YKS ve şu taş meselesi

Abone Ol

Yeni üniversite yerleştirme sınavı açıklandı. YKS, İnşallah hayırlı olur lakin yeni sınav sistemi ile ilgili ilk malumata sahip olur olmaz kendi kendime şöyle dedim: “Değişmesi pek uzun sürmez.”

Bu ifade aynı zamanda kendi içinde bir umut ve gereklilik barındırmakta. Açıklayalım…

Şu var ki sabık sistemin eleştiri alan bazı hususları hakkında çözümler üretilmiş fakat bazı noktalara şerh düşeceğim izninizle…

Biliyorsunuz milli eğitimde bir süredir konuşulan bir hedef var: Dindar nesil yetiştirmek…

Doğrusu insanın kendi öz değerlerine bile bu kadar çok yabancılaştırıldığı bir vetirede, bırakın dindar nesil yetiştirmeyi kindar nesil yetiştirmemeyi başarsak kafi… Demek istediğim; öylesine kesif bir savrulmanın yaşandığı vakitlerdeyiz ki kendi milli ve manevi değerlerini tanıyan, tanıdığı için de en azından düşman olmayan bir nesli inşa edebilsek, başarı hanemizi doldurmaya kifayet edecek.

Tarihiyle atasının cihana bellettiği kıymetlerle hatta ana babasıyla saygılı ve sağlıklı bir ilişki kurabilen bir nesil.

Dünü ve bugünü, ezberci bir mantıkla takdis etmeyen aksine eleştiren ama eleştirirken de derdi; ders çıkararak geleceğini daha sağlam temeller üzerine bina etmek olan bir nesil.

Yeryüzünde bulunuş gayesinin, iyiliği ve adaleti hakim kılma ontolojik ereğinin şuurunda bir nesil.

Bu mukaddime aklımızın bir kenarında dursun…

VAKTİYLE MEDRESELERİN YAPTIĞI HATAYI TERSİNDEN TEKERRÜR ETTİRMEK

Bir dönem, medreselerin fennî ilimlere kafi derece önem vermediği, daha çok dini ilimler üzerinde yoğunlaşarak ezberci ve tekrarcı bir usul izlediği, felsefeyi ve felsefi düşünceyi ihmal ettiğini biliyoruz. Bütün bunların bir sonucu olarak da Osmanlı eğitim sisteminde revizyon ihtiyacı doğduğu ve fakat yapılan hamlelerde geç ve yetersiz kalındığı için ünlü İngiliz tarihçi A.J. Toynbee’nin “durdurulmuş medeniyet” diye adlandırdığı, insanlığın son adası şeklinde taltif ve tavsif edilen o büyük uygarlığın bir dönem hükmettiği tarihin, şimdilerde unutulan sayfalarına mahkum olduğunu da.

Cumhuriyet ile birlikte geri kalmışlığımıza ve çöküşümüze sebebiyet veren günahkarı bulduk ve onu recmetmeye/taşlamaya koyulduk. Hepimizin kafasında farklı isimlerle tebellür eden o “malum suçluyu” kötüleyip terk etmekle kalmadık, unutturarak yok etmeye karar verdik. Onu, tarihimizle/köklerimizle kurduğumuz bağın kopmaz ipi olduğu halde yangında son kurtarılacaklar listesine bile dahil etmedik. Çağdaş Batı’yı yakalamak için yeni çözümler üretip yeni yollar bulduk.

Yıllarca seküler, tanrı fikrini öteleyen ya da örten bir eğitim-öğretim faaliyeti yürüttük. Fizik, kimya, matematik, biyoloji vb. bilim dalları hakkında çağın bilgilerini, yani sanatı öğretiyor fakat sanatkardan söz etmiyorduk. Makro kozmostaki sanattan söz etmek efdal lakin arkasındaki üstün kudret ve hikmetten söz açmak abes hatta yasak idi. Sanatkardan söz edenleri cin çarpıyordu. Bu sebepten kainat algımızla ilgili yıllar yılı öznesiz cümlelerin terörüne maruz kaldık. Evreni fakültelere ayırarak didik didik ettik. Öyle büyük keşiflerin altına imza attık ki başımızı döndüren başarılar, beceriksizliğimizi setretti. O öyle büyük bir beceriksizlikti ki kaşifler olarak doğanın harikulade matematiğine sari ve cari hikmeti, açık mesajı göremedik, okuyamadık.

ATILAN KÖPRÜLERİ YENİDEN İNŞA ETMEK

Son üç yüz yıldır ifrat tefrit dengesizliğinde gelgitler yaşayan, bundan mütevellit bir türlü yolunu bulamayan bir millet olarak hala arayışımıza devam ediyoruz. Kaybedilmiş zamanları telafi etmek için aceleci davrandığımızdan mıdır yoksa kaybettiklerimizin hala ayırdına varamayışımızdan mıdır bilmem, ideal bir eğitim sistemine dair gerçekleştirdiğimiz denemelerde ıska geçip duruyoruz. Millet olarak bizi biz yapan değerlerle yeniden barışmaya muhtacız. İçimizde mankurtlar dün olduğu gibi bugün de var. Hep de olacak. Ama en azından toplumca mankurtlaşmak gibi bir gayemiz yoksa doğru adımlar atmalı, attığımız adımların neticeleri hakkında daha analitik düşünmek zorundayız.

