ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, 3 Eylül 2018’de Atina’ya yaptığı ziyarette Yunan yetkililerden, ülkede daha fazla askeri üsse erişim ve Amerikan askerlerinin eğitimi için yeni olanaklar talep etti. Hatırlanacağı üzere, Ağustos ortalarında ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark Alexander Milley, benzer bir amaçla Güney Kıbrıs’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. ABD’nin hali hazırda Girit adasının kuzey batısındaki Suda Körfezi’nde bir deniz üssü ve Larissa Hava Üssü’nü kullanma yetkisi bulunuyor. Ayrıca ABD’nin 2013-2017 tarihleri arasında Kıbrıs’taki İngiliz Ağrotur askeri üssünü gizli bir şekilde kullandığı da ortaya çıktı. Dunford’un, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler dikkate alındığında Yunanistan’daki fırsatların oldukça kayda değer olduğu açıklamasını yapması, ABD’nin bu girişimdeki niyetini ortaya koymaktadır. ABD-Türkiye ve NATO-Türkiye arasında yaşanan güven bunalımının ABD’yi böyle bir strateji izlemeye yönelttiği belirtilmektedir. Tüm gelişmelere rağmen General Dunford’un, “Yunanistan ile ikili ilişkilerimiz hiçbir şekilde Türkiye pahasına değil” ifadelerine vurgu yapması, ABD’nin Soğuk Savaş Dönemi boyunca kilit bir rol oynanan müttefiki Türkiye’den bir çırpıda vazgeçmeyeceğini işaret etmesi bakımından önemlidir. Yine de sağlıklı bir analiz için bu yoruma “kısa vadede” şerhini düşmekte fayda vardır. Zira ABD, bölgenin en büyük oyun kurucu devleti olma vasfını hâlâ sürdürmektedir. Dahası CIA Başkanı Gina Haspel’in, teşkilatın yeni stratejisini açıklayan Eylül ayındaki konuşmasında ABD’ye rakip ulus devletlere karşı casusluk faaliyetlerine odaklanacaklarını ve bu çerçevede Arapça, Çince, Farsça ve Türkçe konuşan ajanlar istihdam edeceklerini belirtmesi, bu dillerin konuşulduğu ülkelere yönelik uzun soluklu projelerin yapılacağını işaret etmektedir.
Buna karşın Yunanistan tarafında beklentiler tarihi bir yöne kaymış bir vaziyettedir. Yunanlı yetkililer, Türkiye-ABD, Türkiye-AB, Türkiye-Suriye, Türkiye-İsrail ve Mısır arasındaki gerilimi, fırsata çevirerek Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırma siyasetini uygulamaya çalışmaktadırlar. 9 Ekim’de ABD Savunma Bakanı Jim Mattis ile ABD Savunma Bakanlığı’nda bir araya gelen Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos’un görüşme sonrasında, “ABD’nin yalnızca Suda Körfezi’nde değil, Larissa, Volos ve Dedeağaç’ta daha kalıcı bir şekilde askeri güç konuşlandırması Yunanistan için önemlidir” sözlerine yer vermesi Yunanistan’ın bu stratejisini ortaya koymaktadır. Yunanistan’ın kendini ve Güney Kıbrıs’ı askeri açıdan ABD’ye pazarlama siyasetinin altında, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz enerji kaynaklarını Girit üzerinden Avrupa’ya ulaştırmayı hedefleyen “East Med” boru hattı projesi yatmaktadır. Nitekim Yunanistan’ın buradaki hedefi, Doğu Akdeniz’deki doğalgazın Avrupa’ya ulaştırılmasında kilit ülke konumuna yükselmektir. Bu noktada ABD’nin Türkiye’ye karşı desteği ve Türkiye’nin yalnızlaştırılması önemli bir adım olacaktır.
Yunanlı yetkililerin ABD’ye alternatif üsler teklif ederek Türkiye’nin ABD nezdinde askeri stratejik değerini azalmaya çalışma girişimleri, Yunan hükümetlerinin eskimeyen bir politikası olan, “Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de çevrelenmesi” siyasetinin tarihsel bir yansımasıdır. Bu çerçevede Yunanistan’ın en büyük hedefi, Ege denizindeki hâkimiyetini perçinlemek için karasularını 12 mile çıkarmaktır. Bilindiği üzere iki ülkenin Ege denizindeki yetkileri 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasıyla tesis edilmiş ve karasuları sınırı her iki ülke için 3 deniz mili olarak belirlenmiştir. Buna rağmen Yunanistan, 8 Ekim 1936 tarihinde karasularını 6 deniz miline çıkararak Ege’nin yüzde 43,68’ini, yani yaklaşık yarısını egemenliği altına almıştır. Lozan Antlaşmasına aykırı olan bu duruma, o tarihlerde Türk-Yunan ilişkilerine hâkim olan olumlu hava nedeniyle Türkiye itiraz etmemiştir.
