Yazmak özgürlük gibi…

Abone Ol

Bir rahlenin başında, önünde aharlanmış nazlı kâğıtlar, gül ıtrı ile karılmış mürekkepler duran şairin dizi dibine bıraktı. Bilemezsiniz mum ışığında yazı yazmak ne kadar da aşk verir gönlü olana. Yine bir düş, yine bir düş… Ah ne çok isterdim bu rüyamın dahi gerçek olmasını…

Kelimeler benimle konuşur demişimdir muhtemelen daha evvel ya da belki onlarla konuşan benimdir. –Muhtemel ki bu delilik gibi gelecek bazılarına, ama olsun- Onların dünyasında yaşamaktan, onlarla konuşmaktan öyle haz alıyorum ki zira onlar bana kimsenin söyleyemeyeceği sırlar fısıldar ve bana benim gizlerimi ifşa ederler. Bazıları buna bilinçaltı diyorlar oysa benim bildiğim tek şey şu ki; insanın bilinçaltı da gizlediği her şey de kelimeler olmadan konuşamaz bile. Yazmak rüya görmek gibidir onun için. Evvela kendi zihninizde bir âlem var ediyorsunuz, sonra o âlemde yaşıyorsunuz ve anlatıyorsunuz o diyarda yaşadıklarınızı başkalarına. Ve hatta bazı zaman oluyor anlattıklarınıza siz dahi inanıyorsunuz. Muhtemel ki o sebeple söylüyor Hz. Fuzuli:

Aldanma ki şair sözü elbet yalandır

Bana yalan söylesin de şairler, Hz. Fuzuli gibi söylesin…

Ve yine aynı şekilde oğluna vasiyetini söylerken on üçüncü asrın İranlı şairi Nizami; “şair olma benim gibi” diyor “zira onlar yalan söylerler.” Lakin o da biliyor ki; insan en büyük yalanları kendine söyler. Mademki yalandır şairlerin sözü; Fuzuli de Nizami de daha onca şair de yalan söyler dedikleri vakit de yalan mı söylüyorlar? Öyle olsun, öyle olsun ki aldandım ben. Sen şiir söyledin, ben kelimelerin efsununa kapıldım, evvelce ben yandım, sonradır ki yaktım bütün kelimeleri. Yazmak için canı yanmalı şairlerin ve her vakit gözünde yaş var kelimelerin…

Yazmak yalnız kalmaktır belki de… Unutmaktır gündüzü, geceye ağıt yakmaktır. Ne vakit bir yerde sussa bir şair gecelerime tabirsiz rüyalar düşer. Yazmak onun için “unutmak” diye lisana düşen kelamı bile unutmak demektir biraz da. Eskimiş, dağlanmış ve hatta yıllanmış bir yaranın kabuğunu sökmek gibi. Yara geçse de izi kalır. Dikkatli baksa belki de okuyanlar her satırda birkaç yara izine rast gelirler.

Her ne ki ölüm demek dahi olsa yazmak; bu derdin çaresi yok hiçbir tabipte. Ve ben derdi dert ile çekenler, ateşi ateşle söndürenler gördüm. Kalemiyle savaşanlar tanıdım. Kaleleri harflerle örenler, bir doğru uğruna bütün bir ömrü kâğıt üzerine serenleri bildim. Para denilen şeyi müsvedde kâğıdı farz edip, kalemlerinin yongalarını miras bırakanların isimlerini ezber ettim. Gün geldi Baki dedi ismine bilenler, gün geldi Fuzuli, Ahmed, Nabi, Nef’i, Mehmed, Necip, Yahya… Lakin isimleri hep aynıydı esasında; şair. Hayat denen şeyi diğerlerin anladığı manada yaşamayıp da onu yazanlardı onlar. Her harf yaralarının izleri miydi? Bilemem. Yaşamadılar da yazdılar ve vakit geldiğinde sustular. Öyle demiyor mu üstad İsmet Özel;

Yaşasaydım

Yazar mıydım hiç şiir

Bir rüyaya düştü yine hayallerim. Peri-i ilham ellerimden tuttu da bir garip diyara sürükledi bütün düşlerimi. Bir rahlenin başında, önünde aharlanmış nazlı kâğıtlar, gül ıtrı ile karılmış mürekkepler duran şairin dizi dibine bıraktı. Bilemezsiniz mum ışığında yazı yazmak ne kadar da aşk verir gönlü olana. Yine bir düş, yine bir düş… Ah ne çok isterdim bu rüyamın dahi gerçek olmasını… Uyanıyorum bir rüyadan parmaklarımda yara izleri…

Yazmak özgürlük gibi, ben kendi ülkemi kuruyorum…