İran’ın nükleer programının en önemli isimlerinden nükleer fizikçi bilim insanı Muhsin Fahrizade’ye düzenlenen suikast Arap sokağında eski bir tartışmayı yeniden alevlendirdi.
Bir yanda suikasta sevinenler, diğer yanda bunun ne olursa olsun kınanması gereken bir cinayet olduğunu düşünenler.
Her iki tarafın da kendine göre haklı gerekçeleri var.
Aynı tartışma İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani yılbaşında Irak’ın başkenti Bağdat Havalimanı’nda uğradığı füzeli saldırı sonucu hayatını kaybettiğinde de yaşanmıştı.
Bahsettiğim tartışmanın tarafları Amerika ve İsrail yanlıları ya da fanatik İran sevdalıları değil.
Onların pozisyonlarını izah etmeye gerek yok.
Bilakis Arap sokağının aklı başında insanları ve o insanlar konuyla ilgili bazen birbirlerine hakaret edecek derecede sert tartışmalara giriyorlar.
Bir tarafın görüşüne göre, İran’ın bölgedeki tüm tahribatına ve yıkıcı faaliyetlerine rağmen bu suikast kesinlikle onaylanamaz.
Çünkü suikastı kınamamak İsrail’in ve Amerika’nın dilediği gibi cinayet işleme hakkına sahip olduğunu kabullenmek demek.
Diğer tarafın görüşüne göre ise faili kim olursa olsun Fahrizade’nin öldürülmesi sevinilmesi gereken bir olay.
“Allah bir zalimi bir başka zalimin eliyle cezalandırabilir” diyorlar.
Bu ikinci görüşü savunanların çoğunun Iraklı, Suriyeli ve Yemenli olduğunu tahmin etmek zor değil.
İran’ın desteklediği Şii milisler tarafından ailesi yok edilmiş bir insandan Süleymani’nin veya Fahrizade’nin öldürülmesini kınamasını isteyemezsiniz.
Bu tartışma sürerken birinin katil, diğerinin ise ülkesine hizmet eden bir bilim insanı olduğunu, dolayısıyla Fahrizade ve Süleymani arasında ayrım yapmak gerektiğini söyleyenler de var.
Tabii bu şu soruyu gündeme getiriyor:
Bir bilim insanı olarak Fahrizade acaba bugüne kadar Süleymani’nin cinayetlerine hiç karşı çıkmış mı?
Henüz öyle bir bilgi yok.
Bilakis İran medyası suikasttan sonra Fahrizade ve Süleymani’yi birlikte gösteren bir video yayınladı.
Video da ikilinin gayet samimi bir şekilde sohbet ettikleri, hatta sarılıp birbirlerini öptükleri görülüyor.
Bu durumda “katil” ve “bilim insanı” ayrımı anlamını yitiriyor.
İran’ın üst düzey bir komutanının, önemli bir bilim insanının Amerika ya da İsrail tarafından öldürülmesi Arap halkları arasında sevince yol açıyorsa bunun sorumlusu yine İran’dan başkası değil.
Yıllardır İsrail’i haritadan silmekten bahseden İran, İsrail’in saldırıları karşısında söyleminin aksine “stratejik sabır” denilen tepkisizlik politikasını benimsedi.
Lübnan el-Ahbar gazetesinin 15 Şubat 2008 tarihli sayısındaki bir haberde, İran’ın Beyrut’taki vekili Hasan Nasrallah, “İsrail’i bitirme savaşı başladı” diyordu.
O günden bu yana İran ve Hizbullah belki de tek bir İsrailli öldürmedi.
Fakat Irak’ta, Suriye’de ve Yemen’de yüz binlerce masum insan katledildi.
Iraklı onlarca bilim insanı İran istihbaratı tarafından ortadan kaldırıldı.
Süleymani ve Fahrizade suikastlarından sonra yaşanan tartışma benzer her olayda yeniden alevlenecek.
Taraflardan birinin diğerini ikna imkânı da ne yazık ki yok.