Türkiye bu derin sessizlikten ancak 1964 yılında Kıbrıs olaylarının baş göstermesiyle uyanabilmiştir. Yunanistan’ın Anadolu kıyılarına yakın adaları silahlandırma girişimleri ve Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin karasularını 6 deniz miline çıkarmasına yol açmıştır. Bu kararla birlikte, Ege’nin yaklaşık yüzde 7’lik bölümü Türk egemenliği kapsamına girmiştir.
1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin kıyıdaş ülkelere karasularını 12 deniz miline kadar ilan etme hakkı vermesi, Yunanistan’ın Ege’de yeniden iştahının kabarmasına imkân tanımıştır. Türkiye’nin taraf olmadığı ve hangi deniz alanlarında bu yetkinin kullanılabileceği tartışmalı olan bir konuda Yunan Parlamentosu, 1 Haziran 1995 tarihinde kendi stratejisine müsait bir vakitte, Ege’de karasularını 12 deniz miline çıkarma hakkını saklı tuttuğunu duyurdu. Böylesi bir genişlemenin ortaya çıkması, Yunanistan’ın Ege denizinin yaklaşık yüzde 72’sini egemenliği altına alması ve açık deniz alanının büyüklüğünün de yüzde 51’den yüzde 19’lara kadar daralması anlamına gelmektedir.
Eğer şartlar bu yönde gelişirse, söz konusu 12 deniz mili genişliğindeki alan içerisindeki tüm gemicilik, balıkçılık ve sondaj faaliyetleri Yunanistan’ın kontrolüne girecektir. TBMM, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milin ötesine çıkarması halinde, bu durumun savaş sebebi sayılacağını, 8 Haziran 1995 tarihinde almış olduğu kararla tüm dünyaya duyurarak konunun ciddiyetini muhataplarına iletmiştir.
Hal böyle iken Yunan hükümeti, Doğu Akdeniz’de İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan arasında AB ve ABD’nin desteğiyle oluşturulan ve Türkiye’yi çevrelemeye ve yalnızlığa itmeyi amaçlayan uluslararası politik atmosferi fırsata dönüştürmenin hedefiyle Ege denizindeki 12 mil konusunu tekrar uluslararası gündeme taşımıştır. Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Nikos Kocias 21 Ekim tarihinde görevini devrederken, Yunanistan’ın Ege denizinde karasularını 12 mile çıkarmaya hazır olduğunu duyurması ile fitili yeniden ateşledi. Açıklamalar ve gelişmeler titizlikle incelendiğinde, tartışmaların menzilinin, Doğu Akdeniz ve Ege’de Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının belirlenmesinde Türkiye’yi saf dışı etmek olduğu ileri sürülebilir. Böylece bir taraftan Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak Doğu Akdeniz ve Ege ile ilişkisi kesilecek, öte yandan da bu deniz alanlarını her türlü kontrol etme yetkisi Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın eline geçecektir. Diğer bir ifadeyle Lozan Antlaşması ile Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine çizilen çember daha da daraltılmış olacaktır.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Alexandros Genimatas, konuya ilişkin açıklamasında “Karasuları sınırlarının genişletilmesi uluslararası hukuka göre Yunanistan’ın kanuni ve vazgeçilmez bir hakkıdır. Karasularının genişletilmesinin kullanım hakkı istediği zaman ve gerek gördüğü zaman Yunanistan’ın elindedir. Yunanistan bu hakka sahiptir, başkaları ile müzakereye gerek yoktur” ifadelerine yer vermesi, Yunanistan’ın Lozan Antlaşması’na mugayir bir şekilde Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’deki münhasır ekonomik bölgesini ortadan kaldırmaya kararlı olduğunu gözler önüne sermektedir. Yaşanan gelişmelerden ve yapılan tartışmalardan üç sonuç çıkarmak mümkündür. Birincisi; Yunanistan’ın uluslararası hukuk şemsiyesi altında Türkiye’ye karşı yayılmacı siyasetini devam ettirdiği anlaşılmaktadır. İkincisi; Yunanistan 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmaları çerçevesinde yer alan boşlukları ve belirsizlikleri zaman içerisinde kendi lehine sonuçlandırmaya devam ederek, Ege’deki bazı ada ve kayalıkların aidiyetini ve deniz alanlarının sınırlarını “oldubittiye” getirmeye devam etmektedir. Üçüncüsü; Yunanistan 1947 yılında On İki Ada’yı bünyesine katmasından bu yana ilk kez ciddi bir şekilde Türkiye aleyhine siyasi bir genişlemeye hazırlanmaktadır.