Referandumdan önce “Neden Evet” denmesi gerektiğini izah ederken yeni sistemin demokratikleşmeye de önemli katkılar sunacağını anlatmaya çalışmıştık.
Muhalefetin hemen hemen bütün itiraz kalelerini tek adamlık ve diktatörlük üzerine inşa ettiği bir ortamda Hayır oyu vermeyi düşünenleri bu argümanın doğruluğuna ikna etmek pek mümkün olmamıştı.
Oysa yeni sisteme etrafında oluşturulan tüm fantezilerden arındırıp bakıldığında çok açık bir şekilde görülecek olan yalın gerçeklik, yürütmeyi üstlenecek kişinin %50 +1 oy almak zorunda olmasıydı. Parlamenter sistemde %40’la, hatta bazı dönemler iki büyük parti dışındaki partilerin baraj altında kalmaları durumunda %34’le bile Meclis’te çoğunluğu temin etmek, hem yasamaya hem de yürütmeye hükmetmek imkânı olabiliyordu. Başkanlık Sistemi’nde ise en azından yürütme için 50+1 ihtiyacı, meşruiyetin daha geniş alanlı bir tabana oturma zorunluluğunu vazediyor.
Bunun çok basit bir anlamı var. Bundan böyle kim Başkan seçilmek istiyorsa toplumun mümkün olan en geniş tabanını kucaklamak zorunda. Bu da bizi toplumdaki gerginliklerin absorbe edilmesi, ayrılıkların değil aynılıkların ön plana çıkarılması sonucuna götürüyor.
Referandumun kesin sonucunun açıklanmasının üzerinden henüz bir hafta bile geçmemişken yaşanan iki gelişme yeni sistemin ilk olumlu sinyalleri oldu.
Baykal, 2007’de Cumhurbaşkanı seçtirmemek için olmadık absürtlük denedikleri Abdullah Gül’ün 2019’da “Hayır” cephesinin adayı olması durumunu “Değerlendirilebilir” ve “Ben ciddiye alırım” sözleriyle destekleyerek yeni sistemin kerametini erken kavradığını gösterdi.
İkinci sinyal de AK Parti’den.
Kendisini mahalle bekçisi pozisyonuna oturtan bazı kendini bilmezlerin “İslamcıları partiden kovmak lazım”, “Filancanın davaya ne katkısı oldu ki” tarzı söylemlerle ufuksuz, daraltıcı, kör yaklaşımlarına Cumhurbaşkanı Erdoğan “Benim adıma Cumhurbaşkanlığı sözcüsü konuşur. Başka kimse konuşamaz. Kim konuşuyorsa fitne üretiyordur. Biz seksen milyonun gönlünü kazanmanın gayreti içerisindeyiz.” “Bazıları işi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Onların da böyle bir hakları yok, benim de yok.” diyerek gereken dersi verdi.
Normalize oluyoruz.
Metalürjide, yüksek sıcaklıkta dövülmüş, haddelenmiş ya da kaynak dikişinin çevresi gibi farklı ısı etkisi altında kalmış parçaların sertliğini almak, gerginlikleri gidermek, tanecik yapısını homojenize etmek ve bu sayede çeliği kolay işlenebilir hale getirmek için normalizasyon işlemi uygulanır. 850-900 C’e kadar ısıtılan çelik havada soğumaya bırakılır. Aynen böyle, FETÖ, PKK, DAEŞ belalarıyla, çevremizdeki savaş durumuyla adeta haddelenen ülkemiz referandumla normalizasyon sürecine girdi.
Toplum kendi halinde soğumaya bırakılmışken geçip gitmekte olan erguvan mevsimini, Süleymaniye üzerinde arz-ı endâm edip duran “Şaban Hilali”ni ıskalamasak iyi olacak…