Yeraltından Notlar, Dostoyevsky’nin 1864 yılında yazdığı, kendisini sorgulayan bir adamın hikâyesini anlatan romanıdır. Bu romanı uzun yıllar önce okuduğumda beni çok etkilemişti. Romanda, toplum dışında kalmış bir yeraltı adamının kendinden ve çevresinden acı bir şekilde hesap sormasının derin izlerine şahit oluyoruz. Ben size böyle bir sorgulamadan değil ama küçük kırıntılar da olsa İstanbul’un ‘yer altı’ dünyasını nasıl ıskaladığımdan söz edeceğim. Hemen aklınıza “mafya” gelmesin, ben gerçek manada yer altında olan ulaşımdan izlenimler aktaracağım.
Geçen pazar günü kurucu üyesi olduğum Erzurumlular Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Vakfının genel kuruluna katılmak üzere evden çıktım. İstanbul Maltepe’de yapılan kurula toplu taşımayla gitmeye karar verdim. Maceralı, yoğun bir gün geçirdim. Yolculuğun büyük çoğunluğunu yer altında raylı sistemle yaptım. Bir kısmında ise metrobüs kullandım.
Kâğıthane’den Mecidiyeköy’e gitmek üzere meydana indim. Kâğıthane Meydanı, metro geldiğinde istasyonun heybeti nedeniyle eski görünümünü kaybetse de Cendere Deresi’nin iki yakasında Kâğıthane Belediyesinin yaptığı çevre düzenlemesiyle göze hoş gelen bir görünüme kavuştu. Buradaki Yeşil Vadi yürüyüş yolu da yürümeyi sevenler için ideal bir güzergâh oldu. İstasyona doğru yürürken Kâğıthane-İstanbul Havalimanı metro hattının açılışı için hazırlıklar ise bütün hızıyla devam ediyordu. Türkiye’nin en hızlı yer altı raylı sistemi ile havaalanına varmak artık 24 dakikaya inmiş oldu.
Kâğıthane, Osmanlı zamanında “Sa‘dâbâd” namıyla İstanbul’un mesire ve eğlence mekânı imiş. Tabii şimdi o görüntüden eser yok. Son yıllarda yapılan yenilikler ise bana göre devede kulak kalıyor. Şair Nef‘î, Kâğıthane’nin görkemli zamanlarını şöyle anlatıyordu: “Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıd-hâne dünyâ bundadır. Cennete dönmüş güzellerle temâşâ bundadır.”
Kâğıthane İstasyonu’ndan metroya bindim. Bu istasyon da yakın zamanda açıldı. İstasyon ve trenler yeni ve yaklaşık 5 dakikada bir sefer yapılıyor. Mecidiyeköy’den ise metrobüse bindim, Söğütlüçeşme’den bir durak önce indim. Bu araçlar çok kalabalık ve insanlar tıklım tıklım, üst üste yolculuk yaptığından canım sıkılıp da kimseye sormadığım için yanlış inmişim. Ama en sonunda Marmaray’a binerek Maltepe’ye revan oldum.
Dönüşte Marmaray ile Yenikapı’ya geçtim… İstanbul’un altında insanlar karıncalar gibi o istasyondan ötekine menzile varmak için koşuyorlar. Trenler çok bakımlı ve temiz görünüyor. Trenlerde insanları yakından görme fırsatım oldu. İnsanlarımızın duruş, eda ve tarzının değiştiğini gözlemledim. Daha önce Batı ülkelerinin metrolarında insanların bireyselleştiğini, yolculuk esnasında kimsenin kimseyle konuşmadığını görür, şaşırırdık. Bizimkiler de aynı konuma gelmiş. Giyim kuşamda da oldukça büyük değişim var. Çok şık kıyafetler, spor ayakkabılar dikkat çekiyor… Herhâlde bu koşturmacaya başka kıyafet dayanmaz. Semte göre de yolcu profilinde değişiklikler dikkat çekiyor. Marmaray’daki satıcılar, çalgıcılar, dilenciler ise eski zaman tren ve vapurlarını hatırlattı bana.
Yenikapı İstasyonu yapılış tarzı ve süslemeleriyle çok güzel olmuş. İstasyon mahşer yeri gibi herkes bir tarafa koşuyor. Benim gibi acemiler ise ezilmemek için yön tabelalarını takip etmeye çalışıyor.
Pazar günümün yarıdan fazlasını İstanbul’un yer altında geçirdim. Şunu gördüm, İstanbul’un üstü kadar altı da çok hareketli… Şunu da söyleyeyim bu arada; bugünleri görmek hele ki 2000’li yılların başında, bir rüya idi. Bu metro ve demiryolu projelerini gerçekleştiren Kadir Topbaş ile Recep Tayyip Erdoğan gibi birkaç babayiğidi minnetle anmak herkese düşen bir vazife olmalı.