Üç aydır şehitlerin hayat öykülerini çalışıyorum.
Çok özel şahitliklere şahit oluyorum, çok güzel rüyalara uyanıyorum.
Adı konulmamış bir ‘maya’mız varmış meğer; hayretle görüyorum.
Artık anladım ki, şehitlik herkese kısmet değil.
Şahit olarak yaşayana nasip oluyor şehit olarak ölmek.
Kalıbımı koyarak söylüyorum ki, kurşunların hiçbiri rastgele gitmemiş o gece.
Ardı sıra, onurlu bir sessizlik bıraktı şehitlerimiz.
Yakınlarının sessizliği ise bu milletin yüreğindeki imanın kavgacı, yaftacı, üstenci, ötekileştirici ekran uzmanlarının diline değmeyecek kadar değerli ve mahrem. Âh, bir utanmayı bilseler!
Anne, baba, evlat, eş…
Acıları terütaze olduğu halde, hüzünleri kan kırmızı olduğu halde, vakarla susuyorlar.
Çığırtkan değil hiçbiri; sahneye koşmamışlar, kameralarda görünme derdine düşmemişler.
Ne ‘Survivor’da yarışmak olmuş dertleri, ne izdivaç programı müdavimliğine heveslenmişler.
Yok yok; meşhur hocaların hurafe soslu, magazin kokulu reytingci programları da yetiştirmemiş onları.
Kalbi kalıbından büyük onların.
Olmayı görünmeye tercih etmiş isimsiz kahramanlar.
Sarhoşu bile sözüm ona ‘kâinat imamı’ndan ayık, uyanık, namuslu, şerefli.
Televizyona çıkıp da tartışan, birbiriyle boğuşan tiplere benzemiyorlar.
Su birikintisinde abdest almışlar; hasta olduğu halde, yarını hesap etmeden, sokağa fırlamışlar.
Evlatları ve eşleri, hiç bilmediğimiz ve hiç bilmediğimiz bir mahzun sevincin kahramanı onlar.
“Bizlere bu şerefi bağışladı Allah” diyor baba, “Allah verdi, Allah aldı!” deyip susuyor bir anne.
“Benim babam şehit!” deyip gözyaşını saklıyor çocuklar; şimdiden bilge olmuşlar.
“Bana ne!” demeyi bilmeyen, “Adam sen de…”cilere aldırış etmeyen ‘adam gibi adam’ kadınlar onlar.
Heykel soğukluğuyla gözümüze sokulan sahte kahramanlara benzemiyorlar.
Seslerini çok duyduğumuz, yüzlerini çok gördüğümüz, sızlanmalarıyla meşgul olduğumuz ünlü mamulleri andırmıyorlar.
İsimsiz ölüler içinde oğlunu aramak ne demek onu anlatıyor bir baba: “Allah’ım korktuğumuzu başımıza uğratma diyorum, morgdaki her dolabı açtığımda. Kan revan içinde cesetler. Sonunda, ‘ah be oğlum, seni burada mı bulacaktım’ diyorum, kucaklıyorum. Ağlamak gelmiyor aklıma.”
Vaktimizi almaktan korkuyorlar bizimle görüşürken; o kadar mahcuplar, o kadar nazikler.
Acılarının bir milleti yeniden doğurduğunu bilerek, Meryem’ce susuyorlar.
Sabrı ve metaneti aziz bir hatıra bilip kalbine gömüyor anneler.
Hüznünü ve hasretini evlatlarından saklayan kadınlar onlar.
“Çocuklarımın yanında ağlamıyorum” diyor bir anne,
“Çocukları okula gönderince…” der demez hıçkırıklara boğuluyor.
Vallahi, vıdı vıdı etmiyorlar, billahi reklam peşinde değiller.
Sessiz bir nehir gibi aramızda akmışlar; farkında değilmişiz.
Ne çok ukalalık etmişiz; ne çok küstahlık.
Utanmayı öğreniyorum yeni yeni; susuyorum.
İşte bu kadar!