Yastıkaltı teknolojisi

Abone Ol

‘Nomofobi’ diye bir kavram var.

“Telefonsuz kalma düşüncesi ile oluşan korku ve kaygılar” şeklinde açıklanıyor. Çocuklara, çocuk olma zamanı bırakmayan teknoloji, büyükleri de şiddetle etkisi altında tutuyor. Sanal dünyaya esir oluyoruz, bir “bağımlı” gibi…

Hafta ortasında elektrik kesintisi gibi ‘internet kesintisi’ yaşanınca, hepimiz aynı boşluğa düştük. Başka uğraşacak hiçbir şey yokmuş gibi, ne yapacağımızı şaşırdık. Hâl böyle olunca, gerginlik ve huysuzluk getirdi sözüm ona ‘sosyal’ yoksunluk.

Aylarca kitaba el sürmeyen yeni nesil insan, çok çeşitli sosyal aplikasyonları ise saniyeler içinde tekrar tekrar gözden geçiriyor. Basit bir tuş ile ‘engelle’ diyerek kolay kalp kırıyor. Artık eski usul davetiyeler yerini, eş, dost, akrabaları sosyal ağlardaki duyurular ile ‘buyur’ etmeye bıraktı.

En ilgisiz yerlerde “özçekim” yapan tiplerden, yatakta biçimsiz şekilde oturarak konuşanlara, kaba kısaltmalar ile iletişim biçimlerinden, ciddiyetsiz simgelere kadar insanlar, sosyalleşmeyi başkalaştırarak kibarlığını kaybetti. Artık eşler birbirlerini, ebeveynler çocuklarını sayfalarından takip ediyor. Günlük yaşam diyalogları dahi gerçeği dururken; ‘sanal’ dünya üzerinden yürüyor. ‘Okulun nasıl geçti kızım’ sorusuna, “Bloğumda yazdım baba, bakmamışsın” diyen çocukların çağındayız. Aile bağları koptu, kopuyor.

Teknoloji esareti, birçok sağlık problemi, maddi külfet, manevi kayıpların yanında insanlara hareketsizlik ile ‘kilo’ olarak da yük bindiriyor. Aynı teknoloji, öte yandan da çözüm olarak “e-diyet” dayayıp, kendisini odak olarak gösteriyor. Online alışverişler, e-mailler, i-message’lar her tarafımızı çevirmiş vaziyette…

Duygusu eksik mesajlaşmalar, değerleri ve gelenekleri de yok ediyor. Herhangi bir cenaze ve hastalık olduğunda yakınlarına koşup, “dokunarak” teselli ve teskin etmeye alıştırılmış olanların çocukları artık internet üzerinden kalıplaşmış üç cümleyle taziyelerini paylaşıyor, şifa diliyor. Bildiğimiz bütün ezberler, bir yönüyle ‘sanal’ oldu, bir başka dünyaya aktarıldı.

Günümüz insanı internetteyken geçirdiği zaman aralığında su içmeyi bile unutuyor. Bu arada toplumsal birlik de azalıyor günbegün.

‘Sokakta oynayan son çocuklar’ da ellerine tablet, dizüstü bilgisayar ve akıllı telefon aldığından beridir; dışarıdaki şen kahkahalar, oyunlardaki heyecan ve hırsların sesi çekildi. Artık saklambaç, körebe, birdirbir, istop, misket oynayan, ip atlayan çocuklar yok. Şimdiki çocuklar birbirlerinden uzakta bilgisayar oyunları ile duygularını tek başına yaşıyor. Modernlik dedikleri şey arkadaşlık ilişkilerini zayıflatıyor, yok ediyor.

Arkadaşlık ve dostluklar bir yana, sosyal ağlar kişileri de ‘sorunlu’ yapıyor. Sosyal dünyada “takip edilmek” ve “beğenilmek” bir süre sonra gerçek hayattaki ilişkilerin kopmasına yol açıyor. Yaşadığı hayatı olduğundan farklı gösterme çabası, ‘en iyi’ telaşı, başkalarının yaşamına sahip olma arzusu, zaman içinde “değersizlik depresyonunu” tetikliyor. Takip ettiklerinin, başkalarının hayatlarına sürekli dahil olmak ve hayatını onlara açmak, mahremiyet duygusunu ortadan kalkıyor. Eskiden perdesi aralık kalınca utanan insanların çocukları, yatak odasını ulu orta, tanıdık tanımadık herkese açıyor.

Bilgileri sosyal hesaplardaki üç beş cümlecik mesajlardan edinen kuşak, bilgi yarışmalarında “dahiliye” ile “hariciye” kelimelerini ayıramıyor, hiç duymamış oluyor. Bilgi elde etmek için okumak, araştırmak ve gözlem yapmak çabası olmayınca; sosyal medya kuşağı Çin Seddi’nin nerede olduğunu bulamıyor, deyimleri ve kelimeleri gerçek anlamıyla bilemiyor.

Sürekli akıllı telefonlar, tabletler ile vakit geçirmek, can dostu gibi yastığın altına koyup uyumak insanda dengesizlikler de meydana getiriyor; algı bozukluğu, dikkat eksikliği ile panik atak şikâyetleri başlıyor. Özetle; teknoloji zaman yiyen, insanı tüketen bir kurt gibi…