Rum Yönetimi’nin, Türk kıta sahanlığı sınırları ile Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarını ihlal eden tek yanlı ruhsatlandırma ve petrol ve gaz araştırmalarına başlamasıyla Doğu Akdeniz’de alevlenen kriz, her geçen gün büyüyerek devam ediyor.
Rum Yönetimi ve Yunanistan, bu konuda en çok Avrupa Birliği ile Türkiye karşıtı siyaset takip eden Fransa, Mısır, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri hükümetlerine güveniyor. Her fırsatta Avrupa Birliği ve adı geçen ülkelerin Türkiye’yi, “Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı duymaya” çağırması buradan ileri geliyor.
Türkiye’nin denizlerde sismik araştırmalar ve sondaj faaliyetleri yürütecek güçlü ve modern bir filoyu erken bir vakitte kurması ve ardından Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarını devreye sokması, Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın hiç hesap etmediği bir senaryoydu. Rum ve Yunan politikalarını tasarlayan stratejistlere göre Türkiye; Suriye, Kuzey Irak, PKK ve ülke içindeki diğer siyasi çekişmeler nedeniyle Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki oldubittilere karşı blöf yapmaktan öte bir direnç gösteremezdi. Kısa zaman sonra yanlışlığı anlaşılan bu strateji, Türkiye ile Libya arasında imzalanan meşru anlaşmalarla büsbütün çöktü.
Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta kendi tezlerinin dışında herhangi bir çözüm şekline yanaşmayan Rum ve Yunan hükümetlerinin, uyuşmazlık yaşanan tüm alanlarda ortak menfaate dayalı işbirliği modelleri çağrısı yapmak yerine, eski ağız alışkanlığıyla Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliğiyle tehdit etmesi,bu da yetmezmiş gibi savaş çığırtkanlığı yapması, insanın aklına Makarios’un esnemez ve sadece kendi haklılığına dayalı politikalarını getiriyor.
Akıl almaz politikalarından usanmayan Atina’nın, şimdilerde yeni bir hatalı stratejiyi hayata geçirmeye çabaladığı görülmektedir. 9 Haziran Çarşamba günü İtalya ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalayan Yunanistan, gelecek günlerde Mısır ve “Libya” ile benzeri bir anlaşmaya imza atmayı planlıyor.
Miçotakis Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler nezdinde Libya’nın tek meşru hükümeti ile değil de Libya adına anlaşma yapma yetkisi olmayan Tobruk Meclisi ile böyle bir anlaşma yapma niyeti içerisine girmesi, hem mantık kurallarına hem de uluslararası hukukun tüm teamüllerine aykırıdır. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu yönde atılacak bir adımın nihai amacı, Libya’yı bölmektir.
Dolayısıyla Atina’nın, Libya’nın toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına aleni bir şekilde saldırmasının, bölgedeki bazı devletleri yeni bir parçalanma sürecine sürükleyebilme olasılığı yüksektir. En hafif etkisiyle Miçotakis’in bu mantık dışı olası hamlesi, düzensiz göç ve terörizm gibi küresel istikrarsızlık yaratan sorunların büyüyerek devam etmesine yol açacaktır.
Doğu Akdeniz’de kurulacak yeni düzenin hakça bir paylaşıma ve işbirliğine dayanması esastır. Tırmanan gerginlikler yerine, iyi niyet misyonu çerçevesinde ortak menfaat sahalarını genişletmek, şüphesiz tüm kıyıdaş ülkelerin faydasına olacaktır. Bu çerçevede siyasilere düşen rol,ortak işbirliği alanları üzerinden halklarını barışa hazırlamalarıdır. İçinde bulunduğumuz hafta içerisinde Yunanistan’da kamuoyuyla paylaşılan bir anketin sonuçları oldukça ümit vericidir.
Anket sonuçlarına göre kanaati açıklayanların yüzde 56’sı tırmanan gerginlikte Türkiye’ye askeri bir yanıt verilmesi gerektiğini belirtirken, ankete katılanların yüzde 40’ı ise diplomatik çözüm taraftarı olduğunu ifade etmiş. Bunun neresi ümit verici demeyin sakın! Bu sonuçlara sayılar üzerinden değil de, yaklaşık 10 yıldır ekonomik ve siyasi krizle boğuşan, eğitimden medyaya tüm alanlarda, Türkiye karşıtı popülist söylemlerin egemen olduğu bir atmosferden bakınca, o zaman hala işbirliği ve çözüm için bir ümidin var olduğu anlaşılıyor.