Yeni eğitim vizyon belgesi güzel ama

Abone Ol

Acil öncelikler ve asıl öncelikler nerede?

Yeni eğitim vizyonumuz hayırlı olur inşallah. Bu bir niyet ve hedef açıklaması. Niyet hayır, inşallah akıbet de hayırlı olur.

Bazı maddeleri tebessüm ederek okudum. Mesela,

Okullarda tasarım atölyeleri kurulacak olması. 1990’lı yıllarda ilköğretimde İş Teknik dersi vardı, bu ders iş atölyelerinde yapılırdı. Bu atölyelerde birçok alet edevat vardı. Ne olduysa böylesine güzel ve hayati bir dersi uygulamadan kaldırdık. Malzemeleri dağıttık, buraları sınıfa çevirdik. Şimdi tasarım atölyesi olarak tekrar geliyor.

Umutluyuz, Rabbim gerçekleştirmeyi nasip eder inşallah.

Peki ne eksik kaldı?

Acil öncelikleri göremedik!

Nedir acil öncelik?

Hemen kısaca cevap verelim. Eğitimde kimlik problemi var. Öğrenci okula niçin gittiğini bilmiyor. Eğitime vizyon ve misyon kazandırmış değiliz.

Bir ülke evladı düşünün ki, 12 yıl okuyor ardından 4 yıl üniversite daha okuyor, yani hayatının 16 yılını eğitime ayırıyor. 16 yıl boyunca aile bunca masrafa giriyor. Haftanın 5 günü okula gidiyor, yazıyor ve çiziyor. Bu 16 yılın sonunda bu kişi, mesleğini doğru dürüst öğrenemiyor. Mezun olunca da iş bulamıyorsa, ortada süregiden çok büyük yanlışlıklar var demektir.

Okullardaki nedir acil eksiklik?

İhtiyacımız olan şey okulların uygulama ile tanışması ve mutlaka kontenjanların ülke ihtiyacına göre belirlenmesidir.

Lise eğitiminin meslek eğitiminden ve üniversiteden bağımsız olarak ele alınması halinde resmin bütünü görülememektedir.

Üniversite eğitimi ve mesleki eğitimi ile birlikte ele alınmayan orta öğretim problemi hep çıkmaza girmiştir.

Ecdat önce mesleki eğitim demiş. Her meslek kurumunu bir eğitim kurumu gibi çalıştırmış. Meslek eğitimi aynı zamanda bir ahlak eğitimi olarak ele alınmış.

Geleceğin kökleri mazide aranmalıdır. Gelenekten ve tarihten kopuk model arayışları hep çıkmaza girdi.

Diploma fabrikaları haline gelen üniversiteler nedeniyle, buradan mezun olan gençlerin ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Bu mezunlar ara iş gücüne talip olmuyor. Hâlbuki bir üniversite mezununa karşılık piyasada en az beş on kat insan gücüne ihtiyaç var. En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olmasına bakarsak plansız yükseköğretim SOS veriyor.

Öncelikle yapmamız gereken mesleki eğitimi sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın işi olmaktan çıkarmak.

İlgili esnaf teşkilatları, meslek odaları ilgilensin… Hatta her kurum, firma kendi ihtiyaçlarına göre kendi mesleki okullarını açsınlar… Müfredatlarını büyük ölçüde kendileri belirlesinler.

Böyle bir yapılanma içine girdiğimizde “devlet kapısı” “maişet ve menfaat kapısı” olmaktan çıkacaktır.

Şu kabarık listeye bir bakarsak; öğretmen, maaş, atama, KPSS, öğrenci, sınav, dershane, bakan, bakanlık, program, kitap yazım-basım-dağıtım, müfredat, servis, bina, işletme vs.

Şimdi bunca karmaşık faktörün devrede olduğu bir modelde niteliğe hiç sıra gelir mi? Nitelik belki de düşünülecek en son şey halini alıyor. Öğretmen ay sonunu denkleştirme, öğrenci sınıf geçme, bakanlık seneyi kazasız belasız atlatma derdine düşüyor.

Böyle bir karmaşa içinde merkeziyetçi yapı ile niteliğin üstesinden gelmek mümkün mü?

İkinci acil öncelik merkezi sınavların acilen kaldırılıp, yerine bitirme sınavlarının ihdas edilmesi.

Bu konuda da yeterli öncelik göremedik Vizyon Belgesinde…

Geriye dönüp geçmişte başlatılan “yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite projelerine bakalım. Son zamanlarda ise akıllı tahta, laptop ve bedava ders kitabı gibi projelerin” niçin amacına ulaşmadığını sorgulayalım. Yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite gibi projelerinde Sayın Bakanımız da yer almıştı.

