Yeni şeyler söylemek lazım

Abone Ol

Her çağın kendine ait bir söylemi vardır. Bir çağrısı vardır. Eğer siz içinde bulunduğunuz çağın çağrılarına uygun sistemler ve metotlar geliştiremezseniz çağın dışında kalır, çağa hükmedemezsiniz.

Son iki yüz yıldır bizi hasta eden batının reçetelerine sarıldık. Hastalığı yayan batıdan kurtuluş reçetesi umduk. Batı kendi insanına bile çare olmaktan çok uzaktır. Batı batmıştır, iflas etmiştir, insanlığa ve çağa söyleyecek yeni bir şeyi kalmamıştır.    Ali İmran suresi  140. Ayette: “…… İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.”  Buyuruyor.

O halde tıpkı Hz İbrahim (as) dediği gibi;” ben batan şeyleri sevmem.” Batan şeylerin arkasından gidilmez, batana ümit bağlanmaz. Batının yükselişi dönemi bitmiş, doğunun yükselişi başlamıştır.  Bu yükseliş ve var oluş eğitimle olacaktır. Çünkü “eğitim meselesi bir medeniyet meselesidir.”

Yabancı terimlerle ve kavramlarla  “milli ve yerli  medeniyet” kuramazsınız. Söylemlerinizde ve terimlerinizde, kavramlarınızda milli olmak zorundadır. İşte tam da burada, yeni gelen  çağa büyük bir medeniyetin torunları olarak yeni şeyler söylemek bizlere düşüyor.

On asırdır insana ve insanlığa ümit olmuş bir medeniyetin mirasçılarıyız. İnsanlığa yeni şeyler söyleyecek   bilgi birikim ve tecrübeye sahibiz. Yeter ki köklerimize ulaşma gayret ve çabası içinde olalım. Kök ile gövdeyi, gövde ile yaprağı, yaprakla kökleri buluşturup, köklerden gelen muştuları yapraklara taşıyabilelim. Bunu yapacak güçte kuvvette, bilgi birikimi de  ortamda, rüzgârda müsait.

Mevlana hazretlerinin dediği gibi; “ pergelin sabit ayağını öz değerlerimize, diğer ayağını da tüm dünyaya açarak” alabildiğimizi almalıyız.

Neden ayağımız öz değerlerimizde sabitlemeliyiz? Çünkü Kur’an-ı kerimde  Bakara suresi 250.ayette “….ayaklarımızı sabit kıl.” Ayeti buna dikkat çekmektedir. Eğer durduğunuz yeri kaybederseniz yönünüzü kaybedersiniz, yönünüzü kaybederseniz, uykunuzu kaybederseniz, uykunuzu kaybederseniz hayallerinizi kaybedersiniz. Demek ki durduğunuz yer sizin yönünüzü de belirlemektedir.

Her şeyimizle milli bir söylem geliştirip, İslam coğrafyasına model olacaksak ilk önce milli olacağız.  Milli bir eğitim sistemi kurmamız lazım. Sil baştan. Tamamen ümmi olarak. Çağın hurafelerinde, çağın söylemlerinden apayrı, çağa ait olmayan, çağın ve çağların çok ötesine hitap eden  yerli ve milli bir sistem kurmamız elzem. Eski binayı tamirle uğraşacak vaktimiz kalmamıştır. Eski bina yıkılmalı ve yerin milli ve yerli, söylemi de milli olan bir sistem yeniden inşaa edilmelidir.

Çıkış noktamız, öz değerlerimiz olan çağlar ötesine de hitap eden ve kıyamete kadar da insanlığını kurtuluş reçetesini barından Kur’an- Kerim ve onu yaşama aktaran yaşana bilirliğini gösteren sünnet-i seniye olmalıdır. Sabit ayağımız bu ikisi üzerine inşaa edilmeli. Bu noktada da ayağımız sabit olmalıdır.

Kur’an ve sünnetten  yola çıkarak bir eğitim felsefesi geliştirmeliyiz. Eğitim felsefesi olmayanın eğitim sistemi de  olmaz. Bu felsefeye  uygun bir eğitim sistemini,  bu sisteme uygun bir eğitim müfredatı, bu müfredata uygun bir eğitim ve öğretim teknikleri, uygulama ve bu sisteme uygun ölçme değerlendirme ile sistemi oluşturmak zorunluluğu vardır. Ancak böylece  tamamen milli ve yerli  olabiliriz.

Şu ana kadar ki hiçbir eğitim sistemi, insanın hem dünya hem de ahiret hayatının ıslahına çalışmaz.

Hedef insanı dünya ve ahirette en iyi, en yararlı, en hayırlı ve en güzel olana ulaştırmaktır. Bu hedefi tekrar başarabiliriz.

Bunu yapacak güçte kuvvette, zamanda  tecrübe  de  elhamdülillah bizlerde var. Yeter ki inanalım, on asırlık  tecrübe bunun canlı şahididir.