağım. Bu fani dünyada bütün ölçülebilir maddi değerler, sayılar, mekân ve eşya yok olacak biliyorum. Geride kalan o “ses” olacak. Sesimiz olacak. Hani Kafkas dağlarında hala yankılanan Şamil’in sesi gibi, Aliya’nın sesi gibi…

“Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”

Söze buradan devam etmek istiyorum. İsrail’in yaptığı artık bizi şaşırtmıyor. Onun ve dünyadaki diasporasının neler yapabileceği konusundaki tecrübemiz her türlü alçaklığı beklememize yeterlidir. Biliyor ki ne yaparsa yapsın arkasında duracak dev güçler(!) var. Oysa biz iman edenler için Allah’ın gücünden büyük hiçbir güç yoktur. Yine biliyoruz ki bu dünya da her şey bir sınavdan ibarettir. Tam da burada İslam dünyasının kocaman bir aynaya bakması gerekiyor. Bu yüzleşme olmaz ise çözülme kaçınılmaz olacaktır.

Çok yazılan şeyleri burada tekrar etmek istemiyorum. Üzüleceğim şeyleri sıralıyorum bazen demiştim ya burada İsrail’in yaptıklarından çok İslam dünyasının haline üzüldüğümü söyleyebilirim. Sadece TÜRKİYE’nin sesi çıkıyor. Olup bitenlere karşı milletine yakışır, yalnız ama vicdanlı bir “ses” sadece bu topraklardan yükseliyor. Geride kalanların durumu ise içler acısı…

Filistin sorunu üzerinden halklarını kullanan, çözümsüzlükten medet uman samimiyetsiz ve işbirlikçi Ortadoğu rejimlerini insanlık vicdanı hiçbir zaman affetmeyecektir. Emperyalist güçlerin politik çıkarları doğrultusunda hareket ederek kendi haklarını savunmasız bırakan bu rejimlerin işlediği suçlar İsrail’in işlediği suçlardan çok farklı değildir. İslam toplumlarını egemenlerin kucağına itenler, ateşe atanlar tarihin karanlık sayfalarında yerlerini alacaklardır. Ancak keşke bu saydıklarımla bitse, günün birinde bir başka baharı beklerdik.

“Hiç akıl etmez misiniz?”

Hayır etmiyorlar. Bin bir fırkaya bölündüler. Allahu Ekber diyerek öldürüyorlar. Allahu Ekber diye kadınların çocukların üzerine bombalar atıyorlar. Kahrolsun İsrail diye bağıranlar İsrail’i değil kendi halkını vuruyor. Kahrolsun Emperyalizm diyenler, emperyalistleri değil mazlumları vuruyor. Sonra da bizler oturup felsefe yapıyoruz. Batının ve Siyonizm’in bunları nasıl örgütlediğini, tezgâhladığını konuşuyoruz. Konuştuğumuzu bir daha dinleyelim. Neden bahsediyoruz “Müslüman Kuklalardan” Müslüman kukla olur mu kardeşim? İman sahibi akılsız olur mu kardeşim?

İçeride ve dışarıda İslam referansıyla konuşan herkese sesleniyorum, eğer ki hala fırka fırka amipler gibi bölünerek çoğalıyorsanız, bırakın bunu benim gibi yorumlayanlar daha doğru diye kendinizi ayrıştırıyor ve üstün görmeye başladıysanız, diğer kardeşinizi yaftalamaktan çekinmiyorsanız, aklınızı başkalarına kiraya veriyorsanız bu zulmün nedenlerinden biri siz siniz demektir. Mescid-i Aksa’nın girişine konan detektör kapıyı, önce siz kardeşleriniz için beyninizde oluşturdunuz. Haşa diğer Müslümanlar girmesin diye cennetin kapısına koydunuz. Farkında bile değilsiniz.

Her şey bir şeyle, bir şey her şeyle ilgilidir.

Fikri özgürlük olmadan, fiziki özgürlükler gerçekleşemez. Batı medeniyeti dediğimiz şey sanırım bunu becerdi. Beyinlerimizi ve düşünme biçimimizi ele geçirdi. Oysa Müslümanlar birlik olabilse, ayrışmasa, başka ayak izlerine takılmadan rabbinin yolunda dosdoğru gitse, hiçbir oyun, hiçbir tezgâh bize tesir etmeyecektir. Sadece akıl edebilsek, yeter…