Yazıya ve kitaba devam boynumuzun borcu

Abone Ol

Ortam 1980’lerin 90’ların dünyasından oldukça farklı. 47 yaşındayım ve 25 yıldır üniversitelerde, STK’larda öğrencilerime ders anlatmaya devam ediyorum. Her yeni kuşak, yeniliklerle karşımıza çıkıyor. Kazanımlar kadar kaybedilenler de var. Öğrendiklerimizin bildiklerimizin bir kısmı gençlerin zihin dünyalarında herhangi bir değere tekabül etmiyor; beklentilerine denk düşmüyor. Bizim için en sıradan bilgiler veya farkındalıklar onlar için çok uzak, bir o kadar yabancı ama bazen ilgi çekici olabiliyor. Bazen de tam aksine, onlar için önemli olanlar bizim dünyamızda pek de değerli değil. Yeni durumlara hızlı anlayabilen birisi olarak toplum hafızasının bu kadar hızlı değişmesini biraz ürkütücü buluyorum? Bütün dünyada olumlu ve olumsuz taraflarıyla baş döndürücü hızlı bir değişim yaşanıyor. Bu durumda, toplumların, milletlerin, değer yargıları da hızlı şekilde günübirlik ve kısa vadeli sonuçlar uğruna unutulup gidiliyor. İnanç, değer, ilke ve duruşun olmadığı yerde ise güvensizlik, ucuzluk (pespayelik), ilkesizlik ve omurgasızlık hakim olmaz mı? Kaostan beslenen azınlık bir asalak kitle dışında toplumun geneli zarar görmez mi? Uzun vadede ise bundan toplumda zarar görmeyecek kitle ya da insan var mıdır acaba?

Ciddi devletlerin kendilerine has bir hukuk ve idare sistemi ile özgün bir sosyo-kültürel ortam kurmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bütün dünyada, sosyal bilimler alanında da çalışmalar hız kesmeden devam ediyor. Teoriden pratiğe geçmek üzere kendi tarihleriyle az ya da çok bağlantılı, ancak güncel ihtiyacı karşılayabilen sistemleri kurmak ve işletmek üzere enstitüler, akademiler, üniversiteler ve araştırma merkezlerinde çalışan önemli sayıda araştırmacıları var.

Bütün bunları, ülkemizde ıskaladığımızı düşündüğüm ve sureten yapıyormuş gibi göründüğümüz birçok akademik görünümlü faaliyeti ve içi boş hedefsiz ve çözüm üretmeyen yazıları yeniden gözden geçirmemiz gereğine dikkat çekmek üzere yazıyorum. Diğer yandan en başta ifade ettiğim gibi, aynı ülke içinde üç dört ayrı zaman diliminde yaşıyor gibi farklılaşan kuşaklar ile keskin fay hatları ve kast sistemi dolayısıyla bölünmüş olan toplumu en azından orta noktada buluşturacak değer ve idealleri hatırlatmak üzere tarihe not düşmemiz gerekiyor. Bu noktada, görebilen gözlerin dikkat çekme ve tarihe not düşme sorumluluğu var.

Bir yılı aşkın bir süredir Diriliş Postası’ndaki yazılarım ilk heyecanımı yitirmeden devam ediyorum. Bu süre zarfında yaklaşık yüz yirmi yazının hiç birisinde konjonktürel ve günübirlik konulara girilmedi. Maksat sadece yazı yazmak değil, yazılanların bireye, topluma, ülkeye, coğrafyamıza ve nihayet bütün insanlığa kim olduğumuzu ve vahşete düşmeden insanca yaşayabileceğimizi hatırlatmak. Birçoğu gün gibi ortada duran ve insan olmaktan kaynaklanan problemlerimizi unutmak, hem sosyal hayatın hem de insanlığın ortak afet ve belaları olarak üzerimize yürüyor. Bunun için daima, yazılarda küçük insani dokunuşlarla ortak noktalara işaret etmeye çalıştım.

İçimiz kirlendikçe dışımızdaki kirlenmeyi de umursamıyoruz. İçimiz karardıkça hemen kapı komşumuzdaki, sokağımızdaki veya ofisimizdeki insanın dertleriyle ilgilenmediğimiz gibi, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan katliam ve afetlere karşı da duyarsız kalıyoruz. Öyle bir noktaya gidiyoruz ki varsa yoksa kendimiz… Varsa yoksa bencilce yaşayıp tükettiğimiz önceliklerimiz, kaprislerimiz ve heveslerimiz… Hâlbuki içinden geçtiğimiz çağ ve bizzat emanetçisi olduğumuz hayat bütünümüzle sahip olduğumuz bir varlık değil, onunla birlikte bir güzergâhtan geçip gidiyoruz. Bunu unutmadan yaşamak hayatın mercek ayarlarını doğru tutturmak anlamına geliyor.

Bunun için bütün yazılarımda ortak nokta olarak zor bir tercihte bulunarak günübirlik ve güncel hararetli tartışmalar yerine, kalıcı ve uzun soluklu gerçek meseleleri gündeme almaya çalıştım. Bu meselelerin çoğu ülkenin gözle görülebilir ve çözülmemesi halinde ardında kalıcı hasarlar bırakacak, sağlıklı bir insan ve toplum yapısının kurulabilmesi için gerekli hayati önemi olan başlıkları oluşturuyor. Açıkçası onları yazarken sadece bir köşe yazısı değil temel bir perspektif veren; geçmişten geleceğe anlamlı ve tutarlı bir çizgi üzerinden projeksiyon tutmaya çalıştım. Yine, evrenselden de istifade ile kendimize ait olan temel referans ve değerlerle çelişmeksizin özgür bir modeli ilkyazımdan okumakta olduğunuz bu yazıya kadar korumaya çalıştım.

Bütün bu köşe yazıları bir kitap yazma ciddiyeti ile yazıldı ve bugün yaklaşık 600-700 sayfalık bir kitap hacmine ulaştı. Şu anda, çoğunu ayakta gezinirken veya yoğun iş trafiğim içerisinde kaleme alırken yapamadığım tashih ve güncellemeleri yapıyorum. Tahminen 10 gün içerisinde ilk cildi Çınaraltı Yayınları’ndan güncellenmiş olarak ve yeni eklemelerle birlikte basılmış olacak.

Son iki yılda kaleme aldığım yazılar daha iyi bir devlet sistemi daha iyi bir model daha kaliteli eğitim ve yükseköğrenim yaşanabilir bir çevre modern ve gelenek arasında yozlaşma ve kültür meselelerimize dair ve diğer sosyal meselelerimizse girdiğimiz konular oldu. Hepsinde ortak noktamız “daha iyi bir Türkiye ve daha iyi bir dünya arayışı oldu.”

Yazılarımızı nefesimizin yettiği sürece aynı ciddiyetle sürdüreceğiz…