Kendi siyasi konumlanmasına göre adeta düşman bellediği herkesle; “Kavgam var” diyerek, saldırgan bir yol izleyeceğini her defasında dile getiren Kılıçdarğlu liderliğindeki muhalefetin, nelere mal olduğunu/olacağını çok iyi görmek lazım…
Sigmund Freud; “Uygarlığın Huzursuzluğu” kitabında, karşısındakini düşman belleyen saldırganlığı tarif ederken: “İnsanların birbirine karşı bu birincil düşmanlığı yüzünden uygar toplumlar sürekli çökme tehdidi ile karşı karşıyadır. İş ortaklığının çıkarları insanları bir arada tutamaz, içgüdüsel tutkular akılcı çıkarlardan daha güçlüdür” diyordu…
Çıkarların miyoplaştırdığı bakışlarla her şeyi akıl dairesinin dışına çıkarmaya çalışan bir muhalefet anlayışı ile hem kurumların hem de şahısların itibarına saldıranlar aslında önce kendilerine saldırdıklarını iyi bilmeliler…
Hayat pahalılığı/enflasyon bir hakikat ve her birimiz bu can yakıcılığı yaşayarak görüyoruz…
Lakin “bu pilav çok su kaldırır” diyerek her türlü muhalefet anlayışlarını, yalanı, kurguyu, iftirayı ona ekleme çabası da çok yıkıcı bir yöntemle uygulanıyor…
Son derece agresif bu saldırganlığın sebebi acaba iktidarı yıkmak için yakalandığı düşünülen fırsatın kaçırılmaması olabilir mi?
“Ya iktidar seçime kadar ekonomiyi düzeltirse” endişesi anlaşılabilir bir şeydir…
Çünkü yirmi yılın ardından, yenemedikleri iktidarı yenme ihtimali olan bir ekonomik sorunun ortaya çıktığını düşünüyorlar…
Bu yüzden de zamanın aleyhlerine işlediği düşüncesi -en başta Kılıçdaroğlu olmak üzere- muhalefeti daha agresif bir yöntem izlemeye itiyor kanaatimce…
Fakat verilen fotoğrafın seçmen üzerinde ne denli itici olduğunu göremiyorlar; mutlu alan azınlık dışında…
“Kutuplaşmaları ortadan kaldıracağız” diyenlerin, daha da öteye giderek “düşmanlar var etme” politikası, gelecek açısından çok ciddi kaygılara sebep oluyor…
Bu saldırgan muhalefeti deneyenlerin bilmesi gereken çok temel bir hakikat vardır…
İnsanlar kavgayı izlerler ama kavgacıyla asla dost olmazlar...
Seyircinin çokluğu, sadece kavgacının zaafını besler ama asla kazandırmaz...
Zira neredeyse çeyrek asırdır çakıldığı yerden kopamayan CHP oyları da bu gerçeğin en net fotoğrafıdır…
Komik gerekçelerle, daha önce savundukları yeşil alan konusunda ile makuliyetini kaybetmiş bir akıl var iktidarın karşısında…
Sığınılacak hiçbir gerekçeleri kalmayınca istismar için sığındıkları “Bunlar Atatürk’e tahammül edemiyor” komedisi bile bunun açık göstergesidir; hep olageldiği gibi…
Daha çok güven veren, kuşatıcı bir dil varken, tam tersine vites yükselterek daha da saldırganlaşan muhalefetin, politikalarını bir kez daha gözden geçirmesinde fayda var…
Evet, yirmi yıldır hep AK Parti kazandı; ama en az onun kadar da muhalefet kendi kendini yendi…
Öyle ya, yalanın binası olmazdı/olmadı/olmayacak…
Neden eminin?
Çünkü Allah’ın vaadi var: “Hak gelince batıl zail olamaya mahkûmdur...”
“Kısa günün karları” kimseyi yanıltmasın…
Fazilet durağı yalanı adamı mutlaka çarpardı; bardağı taşıran fotoğraftan mı sandın olanı?
Ongun’da gider, ilham kaynakları da ve “ajans” iflas eder; yalanın kuluçka merkezi olarak…
Dürüstlük ise önünde-sonunda mutlaka kazanır; biraz sabır…