Eğitimin amacı, ekonomik kalkınmayı sağlayacak şekilde sadece teknik bilgiyle donanmış kuşaklar yetiştirmek değildir. Olmamalıdır. Modern eğitim, bir bilgi yükleme süreci şeklinde tanımlanmaktadır. Oysa yüklenen o bilgiyi, hangi ahlak ve hangi irade ile kullanacağını nesillere öğretmemek, millet olarak kafamıza silah dayayıp Rus ruleti oynamakla eş bir gelecek realitesine mahkumiyet demektir.

Milli Eğitim müfredatında, betimlemeye çalıştığımız tablonun onarımına dair hatırı sayılır dokunuşlar yapılırken aynı hassasiyetin sınav sisteminde de gösterilmesi, kuşkusuz tamamlayıcı rol üstlenecektir.

Ancak YKS başarısına etki eden soru dağılımına baktığımızda, yukarıda resmetmeye çalıştığımız hedefi sabote eden bir tablo karşılıyor bizi. Zira önceki sınav sisteminde azlığı nedeniyle eleştirdiğimiz Din ve Ahlak Bilgisi sorularının, bu yeni sistemde özgül ağırlığını iyice kaybettiğini görüyoruz. Sayısalcıların ve TM’cilerin gireceği sınavda Din, Felsefe ve Tarih soruları hiç yok. Sadece Sosyalcilerin gireceği sınavda bu sorular var ve onların hangi üniversiteleri tercih edeceği de belli. Tam burada, bugüne kadar bu ülkeyi yönetenlerin ekserisinin, mühendisler ve hukukçular olduğunu da hatırlayalım.

Bu yıl sessiz bir devrim yapıldı ve ortaöğretimin 9. Sınıflarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, bir saatten iki saate çıkarıldı. Bu değişiklik, öğrencinin gözünde dersin ağırlığının artmasına neden olurken öğretmenin de dersin amaç ve kazanımlarına dair işini kolaylaştırdı. Önümüzdeki yıllarda bu uygulamanın tüm sınıflara yayılması amaçlanıyor. Tam da dersin kredisi artmışken üniversite sınavının soru dağılımındaki ağırlığı da artacak diye beklerken bunlar yaşandı.

Vakıa şu ki özellikle 11. sınıftan itibaren öğrenciler tüm ilgilerini ve dikkatlerini, kendileri için hayati derece de mühim olan üniversite sınavına göre şekillendirmekteler. Hal böyle olunca YKS’de kendilerine soru sorulmayacak derslerle ilgili motivasyonlarını tabî olarak yitirmekteler. Bu saatten sonra dersin hocası, amuda kalkarak işini yapmaya çalışsa da ancak geçici bir ilgiyi hak edecektir!

İşin usulü hakkındaki değerlendirmeye gelince…

Devletin en tepesinden sınav sistemi ile ilgili haklı bir eleştiri gelince hayli kısa bir zamanda ve şaşırtıcı bir hızda, bu yeni sınav modeli ortaya çıktı. Bu çabukluktan kaynaklı olarak istişare edilmesi gerekli kurumlarla yeni sistem yeterince paylaşılamadı gibi görünüyor. Bize göre ehemm-i mühim olan bazı şeylerin gözden kaçtığı aşikar.

Milli Eğitim Bakanlığında basit bir müfredat değişikliğinde bile (şu ünite kalksın, bu kalsın ya da değişsin gibi) aylarca süren istişareler yapılır, eğitim yöneticilerinden öğretmenlere ve velilere varıncaya kadar tüm paydaşlar karar alma sürecine dahil edilirken gençler üzerinden hem onları hem aileleri hem de ülkenin geleceğini ilgilendiren bir meselede, bu danışma mekanizmalarının yeterince ya da hiç işletilmemesi ortaya çıkan hataların metodolojik sebeplerinden biridir.

Geçen haftaki yazımızda, taş-yasa istiaresinden hareketle sistem eleştirisi yapmış ve ülkenin istikbali için kişiler üstü bir sitemin zorunluluğundan bahsetmiştik. Geride kalan haftada yaşananlar gösterdi ki gerçekten ekmek gibi su gibi taşa muhtacız. Özellikle eğitim sistemimizde artık yap-boz usulünü terk edip sadece gelişen ve değişen şartlara bağlı olarak rötuş niteliğinde tadilatlara izin veren kalıcı, akılcı, istikrarlı bir yapıya geçmek mecburiyetindeyiz.

Bazı paradigmaların çöpe atılma vakti çoktan geldi. Tabu haline getirilmiş fikirler ve yaklaşımlar gözden geçirilmek zorunda. Şayet perspektifinizi, bırakın değiştirmeyi gözden geçirmeyi bile düşünmüyorsanız taşlarınızı putlaştırmışsınız demektir.

Peki taşları yemek, hala mı yasak?

Şunu unutmayalım ki dindar nesil hedefi, tek başına İmam Hatiplerin sayısını artırmakla gerçekleşmesi mümkün bir hedef değildir. Aksine bu, zamanla birbirine yabancılaşma ve devamında kutuplaşma riskini de içinde barındırmaktadır. Milli eğitimin diğer kurumlarındaki nesillerin kendi değerleriyle tanışık ya da barışık yetişmesi için belli politikaların önemini, eğitime yön veren tüm kurumların kavraması elzemdir.

Baki selam…

Not: Bu arada bazı özel okullar ve temel liselerde, zaten öğrencinin gireceği sınavda çıkmayacak dersler, milli eğitimin zorunlu müfredatında bulunmasına rağmen hiç işlenmemekte, her şey kağıt üstünün resmi yalancılığında kalmaktadır. Bu realiteyi, bu yazının derdi olan “yeni sınav sistemi ile dini ve milli değerler eğitiminin zayıflayacağı endişesi” bağlamında yeniden hatırlayıp değerlendirmekte fayda var.