Ülkemizde Milli Eğitim bakanlarının ortalama ömrünü biliyoruz: İki yıl.

Bu Vizyon Belgesi çoğu 5 yıl kadar sonra meyvesini görebileceğimiz değişimleri ihtiva ediyor.

Acil önceliklerden başka asıl öncelikleri de göremedik.

Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıracak, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat derslerini hayata geçirecek planlar olmalıydı.

Eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak öğretmenleri yetiştirecek bir vizyon belgesi olmalıydı. Beklentimiz buydu.

Eğitim medeniyet projesi halini alacaktı. Medeniyet ve topyekûn değerlerin iflası sürecini yaşıyoruz çünkü. Gençlerimizin geldiği durum ortada.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste isimli eserinde bu ifadeler geçer: “Oğlum Behçet, ‘Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?’ dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü… Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunu çaresi yoktur…”

 İki asırdan beri garp taklidine özeniyoruz. Memleketimizde genç ruhlara sunulan her şey, program, kitap, metot, hepsi Garbın malını aktardığımızdan çocuklar elimizde kendimize ait bir şey olmadığına inanmaya başlıyorlar. Güvenleri gelişmiyor. Hattâ, mektep binalarımız bile yok.

GARBIN TAKLİDİ ile bir yere varamayız. Varamadık.

Nurettin Topçu merhum “Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz” demişti.

Güzel ve endamlı vitrindeki bir gelin gibi duruyor yeni vizyon. Peki “ruhu” nerede?

Yavuz Bülent Bakiler’in dizelerinde ifade ettiği gibi, bize ait ruhtan ve duruştan; asaletten söz ediyorum.

“Kılığın kıyafetin sarmadı beni

Söylediğin türküler bizim türkümüz değil

Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını

Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden”

Bin yıldır medreseler mektepler alim arif hakim insanlar yetiştirmişler. Bilimin kurucuları buralardan çıkmış.

Neden kendimize ait yerleşmiş modellere, uygulamalara sırt çeviriyoruz?

Bu kompleks ve korku niçin?

Milli Eğitim Bakanlığı tekrar işe koyulmalı.

Daha işin başındayız. Bu belge ile acil ve asıl öncelikler yer almasa eğitime verilecek şekil yönünden teknik olarak iyi bir başlangıç yapılmıştır.

Eğitim vizyon belgesi bu eksiklikleri tamamlayacak şekilde yeniden hazırlanmalı. Medeniyet iddialarımıza, medeniyet dinamiklerimize dikkatleri çevirecek bir yol sunmalı.

 Kendi değerlerimizden beslenen üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için kolları sıvamalıyız.

İhtiyaç duyduğumuz eğitim sistemi bize hem İslâm ve insan düşüncesini iyi öğretecek hem de başka dünyalara, düşüncelere, medeniyetlere açılmamıza imkân tanıyacak derinlikte ve vüsatta olmalıdır.

Öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki ruh köklerimizden beslensin, dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlâk akımları armağan etsin.

Ünlü eğitim filozofu John Dewey’in de dediği gibi, Batı’daki üniversitelerin kurulmasında birinci derecede rol oynayan medrese sistemini güncellememiz gerekiyor.

Çocuklarımıza kendini ve kimliğini öğretecek, özgüven ve kimlik verecek şekilde bu eğitim modeli üzerinde kafa yormak zorundayız.

İşe nereden başlamalıdır?

Hâlihazırda dünyeviliğe ve ateizme alet olan ders kitaplarının dilinin ıslahı ile işe başlamalıyız. Bilimi materyalizmin malı olmaktan kurtaracak çabalar içine gireceğiz. Ders kitapları hakikatin ve hikmetin sesi halini alacak. Bilim kültürümüzün medeniyetimizin, dinimizin hizmetinde olacak.

Medeniyet kendi tekniğini üretir öyleyse kendi metafiziğimize ait teknik üretimine geçeceğiz. Teknik kendi kültürümüzden doğacaktır. Bilimde ve eğitimde kendi referans sistemlerimizle ayağa kalkacağız.

Kendi modellerimizi ortaya koyacağız. Her bilimsel ifade eğitime dair her metot kendi kültürümüzün çocuğu halini alacak.

Tabiat boşluk kabul etmez derler. Biz bu noktada eğitime kendi ruhumuzu vermezsek, başka “ruh”lar gelir oturur. O ruh Fulbright ruhu olur. Yada başka ruh…

Neler yapılmalı?

