Batı’daki İslam algısı bir projenin ürünü olarak terörle özdeşleştirildi malesef.
Müslüman isimli ve Müslüman görünümlü kimselerin ve örgütlerin yaptığı saldırılar İslam’a ve tüm Müslümanlara fatura edildi.
2001’de Amerika’da ikiz kulelere yapılan saldırı ile ivme kazanan, İslam’ı terörizmle, Müslümanları terörist olarak gösterme eğilimi o günden bugüne büyük yol aldı.
Bütün bunlardan en çok İslam ve Müslümanlar zarar gördü ve görmeye de devam ediyor.
Oluşturulan bu algı birilerinin de işine geldi tabii.
Toplumların algılar üzerinden yönlendirildiği ve yönetildiği gerçeğinden hareketle, Batı toplumlarında Müslümanlara bakış açısı oluşturulan olumsuz algıyla uyumlu bir şekilde değişti.
Batı toplumlarında azınlık olarak yaşayan Müslümanlar islamofobi, yabancı düşmanlığı, kin ve nefretin objesi haline geldiler.
Avrupa ülkelerinde son yıllarda daha da ivme kazanan camilere ve Müslümanların eğitim kurumlarına yapılan saldırılar, kamusal alanda Müslüman genç kızlara başörtüleri üzerinden yapılan dışlayıcı söylem ve hakaretler, Müslümanlara dönük ötekileştirici bakışlar, evet bütün bunlar bu algının doğal bir sonucu olarak tezahür etti.
Sorumsuz siyasetçiler ve medya da bu algının çoğalması noktasında ellerinden geleni yaptı.
Müslüman kimlikli saldırılardan en çok Müslümanlar zarar gördü.
Şimdi farklı bir saldırı ile karşı kaşıyayız. Müslümanları olumsuz niteleyerek mağdur eden saldırılardan, direkt Müslümanlara dönük saldırılara mı geçildi?
Yeni Zelanda’daki gibi saldırıların çoğalması ve yaygınlaşması mı murat ediliyor?
Yeni Zelanda’da camiye yapılan saldırı ırkçılığın, nefretin, yabancı ve İslam düşmanlığının boyutlarının nerelere varacağını göstermesi açısından acı bir örnek, büyük bir vahşet.
Teröristin saldırı öncesi yaptığı manifesto, silahı üzerine mesaj nitelikli bıraktığı notlar, olayı sosyal medya üzerinden canlı yayınlaması bu iş için ciddi hazırlık yapıldığı, ince ince planlandığı, hatta bu işin bir proje olduğu hissini uyandırıyor.
Olay, kendisini kaybetmiş birinin ortaya koyduğu vahşiliğin ötesinde bir hazırlık ve derinliğe sahip.
Silah üzerine bırakılan notlar bu saldırı üzerinden birşeylerin kaşınmaya çalışıldığı hissini fazlasıyla veriyor.
Bu tür terör olaylarının ve vahşetin sorumluluğunu ne bir ırka, ne bir inanca yıkmak doğru olamaz.
İslami terör, Hıristiyan terörü, (…) nitelemeleri yanlış ve tehlikeli söylemlerdir.
Toplumda o inanç sahiplerine nefretin artmasına sebep olur.
Fakat ‘İslami terör’ algısını bilinçli bir şekilde işlediler; yaşatmayı esas alan bir dini öldürmek için yaşamakla özdeş kılmaya çalıştılar. Bu da ancak kapsamlı bir projenin ürünü olabilirdi.
Avrupa’da yükselen aşırı sağ akım İslam ve yabancı düşmanlığını daha da körüklüyor.
Bütün bu nefret, bütün bu saldırılar neyin ürünü? Nasıl ve nereden besleniyor?
Bu oyunlara gelmemek, insanca yaşamak ve insanı yaşatmak uğruna mücadele etmek lazım.
Batı toplumlarındaki güzel hadiseleri de görmek, Yeni Zelanda’daki saldılar sebebiyle Avrupa’da farklı ülkelerde camilere gelerek ellerinde çiçeklerle Müslümanlara geçmiş olsun dileğinde bulunanlar da farklı dine, farklı inanca, farklı etnik kimliğe sahip; ama insan.
Oynanan tüm oyunları bozma adına, insanlık ortak paydasında buluşmak için aklı selimle hareket etmek, itidali elden bırakmamak, hissi davranmamak gerekiyor.