İslam’ın ilk dönemindeki siyasi bilinç, çeşitliliklerine rağmen tamamı yönetim krizi yaşayan yeni İslamcıların anlayışından oldukça farklıdır. Bu yeni hareketler gerek idare tarzında gerekse iktidarın el değiştirme biçiminde kriz yaşamaktadırlar.
Oysa ilk İslam toplumu; dengeli, şeffaf, iktidar kavramının anlamını idrak etmiş, mahareti/yeteneği temel alan ve bunu ilk şart olarak koşan bir toplum idi. Orta çağda yaşayan bir toplumdu, ama askerî liderliği ve yönetimi Halid bin Velid gibi bir komutana verebiliyordu. Oysa Halid İslam düşmanlarının en katılarından biriydi ve Uhud savaşında çok sayıda Müslümanı öldürmüştü. Onun bu geçmişi kendisine Allah’ın çekilmiş kılıcı unvanı verilmesine mâni olmamıştı. Bu unvan ondan sonra bir başkasına verilmiş te değildi.
Bu çarpıcı örnek iki önemli hususu açıklığa kavuşturmaktadır:
Birincisi; bu zat bugün yapıldığı gibi sorgulanması gereken şüpheliler ya da sadakatsizler listesine konmadı. Günümüz İslami hareket, parti ve güçleri, iki farklı dünya arasındaki bu denli hızlı bir geçişi asla kabul etmez. Çünkü biz, şüphenin asıl sayılır olduğu zor zamanlarda yaşıyoruz! O kadar ki, bir kimse iktidara sadakatsizlikten tek başına yargılanmıyor, aksine arkadaşları ve ailesi de onunla birlikte yargılanır oldu!
Bu yaklaşım tarzı orta çağlarda ve öncesinde vardı. Sadece şüphe gerekçesiyle, ileride yol açabilecekleri varsayılan tehlikeden korkarak birçok kabile bütünüyle yok edilebilmiştir! Bu kabileci garabet dilin girdiği bir toplum derhal dönüşmeye başlar, ama ilerlemeksizin! Zira, toplumun bir kesimini iş ortamından uzaklaştırarak onların güç, yetenek ve üretim kapasitesinden mahrum kalmaktadır.
Ayrıca, bu şüphe kuramı, çoğunlukla iktidarın en öndeki safına varana dek büyüyen çatışmalar üretir. Bu da pratikte iç bölünmeye yol açar. Önceki birçok toplumun karşı karşıya kaldığı kriz işte budur. Ne yazık ki bu anlayış günümüz İslami hareketlerinde fazlasıyla mevcuttur! Bu da İslami hareketlerin zamanla güvenilirliğini yitirmesine sebebiyet vermektedir. Böylece bu hareketlerde iç çatışma ve yalnızlaşma gitgide artmaktadır.
İkinci konu; Halid bin Velid fakih ya da âlim değildi. Kur’an-ı Kerim’den ezbere bildiği âyet sayısı da namaz kılmaya yetecek kadar azdı. Ancak, günümüzdeki İslamcı hareketler bunun tam tersine, iktidar koltuğuna taşımak istedikleri fakihlerden oluşan bir ilim adamı ve araştırma zemini üzerine oturmaktadır. Toplumumuzun karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlike işte budur! Çünkü, fıkıh eserlerinin arasına dalmak belki fakih, vaiz ya da zahit bir nesil oluşturmakla neticelenebilir. Ancak bunların hiçbirisi, toplumlarını yönetmek için ihtiyaç duyacakları siyasi yeteneği onlara kazandırmaz.
Bugün, kuramları bozuk düşünceler üzerine kurulmuş yeni nesil siyasi güçler ve gruplarla yüz yüze bulunmaktayız. Tek arzuları basit insanları kandırarak etraflarında toplamak ve onları istismar ederek iktidarı elde etmek. Kullandıkları dinî simge ve sloganlar ise sadece kalabalıkları yönlendirme ve onları meçhul bir geleceğe sürükleme amacı gütmektedir.
Liderlik özel bir yetenek gerektirir. Liderlik sanatının kişinin dinî donanımıyla ilgisi yoktur. Vaizler camilerde hitabeler verebilir. Nitekim onların yeri orasıdır, yönetim erki değil!
Çeviri: Fethi Güngör