“Yönetim işinde istişare(ye devam) et!”

Abone Ol

Olgular yanıltıcıdır. Varlıklar arasında en bariz olan güneş konusunda bile insanlar yanılmıştır. Uzun süre insanlar gezegenlerin hareketlerini yanlış anlamışlardır. Nitekim insanlar, gece ve gündüzün oluşma sebebinin yeryüzünün dönüş evreleri olduğunu anlayana kadar güneşin bizim etrafımızda döndüğünü zannediyorlardı. Bruno bu yanılgı sebebiyle görüşünden dönmeye zorlanmış, bunu yapmayınca da ateşte yakılmıştı![1]

Hareket de yanıltıcıdır. Nitekim insan bir binitle hareket ederken kendisinin sabit, dünyanın ise hareket hâlinde olduğunu tahayyül eder. Mesela hareket hâlindeki iki trende seyahat eden kişiler hangi trenin hareket ettiğini algılamakta tereddüt ederler. Kafa karışıklığını gidermek ve bilinci yerine getirmek için üçüncü bir şeye ihtiyaç duyulur. Kur’an-ı Kerim gölgeyi söz konusu ettiğinde güneşin delili olarak gölgenin hareketinden bahseder. Oysa dileseydi gölgeyi sabit de kılabilirdi.[2] Hakikat insanların keyfine göre mahiyet değiştirecek olsaydı, gökler ve yer fesada boğulur, her şey mahvolur giderdi.[3] Mesela, şayet insanların asırlar boyunca sandığı gibi güneş yeryüzünün etrafında dönecek olsaydı kâinatın düzeni bozulurdu.

Görüldüğü üzere varlık içerisinde insanoğluna en açık görünen hakikat bile uzun bir süre gizli kalabilmiştir. Aynen gökbilim alanındaki gibi toplumbilim alanındaki olguların açıklık-kapalılık hususu da yanıltıcıdır. İnsan sabit bir durumu değişken zannedebiliyor. Beni burada bu temel birincil kaideleri hatırlatmaya iten sebep şûra konusunu gündeme getirme ihtiyacıdır.

Müslümanlar’ın ilk savaşlarının daha en başında Rasulullah’ın (sas) şu çağrısını yeterince anlayamamıştım:

“Bana danışmanlık yapın ey insanlar, benimle istişare edin.” Bunu Allah Teâlâ’anın şu emrini yerine getirmek için yapmıştı:

“… We şâwirhum fi’l-emr…: Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara (inananlara) yumuşak davrandın. Ama eğer onlara karşı katı yürekli davransaydın, kesinlikle senden uzaklaşırlardı. Şu hâlde onları affet, affedilmeleri için de dua et ve yönetim işinde onlarlaistişare(ye devam) et! Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a güven! Çünkü Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmran 3:159).

Acaba Rasulullah (sas) şûrâ/meşveret/danışma hususunda neden bu kadar ısrarlı idi ve neden “Ey insanlar, bana danışmanlık yapın, ey insanlar benimle istişare edin.” demişti? Bu çağrı üzerine Sa’d bin Muaz söz alıp şöyle konuşmuştu:

Sen nasıl istiyorsan öyle yap ey Allah’ın Rasulü, biz seninle beraberiz. Rasulullah (sas) bu sözü işitince sevinmiş ve şöyle demişti: Gidin ve müjdeyi verin (insanlara)… Ancak, herhangi bir mülahazası olan herkes toplum yararını koruma adına kendi inisiyatifiyle görüşünü ortaya koymayı üzerine kutsal bir vazife olarak görürdü. Allah Rasulü de bu görüşü dinler, gerekirse kendisinin tercih ettiği ve alınmasını istediği kararı değiştirir, ordusundan herhangi bir neferin açıkladığı hususu benimserdi.

Gökten inen nimetler arasında en kıymetli olanı bir ve takva konusunda yardımlaşmak, günah ve düşmanlık konusunda ise yardımlaşmamak, hep birlikte hayırlarda yarışıp yasaklardan el çekmektir. Rasulullah (sas) şûrayı/meşvereti samimiyetle ve ısrarla istiyordu. Çünkü o, savaşacak olanın askerler olduğunu ve savaş kararının onlara rağmen değil onlarla birlikte alınması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu tutum, insanları bir alet gibi görerek onları köleleştirip haysiyetlerini kirletenlere karşı insanı sayan ve ona güvenen seviyeli bir tutumdur.

Nebevi ve raşid (doğru, olgun) toplumun din anlayışı işte böyle idi. Allah Rasulü (sas) şûra/meşveret talep edip görüşlerini açıkça ortaya koyarak kendisine danışmanlık yapmalarını istedikten sonra Müslümanların doğruluk ve dürüstlükle görüşlerini paylaşmaları üzerine Rasulullah onların sürece samimi katkılarından dolayı büyük memnuniyet duymuş ve bunu müjde olarak tanımlamıştır.

Peki, barış ya da savaş dönemlerinde bizler şûranın kokusunu olsun alabiliyor muyuz? Yoksa diktatörlerin ve firavunların görüşlerine boyun eğip Kur’an’ın kılavuzluğundan mahrum mu kalıyoruz? Zira, hâlâ güneşin çevremizde dönmekte olduğunu ve kralların halklardan daha önemli olduğunu sanıyoruz!

[1] İtalyan filozof Giordano Bruno (1548-1600), Hermes Trismegistus’un takipçisi ve ‘güneş merkezli gezegen’ görüşünü savunan Copernic’in destekçisiydi. Aristo’nun etkisinde kalarak ‘dünya merkezli gezegen’ görüşünü savunan Batlamyus’un kilise onaylı bu yanlış görüşüne karşı çıktığı için Bruno, Engizisyon tarafından sapkınlıkla suçlanarak yargılandı ve kazıkta yakıldı (!).

[2] Müellif bu cümleyi şu âyet-i kerimeden iktibas etmiştir: “Görmez misin (ey insanoğlu), Rabbin gölgeyi (akşama doğru) nasıl uzatıyor; eğer dileseydi, hiç şüphesiz onu olduğu gibi bırakırdı; fakat sonra gölgeye güneşi yol gösterici kılmışızdır.” (Furkan 25:45). Keza şu âyette de gölgenin hareketi söz konusu edilmektedir: “İmdi onlar, Allah’ın yarattığı çevrelerindeki şeylere hiç mi bakmıyorlar? Onların gölgeleri sağ ve sollarından süzülüp dönerken, Allah’a teslim olup (koyduğu yasaya) derin bir tevazu ile boyun eğmekteler.” (Nahl 16:48). (Çeviren).

[3] Burada şu âyet-i kerimeye atıf yapılmaktadır: “Ama eğer hakikat onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler fesada boğulur, mahvolur giderdi. Aksine, Biz onlara, kendi (insanlık) şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler.” (Müminun 23:71). (Çeviren).

Çeviri: Fethi Güngör