Mevcut müfredatın bu toprakların ruhuna, dünyasına, ruh köklerine ve ruh iklimine yabancılaşmış gerçek dışı bilgilerle doldurulduğu görülmeli. Öncelikle kendi doğru tarihimiz yazılmalı. Ders kitapları bizim öz kültürümüzü ve medeniyetimizi öğretmeli ve sahanın en üst otoriteleri tarafından yazılmalı.

Eğitim ağacının meyveleri ortada. Bu dönüşüm yapılmadığı takdirde mevcut müfredat çağdaşlaşma / uygarlaşma kılıfı altında sürdürdüğü sömürgeci yapısı ile kafaları teslim almaya devam edecektir.

Eğitimde dayanak noktalarımız bir bir ortaya konmalı. Güç odaklarından ve onların Türkiye’deki uzantılarından çekinmeden…

Yeni eğitim programı ve müfredatı, ülkemizin eğitime bakış açısını ortaya koymalı. Aynı zamanda zihniyetini, nasıl bir fert ve toplum istediğinin yol haritasını da göstermelidir.

Yeni program, fert ve toplum için öncelikleri ve değerler sistematiği teklif etmelidir. Sonra, bu teklifin hayat bulması için en etkili araçları ve yöntemleri de belirlemelidir.

Gelecekte ülkenin yönetiminin devredileceği yeni nesillerin, okul ortamında ve öğretmen rehberliğinde sağlam, özgün kimlik ve kişilik inşa etmeleri için en uygun iklimin oluşumunu da ihtiva etmelidir.

Ders kitapları ve müfredat bu anlamda yeniden ele alınmalıdır.

Eğer kendi eğitim sistemimizi kuramazsak, önümüzdeki iki kuşak zaman dilimi içinde, postmodern popüler kültür her şeyi silip süpürecektir, insanımızı canlı cenazelere dönüştürecektir. Zaten yozlaşma adına hayli mesafe alınmış durumdadır.

Ders kitapları ve müfredat, öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açan, Batı’da çoktan terk edilen seküler hurafeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle empoze etme işlemi devam ediyor. Şimdi bunları özel ve güzel vasıta ile sunmuş olmamız bir şey değiştirmeyecektir.

Artık bu “özel ve güzel vasıta” arayışlarını bir kenara bırakalım da sadece gelelim.

Geriye dönüp geçmişte başlatılan “yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite projelerine bakalım. Son zamanlarda ise akıllı tahta, laptop ve bedava ders kitabı gibi projelerin” niçin amacına ulaşmadığını sorgulayalım ve oyalandığımızı görelim.

Ruh oluşturmadan sürdürülen çabalara Yeni Vizyon belgesi ile korkarım yeni bir halka eklenmiş olur.. Yeni Müfredat, Çoklu Zeka, Toplam Kalite gibi projelerde sayın Bakanım sizler de yer almıştınız.

Eğitime ruh verecek dönüşümler yapılmazsa, yeni düzenlemeler, mevcut eğitimin yıkıcı ve yok edici kimlik bunalımını örtme, gizleme, hatta meşrulaştırma işlevi dışında başka bir işlevi görmeyecektir.

Mevcut yozlaşmaya “akıllı tahta” ve “tablet bilgisayar” projelerinin de çözüm olmadığını gördük. Temelleri çürümüş binayı ne kadar ihya edebilirsiniz?

Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat derslerini hayata geçirebiliyor muyuz?

Asıl önemli olan bu.

Eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak öğretmenlerin yetişmesidir asıl olan.

Acil önceliği bir kere daha tekrarlayalım konuyu bağlayalım.

Okul, sınıf, sıra, öğretmen, müfredat ve hiyerarşiye dayalı bugünkü zorunlu eğitim modeli kapitalizmin ihtiyacına göre düzenlenmiştir. Bu sistemde çocuklar bir şeyler öğrenmekten çok zil çalınca bir yerde toplanmayı, bir komutla hizaya sokulmayı öğrenirler.

Gelin öğrenciyi çok yönlü değerlendiren, kalite ve beceriyi ölçebilen sistemler hayata geçirelim. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline gelsin ve mesleki eğitim tüm uygulamaları ile kendini göstersin. Ortaokul ve liselerin son sınıflarına “bitirme-olgunluk sınavı” getirelim ve böylece her şeyin merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmesinden ve yozlaşmasından kurtaralım.

Eğitimin devlet/egemen tekelinden ve zorunluluktan kurtarıp eski günlerdeki hürriyet ve muhtariyet ortamına tekrar kavuşturalım. Müfredat ve eğitimin yönetimini özerkleştirelim ve mahalli idarelere de (Vali, Belediye Başkanı; Milli Eğitim Müdürü, okul yönetimi vd) yetki verelim. Okulların ve eğitimin mahallin/bölgenin ihtiyaçlarına göre şekil almasına müsaade edelim.